100. yılında, 1917’yi değerlendirmek için, önce karşımızdaki yapıyı doğru değerlendirmek gerekmektedir. Karşımızdaki yapı deyince, sadeleştirerek, bir dünya kapitalizmi tarafına bakmak lazım bir de Rusya’ya bakmak lazım. İkincisi, bu bir devrim, belki tarihin en önemli devrimi, o zaman devrimin sahiplerinin yaklaşımıyla bakmak lazım. Doğru kavrayabilmek için devrimin mimarı veya sahipleri kimse, onların yaklaşımı ile bakmak gerekir. Üçüncü olarak da devrim sürecine bakmak lazım. Bu tarihi bir zamandır, bu tarihi zaman kesiti içinde bizi aydınlatacak ne oldu, ona bakmak lazım.
Şimdi, birincisi dünya kapitalizminin bir önemli evresi, 1910’ların sonlarına doğru bence Anglosakson kapitalizminin ilk dönemidir. Kapitalizm, 1850’lerden sonra, emperyalizm mertebesine çıktıktan sonra ciddi arızalar göstermektedir. Bu, Anglosakson kapitalizmidir. Siyasetçiler ve uluslararası alanda çalışanlar buna, “Pax Britannica” derler. Yani “Dünyayı İngilizler yönetiyor, savaşı ve barışı onlar yönetiyor.” anlamında. Bu dönem krizle sona ermektedir. Kriz, dünya çapında bir savaş oluyor ilk kez. Kapitalizmin krizinin, bir büyük savaşla özdeşleşmesi lazım ki işin boyutunu anlayalım.
1914’te büyük soru şuydu; 20. yüzyıl kimin kapitalizmidir? Bu, “20. yüzyılda hangi emperyalizm olacak?” demektir. Kimin diyoruz, çünkü bu Pax Britannica dönemi gösterdi ki kapitalizm, merkezi bir sistemdir. Kapitalizmin dünya sermayesinin, bir devleti olması lazım. Bu devlet İngiltere idi ve piyasaları City of London’dan yönetiyordu; dünya parası İngiliz parasıydı. Oradan kredilendiriyordu; çünkü kapitalizm, borçlandırarak işler. Bir borç sistemi yaratarak işlemiştir ve merkezi orasıdır. Dünyadaki fiyatları, City of London belirliyordu. Teknolojik olarak üstündü, Birinci Sanayi Devrimi’nin sahibiydi. Fakat İkinci Sanayi Devrimi başlayınca, İngiliz sermayesinin dünyayı şekillendirme gücü sonuna doğru geldi. Bu seyir içinde şu büyük soru doğdu: 20. yüzyıla hangi merkezi güç, hangi kapitalizm damga vuracak? Dolayısıyla krize geliniyor. Aynı zamanda bir çatışma noktasına, yani iki büyük kapitalist devlet arasında, İngiltere ve yeni yetme bir kapitalist devlet olan Almanya arasında (İkisine de artık emperyalist diyebiliriz.) çatışma noktasına geliniyor. Bu ikisinin üst üste çakıştığını görmek lazım.
Bunu önemli bir şahıs gördü; Ekim Devrimi’nin sahibi Lenin. Dolayısıyla Ekim Devrimi’ne bakarken bu noktayı dikkate almak gerekmektedir. Bu yapıda bir de şu vardır ki, kapitalizm 19. yüzyılda hızla gelişmiştir. Bu gelişme süreci içinde işçi partileri doğmuştur; ilk kez işçi sınıfı sahneye çıkmıştır. Siyasi olarak ve sosyal demokrat partiler adını taşıyarak sahneye çıkmıştır. Demek ki gelişmiş kapitalizmde emperyalizm çağına girerken, devrim düşüncesinin de filizlenmeye başladığını söylemek mümkündür.
İşçi sınıfı, devrim düşüncesini besleyerek büyüdü.
