Sosyal bilimlerde derslerin işlenişine yönelik olarak yeni yaklaşımların ekonomik ve sosyal yapıyla uyumlu olması, sürdürülebilir kalkınma hedeflerine odaklanması ve kalkınma politikaları bünyesinde eşgüdüm içinde değerlendirilmesi çok önemlidir.
Giriş
Geçtiğimiz Ocak ayının üçüncü haftasında Maastricht Üniversitesi İşletme ve İktisat Fakültesi’nin (SBE) koridorlarında beklenmedik bir öğrenci hareketliliği yaşandı. Normal koşullarda, o hafta içinde öğrencilerin okul dışında sınav notu yerine geçecek olan “take-home exam” ödevleri üzerinde çalışmaları bekleniyordu. Ancak bu ödevler iptal edilmiş ve öğrenciler klasik sınava girmek üzere okula çağrılmıştı. Nedenini sorduğumda, bir meslektaşım şu cevabı verdi: Öğrencilerin pek çoğunun ödevlerini hazırlarken ChatGPT’den destek aldığı ortaya çıkmıştı. Üstelik dikkat çekmemek için öğrencilerin ChatGPT’den önemli olmayan hatalar yapmasını istedikleri yönde bir bilgiye de ulaşılmıştı. Yönetim ise çözüm olarak, bu ödevleri iptal edip klasik sınav uygulanmasına karar vermişti.
Şu anda pek çok okulda ChatGPT’yle büyük ivme kazanan yapay zeka dil modellerinin eğitim, akademisyenler, araştırmacılar ve öğrenciler üzerindeki etkisi tartışılıyor. Bu konuda iki temel görüş mevcut: İlk görüş, ChatGPT gibi modellerin kısıtlama ve kontrollerle kullanımının önüne geçmeye çalışmayı öneriyor. Bu amaçla OpenAI şirketinden ödevlerde ChatGPT’nin rolünü analiz edebilen programların hazırlanması talebinde bulunanlar bile oldu. Diğer bir görüş ise teknolojideki bu hızlı gelişmeleri olduğu gibi kabul etmek ve bununla birlikte yaşamayı öğrenmek gerektiğini savunuyor. Bunu yaparken yapay zeka dil modellerine yönelik etik unsurları tanımlamak ve geliştirmek ve üniversitelerdeki eğitimi bu yeni teknolojik gelişmelere uyumlu bir hale getirmek önem kazanıyor.
Bu sıcak gündemde, geçtiğimiz ay Maastricht Üniversitesi Eğitim ve Öğretim Merkezi (EDLAB) tarafından “Eğitim ve ChatGPT” başlıklı bir çalıştay düzenlendi. Çalıştaya ChatGPT’nin yetenekleriyle tanışmış olan personel ve öğrenciler büyük ilgi gösterdi. “Eğitimle ilgili olarak ChatGPT hakkında aklınıza ilk gelen nedir?” sorusuna verilen cevaplar dijital kelime bulutunda “zorluk, risk, sahtekarlık ve kriz” gibi kelimeleri içerdiği gibi “ilginç, heyecan verici ve hadi test edelim” gibi ifadeleri de kapsamaktaydı.
Etkinlik sonunda katılımcıların çoğunluğu ChatGPT’nin eğitim alanında kalıcı bir etki yaratacağı görüşü üzerine hemfikirdi. Bu nedenle toplantıda son olarak ChatGPT’nin mevcut eğitim stratejisine nasıl uyumlu hale getirilebileceği sorusu tartışıldı. Tartışma sonucunda kabaca şu resim ortaya çıktı; ChatGPT, Maastricht Üniversitesi’nde uygulanmakta olan problem odaklı eğitim (Problem Based Learning) modeline bir tehdit oluşturmuyordu.
Ancak yeni gelişmeleri mevcut eğitim yapısına entegre etmek kaçınılmaz görünmekteydi. Toplantıda, yapay zeka dil programlarının eğitimde kullanımı için etik kuralların oluşturulmasının, öğretmenlerin öğrencilerine bu modelleri kullanırken dikkat etmeleri gereken konularda rehberlik etmelerinin, öğretmenlerin araştırma ödevleri ve tezleri değerlendirirken daha dikkatli olmalarının önemi vurgulandı. Son olarak sınıf içi tartışmaların, sınıf içi yazılı ve sözlü sınavların ve sunumların özendirilmesi gibi konulara öncelik verilmesi konusunda uzlaşma sağlandı.