Şimdi konuyu Rusya’ya getirmek gerekir. Rusya, (değişik tahminler vardır) 130-140 milyonluk bir köylüler ülkesidir. Bunların çoğunluğu Avrupa Rusya’sında bulunuyor. Köylüler ülkesinde önce toprağa bakmak lazım. (Bizde de cumhuriyet kurulurken ona bakacağız, biz de köylüler ülkesiydik.) Toprakta, Rus köy komünü diye bir yapı vardır. Köyler, bazen birkaç köy, bazen daha küçük komün şeklinde yaşıyorlardı. Mülkiyet ortak gibi ama hiç birinin toprak mülkiyeti yoktur, üzerinde yaşayan köylülerin sadece görevleri vardır. Araziyi ekiyorlar ve orada bir ağa varsa ağa, yoksa devlet bulunmaktadır. Ağa varsa ağaya ödeme yükümlülükleri vardır, dolayısıyla ekonomik ve sosyal statü olarak köylüler serftir. Yani nüfusun büyük kısmı serf. Yıllık olarak, değiştirerek, ailesi ile beraber toprağı ekiyordu, bir yıl burayı gelecek yıl ise orayı. Böylece kişisel mülkiyet doğmuyor ve devamlı devlete ödüyordu, fakat önce ağa kimse ona ödüyordu. Kısacası, tüm yükümlülüğü köylülerin üstlendiği bir sistemdi.
Bu dönem 1861’de kırıldı. Serfleri azat etme, serfleri serbestleştirme kararnamesi Çar 2. Alexander tarafından çıkarıldı ve bu tarihten itibaren, kırsaldaki tablo ne olacağı belli olmayan bir noktaya geldi. Şunu hatırlamak lazım, bu çarlık yani Romanovlar, 300 yıllık bir süreçte demir yumruklu bir yönetimdi. Dolayısıyla köylülerin hareket serbestliği de yoktu. 2. Katerina (Büyük Katerina), o toprak sahiplerinden bir sınıf yaratmak üzere, bir soylular sınıfı yaratmak üzere onların elini ve statüsünü güçlendirmişti, serflerin bağımlı statüsünü de keskinleştirmişti. Hatta hareket serbestliklerini sınırlamıştı. Toprakta kalsınlar, kaçmasınlar diye pasaport sistemi getirmişti; bir yerden bir yere ancak izinle gidilebiliyordu. 2. Katerina bir yandan soylu sınıfı yaratırken bir yandan da aydınlanmacı Voltaire’i vb. çağırıyor, görüşüyor, aydınlanma hareketinin de başlangıcını yapıyordu; demek ki bir yapı kurmaya çalışıyordu. 30 yılı aşkın hüküm sürdü. Dolayısıyla hem otoriter ve baskıcı hem de küçük bir zümrenin git gide aydınlanması ile iç içe bir tablo ortaya çıkmaktadır. 19. yüzyılın o büyük Rus edebiyatçılarını, şairlerini bunun ürünü olarak görüyoruz. Fakat aynı zamanda 19. yüzyılın başından itibaren de bu tablo, bu aydınlanma fikri muhalif aydınlar da yaratıyor. Bunlar da ileride siyasi partilerin düşüncelerini besleyecek. Bu tablonun geçmişinde çok güçlü köylü isyanları vardır. (Stepan Razin, 1670’lerde, ondan 100 yıl sonra Pugaçev 1770’lerde) Çok güçlü köylü isyanları, yani köylülerde bir ayaklanma geleneği vardı.
1890’lardan itibaren hızlı gelişen bir kapitalizm vardır Rusya’da. Yabancı sermaye giriyor, kapitalist girişimleri hızlandırıyordu. Madencilik ve demiryollarında özellikle yatırımlar yapıyorlardı. Tıpkı büyük kapitalizmde olduğu gibi, orada da işçi sınıfı yavaş yavaş oluşmaya başlamaktaydı. Muhalif aydınlar çizgisiyle kapitalizm hem öğrenilmeye hem de tartışılmaya başlanıyordu. 1905’e kadar siyasi partiler illegaldi ve 1905’te ilk devrim başladı. Dolayısıyla 1905 Ocak ayında, hem kapitalizmin hızlanması, hem baskıcı rejim, devrimi hazırlamış oluyordu. Sermaye sınıfı oluşuyordu. Nereden çıktı bu sermayedarlar dersek, işte yoktan var olmuştu. Bu yeni yetişen sermaye sınıfı, daima böyle oluyor.