Türkiye’de iktisat eğitimi konusunda bugüne kadar birçok çalışma ve tartışma yapılmış olsa da, iktisat eğitiminin gelişen teknolojik gelişmelere adapte edilmesi gerektiği konusunda yeterli tartışma henüz gerçekleşmiş değil. Karşılıklı etkileşim, grup çalışması, iş birliği, araştırma becerileri ve sözlü ifade becerilerinin öne çıktığı problem odaklı eğitim modelinin benimsenmesi, kamu üniversitelerindeki iktisat fakültelerinde önemli bir fark yaratabilir.
Kamu üniversitelerine ve özellikle sosyal bilimlere vurgu yapmamın nedeni, bahsettiğim yöntemlerin Türkiye’de halihazırda bazı vakıf üniversitelerinde ve bazı kamu üniversitelerinin tıp fakültelerinde uygulanıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Yapay zeka dil programlarıyla dünya çapında üniversitelerde büyük yankı bulan gelişmelerin, Türkiye’de kamu üniversiteleri için “Gelişen yeni koşullarda nasıl bir eğitim?” sorusuna somut eylem planları hazırlayıp geliştirmeleri için bir fırsat olduğunu düşünüyorum.
Bu yazıda kısaca ChatGPT’yi tanıttıktan sonra, şu an iktisat bölümlerinin çoğunda yaygın olan büyük sınıflarda eğitim modelini ve yapay zeka dil modellerinin iktisat eğitiminde yaratabileceği etkileri problem odaklı eğitim yaklaşımı üzerinden tartışmak istiyorum.
ChatGPT nedir?
Tartışmaya geçmeden önce yapay zeka programları ile gelişmeleri henüz takip edememiş okuyucular için hızlı bir hatırlatma yapalım:
Bu yazının başlığında ChatGPT ismi geçmesine rağmen kastedilen, sayıları giderek artan yapay zekâ dil programlarıdır. ChatGPT’nin ön plana çıkmasının nedenlerinden biri, rakiplerinin önüne geçerek kısa sürede geniş bir kitleye ulaşabilmesidir. ChatGPT’yi geliştiren firma olan OpenAI’nin kurucu ortakları Sam Altman ve pek çok insanın yakından tanıdığı Elon Musk. Şirketin kuruluşunda büyük bir rol oynayan Elon Musk, daha sonra çıkar çatışmaları nedeniyle yönetim kurulundaki pozisyonunu bırakmak zorunda kalmıştır.
ChatGPT, doğal dil işleme konusunda yapay zeka teknolojilerini geliştirmek ve iyileştirmek için 2015’te kurulan OpenAI tarafından geliştirilen bir büyük dil modelidir. Büyük dil modelleri, doğal dil işleme alanında kullanılan yapay zeka sistemleridir ve birçok farklı amaç için kullanılabilirler. Örneğin, bir sohbet botu olarak kullanılabilir veya bir metin editöründe otomatik tamamlama ve yazı yazma işlevi olarak kullanılabilirler. Ayrıca, öğrenciler ve araştırmacılar gibi bilgiye erişim gereksinimi olan insanlar tarafından sorgulara cevap vermek için de kullanılabilirler. Geliştirilen yeni versiyonlarla birlikte çok daha fazla kullanım alanı yaratacaklarını öngörmek mümkündür. Bu yazı tamamlanmak üzereyken GPT-4 sürümü tanıtıldı ve yeni sürümün ABD’de liseden baro düzeyine kadar çeşitli alanlarda ve seviyelerde gösterdiği sınav-test performansı ve yapabilecekleriyle ilgili olarak (görsel, metin vb. yükleme, internete erişim özellikleri) kamuoyunda büyük bir heyecan uyandırdığını söyleyebiliriz.