Baskıcı bir rejimin güvencesine sahip olmak istiyordu, bu da çarlığın tercihleri ile uyuşuyordu. Ama bu gelişme içinde işçi sınıfı oluşurken talepleri başlıyor ve somutlaşıyordu, yani 11 saatlik iş günü istiyorlar, daha önce sonsuzmuş, sonra tabii ki 8 saate inecektir. Onların talebi başlarken bir yandan da topraksız köylülerin başkaldırışları ve talepleri başlamıştır. 1905’te toprak istemekte ve kitleselleşmektedirler, hem işçilerin hem köylülerin talepleri doğuyor. Dolayısıyla topraksız köylüler (yoksul köylüler) adeta tarihin zaman diliminde işçi sınıfının müttefiki gibi ortaya çıkmıştır. Kitleselleşince şöyle bir şey doğuyor, “çara gidelim, o iyi bir çardır, bizim isteklerimizi yerine getirir, bizim babamızdır” diye 1905 yılının Ocak ayında Kışlık Saray’a giderler, St. Petersburg’da. Ama çarın muhafızları, askerleri onları hem kılıçtan geçirir, hem de tarar. Bu halkın, kitlesel olarak talepleriyle somut bir şekilde ortaya çıkışı, aynı zamanda partilerin de yer altından yer üstüne çıkma teşebbüsü girişimi ile birleşiyor. Ardından, ilk işçi Sovyet’i kuruluyor ve orada işçiler St. Petersburg’da 1905’in sonbaharında işçi örgütlenmesi ile Sovyet’i (Sovyet, kurul demektir.) kuruyorlar ve burada ilk göze çarpan şey sınıf disiplininin ortaya çıkışıdır. Belli bir sınıf disiplinine sahip olmuşlar demektir.
Şu tarihi rastlantı bu tabloyu tamamlıyor: Rusya generallerinin yanlış tercihleriyle Japonya ile savaşa girişmiştir ve fena halde yenilmektedir. “Rus Çarı, Japonlardan maymunlar diye bahsedermiş.” Maymunlar fena halde yeniyorlar ve Rus Çarlığı’nın askeri olarak zayıf olduğu ortaya çıkıyor, bir yenildi psikolojisi kitlesel olarak yayılıyor. Başkaldırmayla, taleplerle birleşiyor. Fakat önemli olan burada, eksik olan liderliktir. 1917’de ortaya çıkacak olan devrimci harekette var olan şey 1905’te henüz yoktur. Yani sınıfların gerçek taleplerini kavrayabilen ve bunlara sahip çıkarak bunun siyasal dinamizmini yaratabilen şey ve onun siyasal hareketi eksiktir. Dolayısıyla, iş St. Petersburg Sovyeti’nde kalıyor. Partiler vardır ama yenidir. Solda Bolşevikler yeni oluşuyor, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi iki kanatlıdır: Bolşevikler-Menşevikler. Sosyal Devrimciler diye bir başka parti vardır. Buna bir tür ilerici köylü partisi gibi bakılabilir. Fakat her lidersiz halk hareketi gibi 1905 Devrimi sönmeye başlıyor ve rejim bunu bastırıyor. Bastırıyor ve yerine Çar, bir anayasa getiriyor, Duma denilen meclisi kuruyor, siyasi partilere yer veriyor, kurulmayan siyasi partilere yer veriyor. Bunlar içinde en önemlisi, monarşi ve kapitalizmi birlikte benimseyen adetlerdir. Sol partiler de ortaya çıkmıştır, ama bunları tutuklanma ve sürgün beklemektedir. Dolayısıyla zemin monarşi ve kapitalizmin zemini, buna uygun olarak da Çar’ın güçlü bir adamı olan Stolypin, “Madem biz köylüler ülkesiyiz, reform yapıp kapitalizmi güçlendirelim.” demiştir. Dağılmaya mahkûm olan Rusya komününü daha da dağıtacak ve bunların içinde rejime sağdık kapitalist çiftçi yaratacak bir toprak reformu yapmıştır (1907). Rusların “kulak” dediği bir çiftçi tipi yaratmaya girişmiştir, Rusçada “kulak”, yumruk demektir. Yani demir yumruklu ve öteki çiftçileri hizaya getiren, kendi topraklarına sahip olan, başkalarından toprak alan ve işçi kiralayan adamdır. Bu, Rusya tablosunda yeni bir olgudur.