Çalışmalara 2015 yılından itibaren başlanmış olsa da, Kasım 2022’de piyasaya sürülen ChatGPT, daha önceki versiyonlara kıyasla (ilk versiyon-2018) daha gelişmiş bir modeldi ve özellikle doğal dil işleme konusunda büyük bir ilerleme kaydetmişti. Bu nedenlerle, ChatGPT, piyasaya sürülmesinin ilk haftasında bir milyon kullanıcı sayısına ulaştı, Ocak 2023’te ise 100 milyon kullanıcı eşiğini geçti (Altman, 2022; DemandSage, 2023)
ChatGPT’nin ortaya çıkışından sonra, yapay zeka dil programları alanındaki rekabet giderek arttı. Örneğin, Facebook tarafından geliştirilen RoBERTa ve Google tarafından geliştirilen BERT gibi büyük dil modeli teknolojileri, ChatGPT’yle aynı seviyede kabul edilmektedir. Microsoft, OpenAI şirketine ciddi ölçüde yatırım yaparak, yapay zeka dil modellerini arama motoru Bing ve ofis programlarına entegre ederek, bu tür modellere erişimi önemli ölçüde kolaylaştırmış ve yaygınlaştırmış oldu.
Yapay zeka dil modelleri çok kısa bir zaman diliminde büyük bir ivme yakalayarak dünya çapında kendisine önemli bir yer buldu. Gelecekte bu gelişmelerin istihdam, verimlilik ve yeni iş alanları üzerindeki etkisinin çokça tartışıldığını göreceğiz.
Yapay zeka dil modellerinin insanlığı yükseltip yükseltmeyeceği veya insanlığı yükseltecek buluşların ortaya çıkmasını sağlayacağı konusunda kuşkular var. Teknoloji şirketleri, bu gelişmelerin insanlığı yükseltmek, küresel ekonomiyi hızlandırmak ve yaratıcılığa katkı sağlamak için yeni keşiflere yardımcı olacağını ileri sürse de, zaman bize bu modellerin ne kadar başarılı olabileceklerini gösterecektir.
Türkiye’de İktisat Eğitimi
Türkiye’de iktisat eğitiminin nasıl olması gerektiği konusunda uzun bir süredir akademik dergilerde, konferans ve çalıştaylarda ve sosyal medyada oldukça yararlı tartışmalar yürütülmektedir. Ancak, bu tartışmalar daha çok iktisat eğitiminin içeriğine odaklanmış durumdadır ve derslerin işleniş biçimine ilişkin analizler bu çalışmalarda yeterince yer bulamamaktadır.
Bu platformlarda “İktisat eğitimi nasıl olmalıdır?” sorusu genelde şu eksenlerde tartışılmaktadır:
-Ders programlarının içeriği (çoğulculuk –heteredoks yaklaşımlar),
-Programda seçmeli derslerin oranı,
-Programda iktisat derslerinin oranı,
-İktisat eğitiminde matematiğin rolü,
-İktisat eğitiminin gerçek hayatla bağlantısı.
Bu tartışmalarda iktisat eğitiminde geleneksel öğretim konusunda pek detaya girilmemektedir (başlıca kaynaklar kaynakçada sunulmaktadır). Bu yazıda farklı olarak gelişen yeni koşullarda iktisat derslerinin nasıl verilebileceği konusunda bir tartışma yürütmek istiyorum.
İktisat bölümleri arasında kontenjan, programların içeriği ve derslerin veriliş biçimi açısından önemli farklılıklar olabiliyor. Burada her okulun kendine özgü özelliklerine değinmek mümkün olmadığı için genel bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Türkiye’de uzun yıllar boyunca pek çok kamu üniversitesinde iktisat bölümlerinin kontenjanı oldukça yüksek tutulmuştur. Örgün öğretimin yanı sıra ikinci öğretimlerin de eklenmesiyle öğretim üyelerinin ders yükü oldukça artmıştır. Yeni açılan üniversitelerde iktisat bölümlerinde öğretim üyesi sayısının yetersizliği bu yükün daha da artmasına neden olmuştur.
100’den fazla öğrencinin kayıt yaptırdığı bölümlerde ve öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının çok fazla olduğu koşullarda, derslerin işlenmesi için en pratik yöntem geleneksel öğretimdir.