Kapitalist ve demir yumruklu çiftçi ve çarlığa sadık adam Rus Çarlığı, 1914’ten önce yavaş yavaş İngiltere’nin yanında yer alan Fransa’yı da hesaba katarsak, hangi emperyalizm sorusu için yer seçmiştir. Bizi ilgilendiren, en önemlisi, İstanbul’a sahip olma sözünü alması İngilizlerden. 1915 tarihli Sykes-Picot anlaşması, Osmanlı Devleti’nin nasıl parçalanacağı, İngiltere ve Fransa arasında nasıl bölüneceğine dair anlaşmadır. 1915’te bu sözü alıyor Konstantin, senin olacak diyorlar. Böylece Rus Çarlığı savaşa giriyor. İngiliz ve Alman tarafların ikisi de kısa sürede biz kazanacağız diye düşünmüşler, fakat ikisi de birbirini yenemiyor, uzadıkça uzuyor. Böylece 1917’ye geliyoruz. 1917’ye gelince zaten ekonomisi zayıf olan Rusya artık yönetilemez hale geliyor. Hoşnutsuzluk Petrognad başta olmak üzere büyük kentlerde hem orduda, yani cephede hoşnutsuzluğu artırıyor. Hem kentlerdeki sivillerin, hem de cephedeki askerlerin hoşnutsuzluğu vardır. Unutmayalım, askerler de köylüdür. 1917’nin eski takvimle Şubat (Rus takviminde şimdi kullanılan takvimle 13 gün fark var.) ayında artık Çar’ın ülkeyi idare edemediği apaçıktır. Kentlerde yağmalar başlamıştır, orduda başkaldırmalar, kaçmalar vardır. Sonunda “Efendim siz tahttan çekilseniz.” deniyor ve Çar çekiliyor.
Çekilince her şey ortaya çıkıyor, 1917’nin Şubat Devrimi, toplumun gerçek tablosunu ortaya çıkarıyor. Toplumun birikmiş, büyümüş bütün sorunlarını ortaya çıkarıyor ve bu sorunların her birinin ifadesi toplumsal taleplerdir. Yani köylülerin talebi toprak, büyük talep ise savaşın sona ermesidir. Herkesin talebi tabii budur, fakat önce cephede çalışan askerlerinki budur. Köylülerin talebi topraklar bizim olsun
ve işçilerin talebi fabrikaları biz yönetelim şeklindedir. Bu üçü bir arada ortaya çıkmıştır. En önemli nokta budur. Çünkü Çar’ın vazgeçmesi ile bir geçici hükümet kurulmuştur. Geçici hükümet Kadetlerin, yani monarşi taraftarı olan sermaye sınıf partisinin ağırlığını taşıyor. Kadetlerin başındaki Milyukov bir profesör, yeni başbakan, “Savaşa son değil, biz kazanacağız.” çizgisiyle devam ediyor ve bir küçük isteği var, o da Konstantin. Yani İstanbul. Şubat Devrimi, Rus kapitalizmindeki düşleri değiştirmiyor. Fakat halkın talepleri bunlarla tamamen zıttır. İşte bu noktada şu berraklaşır: Halkın gerçek taleplerinin gereğini yapmayan, yapamayan bir sermaye sınıfı vardır. Şubat Devrimi bunu ortaya çıkarmıştır. “Savaşı kazanacağız, payımızı alacağız.” Çizgisi yeni kurulan hükümetle devam eder. Diğer partiler de sol partiler de dâhil başlangıçta, Rusya’daki Bolşevikler de dâhil bir geçici hükümet kurulsun ve biz onu destekleyelim; biraz kapitalizm olsun sonra biz onun icabına bakarız gibi bir düşüncedeler.
Bu tabloyu bir kişi değiştirmiştir, yıllardır İsviçre’de olan Lenin. Lenin’in Nisan ayında Rusya’ya dönüşü her şeyi değiştiriyor. Lenin gelir gelmez Nisan Tezleri diye bilinen Ekim Devrimi’nin ilk programının başlangıcı olan tezlerini okuyor. Petrograd’ta Sovyet’i Kşesinskaya Köşkü, Bolşeviklerin karargâhı olmuş, onun balkonunda Nisan Tezleri diye bilinen programı okuyor. (Şunu vurgulamak gerekir: Geçici hükümetin kurulmasıyla birlikte, aynı gün Petrograd Sovyet’i kuruluyor yeniden. Yani 1905’in devamı birden bire ortaya çıkıyor. Bu, başlangıçta bir grev komitesiymiş. Grev komitesi büyümüş, üyeleri artmış ve bütün fabrikalara yayılmıştır. Önce Petrograd’ta sonra Moskova’da ve sonra aşağı yukarı bütün kentlerde hızla Sovyetler kuruluyor. Bu Sovyetlerin adı işçiler ve askerler Sovyet’i.) Lenin’in Nisan Tezlerine gelirsek, özetle şunları vurguluyor: “Geçici hükümet var, iktidarım diyor fakat esas güç Sovyetlerde. İkili iktidar olmaz.” Birinci tez budur. İkincisi “Geçici hükümeti desteklemeyiz, çünkü zayıftır, yönetemeyecektir. Bu hükümet hiçbir çözümün hükümetidir.” Üçüncüsü, “Tüm iktidar Sovyetlere.” Yapılacak işler yani hedefler nelerdir: Savaşa son, toprak köylüye, kapitalizmin ekonomisi işçi yönetimine. Programı somuttur ve bunda hiçbir ödün söz konusu olamaz, hiçbir esneme yapmayız diyor. Dolayısıyla Lenin bu programda, devrime doğru giden süreçleri başlatıyor.
Onun için Ekim’e nasıl gidiliyor diye düşündüğümüzde şunu dikkatle görmemiz lazım. Bir kere Ekim, sadece monarşinin kökleştirdiği zorbalık rejimine karşı bir ayaklanma, bu nedenle ortaya çıkan bir darbe değildir. Bir zorbalığı alt edelimden ibaret değildir. Esas olarak, kapitalizmin halkın gerçek talepleri ile hiç ilgilenmemesi üzerine, bu taleplerin karşılık bulamaması üzerine bu taleplerin zemininde yeni bir düzen kurulması için hamledir. Geçici hükümetin sürekli değişmesi, değişik koalisyonlar oluşturulması, fakat hiçbir iş yapmaması üzerine halkın taleplerinin git gide keskinleşmesi ve bunlarla sadece Bolşeviklerin özdeşleşmesi en önemli noktadır. Bolşeviklerin sloganları, Nisan Tezleri’nden hareket ediyor. Somuttur. Yani “Tüm iktidar Sovyetlerindir” başlığı olmak üzere “topraklar köylüye” gibi maddeler halkın git gide benimsediği hedefler olur. Şubatla gelen hükümetlerin yönetememe hali devam ediyor, kronikleşiyor, halk katında git gide zayıflıyor ve iki yol ortaya çıkıyor. Yine, Lenin’in başta söylediği gibi ya devrime doğru gideceğiz ya da sermaye sınıfı faşizme gidecek, adeta 1905 yılı gibi olacak.