Geleneksel öğretim, genellikle büyük bir sınıfta öğretmen tarafından öğrencilere bilginin aktarıldığı didaktik bir öğretim şeklidir. Öğretmen, büyük bir öğrenci grubuna ders veren tek bilgi kaynağıdır. Dersler genellikle yüzlerce öğrencinin katılabileceği büyük amfilerde gerçekleşir. Öğrenciler, sınıfta pasif bir şekilde oturarak öğretmenden bilgi edinmek için dersi takip eder.
Büyük derslerin en önemli avantajı çok sayıda öğrenciyi tek bir derste bir araya getirerek üniversitenin daha fazla öğrenciye ders vermesine imkan tanımasıdır. Öğrenciler, alanlarında iyi olan öğretmenlerden ders alma şansına erişirler ve bu öğretmenler, öğrenciler için rol model olabilir. Dersler, karşılıklı etkileşim için çok uygun olmasa da, öğrenciler açısından standart bir eğitim sunar. Bazı okullarda derslerin bir kısmına entegre edilen problem çözme dersleri, ders programına eklenen uygulama dersleri ve seçmeli derslerin bolluğuyla geleneksel eğitimin etkinliği arttırılmaya çalışılır.
Ancak, büyük derslerin önemli dezavantajları da vardır. Çoğu zaman derslerde öğretmen ve öğrenciler arasında çok az etkileşim vardır. Derslerin interaktif işlenmesi pek mümkün değildir. Öğrenciler pasif bir şekilde ders dinlemeleri sonucunda sınıfın geri kalanıyla bağlantı kurmakta zorlanabilir ve bu durumda kendilerini sınıfta kaybolmuş hissedebilir.
Aynı zamanda ezber odaklı bu tür derslerde öğrenciler derste öğrendikleri bilgiyle gerçek dünyadaki problemleri anlamakta ve çözebilmekte zorlanabilir. Sonuçta öğrenciler öğrenilen kavramları anlamadan ve gerçek problemlere nasıl uygulayacaklarını bilmeden içeriği ezberleme eğilimindedir. Ezberleme sonucunda ise dört yıllık eğitim hayatında öğrenilen (kritik) bilgiler stok olarak depolan(a)mamakta, ve belli bir süre sonra unutulabilmektedir. Benim de aralarında bulunduğum çok sayıda akademisyen, öğrencilerin bir önceki dönem öğrendikleri kritik bilgileri hatırlamada, geri çağırmada problem yaşadıklarına şahit olmaktadır.
Geleneksel Öğretim ve Değişen Dünya
Bu yazı 1970’lerde yazılıyor olsaydı büyük bir ihtimalle geleneksel öğretimin olumlu taraflarını tartışıyor olurduk. Bu yapıda bilginin kaynağı öğretmendir ve öğretmen, öğrencilerin bilgiye erişmesine yardımcı olur. Dersin işleyişi, ders kitaplarına dayalıdır. Öğrencilerin öğrenmesi genellikle gerçek dünya örneklerinden bağımsızdır. Bunun nedeni, bilginin genellikle bağlamdan bağımsız olarak öğretilmesidir.
Ancak günümüzde gelişen teknolojiyle birlikte çeşitli kanallar üzerinden bilgiye ulaşmak çok kolay ve hızlı hale geldi. Bugün bir üniversitede öğretim elemanından (bilgi aktarımının ötesinde) öğrencilerin sahip oldukları bilgiyi nasıl kullanabilecekleri, diğer bilgilerle nasıl ilişkilendirebilecekleri konusunda rehberlik etmesi beklenmektedir.
Bu ihtiyaç özellikle gelişmiş toplumlarda çok daha görünür durumdadır. Bunun bir nedeni geleneksel eğitimin günümüzün mevcut sosyal ve ekonomik problemlerine çözüm üretmede yetersiz kalması iken, diğer bir neden ise gelişen ekonomik yapıların analitik düşünme, problem çözme becerisi, yaratıcılık ve birlikte çalışma becerisi gibi özellikleri öncelemesinden kaynaklanmaktadır.
Buradan geleneksel eğitim yönteminde öğrencilerin bu özellikleri geliştirmedikleri sonucunu çıkarmak doğru olmaz ancak uzun bir süredir yapılan çalışmalar küçük sınıflarda işlenen derslerin ve uygulanan probleme dayalı öğrenme eğitiminin öğrencilerin öğrenim sürecinde çok daha etkili olduğunu göstermektedir (Mergendoller, Maxwell ve Bellisimo, 2006; Yew ve Goh, 2016).