Çeşitli kitaplar vardır, bir tanesi John Reed’in “Dünyayı Sarsan On gün”, bir de Price diye bir İngiliz gazetecinin kitabı “Dispatches of Revolution”. Galiba o daha ilginç, çünkü “Dünyayı Sarsan On Gün” devrimi anlatıyor, Ekim Devrimi’nin o günlerini anlatıyor, Price daha geriden başlıyor. Price önce kırsalda, Volga’nın güneylerinden başlamak üzere bütün kırsalı gezmiş, orada köy komitelerinin kurulduğunu ve yine orada Sovyetlerin kurulduğunu görmüş. Hükümetin orada hiçbir etkisinin olmadığını görmüş. Hükümetin kendine sadece Kazaklardan (Don Kazaklar) destek aldığını görmüş, hükümetin nasıl zorbalık yaptığını, fakat halkın taleplerinin nasıl kitleselleştiğini görmüş. Petrograd’a geldiği zaman da devrim zamanında sermaye sahiplerinin bir tanesi Price’a şunu diyor: “Solcular geleceğine, Almanlar gelsin.”. Rusya, Almanlarla Price’a çarpışıyor. Çok ilginç, tipik bir sermaye sınıfı davranışı. “Solcular geleceğine düşman gelsin.” diyor. (Şimdi başka bir yere sıçrarsak şunu görüyoruz; ilginç bir şekilde 1935’in ortalarında Fransa’da bir sol koalisyon vardır, sosyalist parti ile komünist partinin halk cephesi koalisyonu vardır. Orada Fransız işverenleri şu sloganı yaratırlar: “Blum geleceğine Hitler gelsin.” Leon Blum, Fransız Sosyalist Partisi’nin başkanıdır, bildiğiniz gibi.) Sermaye sınıfının tercihi, her şeyden önce güçlü bir adam aramaktır. Güçlü adam kendilerinden de olabilir ama yoksa dışarıdan da olabilir. Şimdi burada da bunu görüyoruz, dolayısıyla Rus sermaye sınıfı yeni yetme bir sınıftır ve demir yumruklu bir adam aramaktadır.
Lenin’in söylediği de bu, demek ki öngörü burada çok önem kazanıyor. “Devrime doğru gidiyoruz.” diyor Lenin, “Gecikirse tarihi bir kusur olur mutlaka faşizm teşebbüsleri ortaya çıkacaktır.” Ağustos ayında Kornilov adında bir General Petrograd’a yürümeye başlıyor. Yani geçici hükümet başında Kerenski varken Darbeci General yürümeye başlıyor, gelip demir yumrukla işleri halletmek üzere, fakat püskürtülüyor. İşte Rus sermaye sınıfının aradığı adam o. Olamayınca devrim süreci hızlanıyor. Orada Lenin’e dönmek gerekiyor, çünkü tarihi kusur olan faşizm gelişi önlendikten sonra devrime nasıl gidileceği meselesi ön plandadır. Lenin o sırada aranmaktadır, çünkü geçici hükümet onun tutuklanmasını istemiştir. Onu kaçırıyorlar, yakında Finlandiya’da gizlenir, “Devlet ve Devrim” kitabını yazar. Bilmeyenler tabii şunu düşünebilirler: “Üstat pratik işlerle uğraşacağına oturup kitap mı yazdın?” diye. Kitapta şunu yazıyor: “Dünya kapitalizminin bu noktasında, dünyada halkların talebi bir kenara bırakılarak, halkları kurban ederek 20 milyon kişi öldü. Birinci Dünya Savaşı’nda, kendi içinde çarpışan kapitalizm hegemonyanın kime ait olacağını, bunun çatışmasını sürdürüyor. Halkların gerçek talebinin ortaya çıkmasını önlüyor. Rusya’da da durum bunun türevidir, çünkü halkların gerçek talebi ortaya çıkıyor, fakat bunu yönetebilecek bir siyasi sistem yoktur. Duma ile kurulan partiler içi boş bir parlamentarizm ile oyalanıyor ve hiç biri şu sözü söyleyemiyor fabrika yönetimleri işçi kontrolüne, çünkü bu ortamda fabrikalar yavaş yavaş kapanmaya başlıyor. Hâlbuki işlemesi lazım ki ekonomi ayakta kalsın. Dolayısıyla, somut hedeflerle ve bir bütünlük içinde idare edilmesi gereken bir durum var.
Lenin’in farklılığı şurada galiba, bir kere yükUnder sek bir entelektüel kapasiteye sahip. Geçmişinde felsefeden başlamak üzere tarih, siyaset, ekonomi yelpazesi çok geniş. Köklü bir analiz dünya çapında yapılamazsa, Rusya çapında bir analiz yapılamayacağına inanarak çalışıyor. Güçlü irade sahibi, gerçekçi ve 1917 için yeterli bir program ortaya koymuş ve gerekli ölçüde siyasal esnekliğe sahip, çünkü “topraklar köylüye” sloganı aslında Bolşeviklerin değil sosyal devrimcilerin sloganıdır. Onlar Rus köy komünü devam ederse oradan sosyalizme geçilir gibi bir tezin peşindeler eskiden beri. Toprakları dağıtırız eşitlik olur görüşü ana çizgileridir; oysa Lenin’in Nisan Tezleri’nde buna ilaveten, bir çiftlik modeli kurulmalı esası vardır. Sosyal devrimciler bunu pek dikkate almıyorlar, fakat Lenin onların tezinin köylülerce kabul edildiğini görüyor. Çünkü köylüler toprak istiyor ve daha ötesini düşünmüyorlar, yani “modern çiftlik kuralım” değil de adamlar 300 yıldır biriken toprak açlığıyla toprakları istiyorlar. Kapitalizm çözemediği bir mesele olarak görülüyor. Burada kapitalizmden çıkma sürecini dikkate almazsak devrim sürecini bağlayamayız. Başka deyişle, Nisan Tezleri’nin tamamlayıcısı “Devlet ve Devrim” kitaplarıdır.
17 Ekim Devrimi’nden sonra glasnosta kadar bir süreç yaşandı ve ondan sonra Sovyetler Birliği’nde bir süreç yaşandı. Bu Sovyetler Birliği’ndeki devrimin diğer ülkelerde bir yansıması vardı, etkisi vardı. Türkiye de bundan etkilenen ülkelerden birisi olarak görülüyor. Tabii bir sürü Latin Amerika ülkeleri de bundan etkilenen ülkelerdi. Şimdi belki o devrimi getirip de şuandaki Rusya’yı da belki bağlayabiliriz. Ya da 100. yılında dünyadaki etkilerinin geldiği nokta bakımından bu çok geniş olur. Ekim Devrimi’ne kadar sürecin oluşmasıyla Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar olan süreçteki kısaca etkileri bakımından niye o Ekim Devrimi başarılı olmadı durumunu özetleyecek bir şey olabilir belki. Çünkü şuan başka bir yönetim var, aslında belki de çok önemli olan kısmı, evet bu devrim başarısız oldu Sovyetler Birliği’nde, tüm ülkelerde de bir yansıması var, bir umut olmuştu işçilere pek köylü tabanlı görülmediği için bu işçi bakımından bir yansıması vardı toplumlarda ama onlarda da başarıya ulaşan bir şey olmadı. Küba’yı parantez içerisinde tutarsak, Küba’da da başka bir şeyden söz etmek mümkün, belki gelinen noktaları özetlersek.
Gelişmeler çok faktörlüdür tabii. Birincisi, devrimden hemen sonra devrimi ortadan kaldırmak için İngiltere ve Fransa’nın (daha sonra Amerika da katıldı buna) Rusya’da da eskiye dönüş rejimi kurma teşebbüsü. İçeride beyaz orduların kurulması, 1918’in başlarından itibaren ve 1918’in ilkbahar ve yaz aylarından sonra, doğrudan doğruya yabancı kuvvetlerin katılması, yani dıştan müdahale. Dolayısıyla iç savaşın başlaması. Beyaz ve kızıl ordular arasındaki iç savaş, 1920’lerin yaz aylarına kadar sürecek ve beyaz ordular teker teker yenilecekler. Başlangıçta bir kızıl ordu yoktu. Rus çarlığının 1917’de savaşabilecek ordusu kalmamıştı. Troçki, 1918’de kızıl orduyu kurmuş ve organize etmiştir, böylece geniş ölçüde iç savaşın kazanılmasında önemli rol oynamıştır. İç savaş 1920’de bittiği zaman, Sovyetler tam bir yıkım manzarasıydı. Sovyetler Birliği’ne üye olan Ukrayna, Orta Asya vb. tüm bunlar iç savaşı gördüler ve aralarındaki insanlar esas olarak iç savaşta kızıl orduyu desteklediler. Böylece Sovyetler ortaya çıktı. Lenin, 1923’ün başlarından itibaren artık yoktu, rahatsızdı ve 24’ün başında da öldü. Dolayısıyla daha sonraki dönem Lenin’in 1920’de başlattığı NEP yeni ekonomi politikası ki glasnostu da ona benzetiyorlar, ama değil. Yani ekonomi politikası bir anlamda kapitalizmin ajanları varsa ortaya çıksın, biz onları serbestleştirelim, ekonomi canlansın, fakat siyasal gelişme çizgisinde sosyalizme gidiş kaybolmasın politikası idi. Bu 1920’lerin sonlarına kadar sürdü. O arada da iktidar savaşı başladı içerde. Stalin, Troçki’ye komşu iktidar mücadelesini kazandı. Tezi “Sosyalizm dünyada sadece Rusya’da kurulabilir.” teziydi. Dünya dediği, gelişmiş kapitalist ülkelerdi, fakat Almanya başta olmak üzere oralarda olamadı. Olamayınca, Rusya dıştan destek alamadı, alamayınca kendisi çok zor koşullarda ağır bir sanayileşme hamlesine girişti. Ayrıca Stalin, 1930’larda devrimi yapan bütün kadroyu da tasfiye etti. Yani 30’lar çok yönlü bir dönemdir. Büyük bir kaynak seferberliği, büyük bir eğitim seferberliği, büyük bir şekilde eşitlik seferberliği müthiş bir örnek fakat siyasi olarak da ağır bir cerrahi operasyon.
Ama ondan sonra İkinci Dünya Savaş’ı geliyor. İkinci Dünya Savaşı’nı aslında Sovyetler kazandı, onların sayesinde kazanıldı. Kazanınca da dünyanın iki devletinden biri oldu. Yani Ekim Devrimi’nin gündemi tamamen değişti. Bir 1930’larla değişti, iki dünya savaşı ile değişti. Onun için “30’lardan itibaren Ekim Devrimi’nin yolundan gittik.” cümlesi tartışmalıdır. Stalin diyor ki: “Biz Ekim Devrimi’nin yolundan gittik.” Troçki diyor ki: “İhanet ettiler.” Dolayısıyla hala tartışılıyor. Daima halk hareketi olur, daima koşullar çok zor olabilir ama siyasi kişiler birikimleri yeterli değilse ve yüksel entelektüel kapasite sahibi değillerse bunu okuyamazlar. Bizde de Mustafa Kemal, devrim sürecini okumuştur. Tabii şunu da söylemek lazım, Ekim Devrimi olmasaydı biz cumhuriyete kavuşamazdık. Büyük desteği oradan aldık. Kurtuluş Savaşı’nda aylarca, para desteğinin ötesinde, Sakarya Savaşı’nda bütün topları ve mermileri oradan geldi. Çarlık Rusya’sı olsaydı Çar Nikolay, İstanbul’u almış olurdu. Bunun da ötesinde, 1917’nin Rusya’daki ilk geçici hükümetinin başbakanı sermaye partisinin başkanı Milyankov da İstanbul’u aynı hararetle istiyordu. Türkiye’nin bir milli mücadele vermesi Rusya’nın o geçici hükümeti ile imkânsızdı. Dolayısıyla bizim Sovyetler ile olan dostluğumuz, yani 1940’lara kadar süren dostluğumuz tesadüfî değil, olmasını biz bu koşullar içinde kendi gücümüzü seferber edebilmeye borçluyuz. Ama tersine şöyle bir şey de var, biz Çanakkale’yi korumamış olsaydık, büyük ihtimalle İngilizler girecekler ve çara, İstanbul’u vereceklerdi. İstanbul’u alan çarlık, savaş İngilizler lehine sonuçlanmış olsaydı başka şekilde güçlenmiş olacaktı. Ekim Devrimi olmayacaktı. Böylece Lenin de bütün yüksek kapasitesine rağmen, belki de İsviçre’de kalıp gidecekti, Dünya böyle şeylerle dolu. Ama burada önemli olan şey 1917 yılının 20. yüzyıl için önemini okumak, görebilmek, ne olacağını görebilmek. Tarihi olarak Fransız Devrimi için de buna benzer şeyler düşünülür. Ortaya çıktığı anın, tarihin o anının ne kadar değerli olduğunu görmek ve onun siyasi olarak gereğini yapabilmek. Ekim Devrimi’nin 100. yılında en önemli nokta budur. Bugünün ve yarının Türkiye’si için siyasilerimizin doğru değerlendirmesi gerekmektedir; halkın gerçek taleplerine geleceğe doğru bakmak, onları doğru okumak.
Pingback: İktisat ve Toplum Dergisi 84. Sayı – İktisat ve Toplum Dergisi