Küçük sınıflar öğrencilerin etkileşimini arttırır ve öğretmenlerin kişisel dikkatini sağlar, bu da öğrencilerin daha iyi anlamalarına ve farklı bakış açılarıyla etkileşim kurmalarına yardımcı olabilir.
Problem Odaklı Öğrenme Sistemi (Problem Based Learning, PBL)
Problem Odaklı Öğrenme (PBL), öğrencilerin problem çözmeyi öğrenmelerine ve düşünme becerilerini geliştirmelerine yardımcı olan bir öğretim modelidir. Bu model, öğrencilerin bilgi ve becerileri entegre edebilmelerini, takım olarak nasıl çalışacaklarını öğrenmelerini ve eleştirel düşünme becerilerini geliştirmelerini amaçlamaktadır.
PBL ilk olarak 1950’li yıllarda ABD’de ve Kanada’daki üniversitelerin tıp fakültelerinde kullanılmaya başlanmıştır. Geniş öğrenci kitlelerine verilen geleneksel bilgi yüklü derslerin, öğrencilerin bilgi ilişkilendirme ve entegre etme, başkalarıyla çalışma ve hastalarla iletişim kurma becerisinde etkili olmadığı görülmüştü (Hung, Jonassen, & Liu, 2008) Geleneksel bilgi yüklü derslerin öğrencilerin becerilerini geliştirmede yetersiz kalması sebebiyle PBL modeli, öğrencileri problem ortaya koyma ve çözmeye dahil eden bütünleştirici bir çalışma programına yönlendirmek için tercih edilmiştir.
PBL sistemi bu okullarda başarılı sonuçlar verince 1970’lerden bu yana dünya çapında yayılmış ve tıp eğitiminin yanı sıra diş hekimliği, hukuk, mühendislik, eczacılık, halk sağlığı gibi diğer disiplinlerde de uygulanmaya başlamıştır (Camp, 1996; Boud ve Feletti, 1998). Bugün uluslararası ve ulusal yazında yer alan çok sayıda araştırma, birçok farklı disiplinde bir öğretim yöntemi olarak PBL’in hızlı ve kapsamlı bir şekilde yaygınlaştığını ve geleneksel öğretime kıyasla öğrenme süreci üzerinde olumlu etkilerini vurgulamaktadır. Bu alanda seçme çalışmalar kaynakçada yer almaktadır.
PBL’nin temel özelliği, dersin içeriğinin karmaşık, gerçek dünya problemleri bağlamında tanıtılmasıdır. Probleme dayalı öğrenmede gruplar halinde çalışan öğrenciler mesleki bir problemi çözme sorumluluğunu üstlenir. Burada öğrenme hem bilgiyi hem de uygulamayı içerir. Bilgi ve bu bilginin kullanımı önemlidir. Problem öğrenme için bir uyarıcı olarak kullanılır. Problemler tipik olarak dağınık, kötü tanımlanmış ve öğrencilerin gerçek hayatta karşılaşacakları problemlerin temsilcisidir.
Sayıları 5 ve 15 arasında değişen PBL gruplarındaki öğrencilerin bilgi peşinde koşmak için ders kitaplarının ötesine geçmeleri gerekir. PBL’de, öğrencilerin bir takım olarak sorunları çözmeleri gerekir. İş birliği, öğrenme süreci için esastır. Geleneksel derslerin aksine, öğrenciler öğrenme sürecinde aktif katılımcılardır ve birbirleriyle rekabet etmek yerine diğer öğrencilerle iş birliği yapmaya teşvik edilir.
PBL Modeli: Maastricht Üniversitesi İşletme ve İktisat Fakültesi (SBE) Örneği
PBL modelini erken benimseyen okullardan biri Hollanda’da yer alan Maastricht Üniversitesi’dir. Daha önceki adıyla Limburg Üniversitesi’nde tıp alanında 1970’lerde tanıtılan PBL modeli bugün üniversitenin tüm birimlerinde uygulanmaktadır.
Bu sistemde PBL derslerine girebilmek için öğretmenlerin öncelikle iki gün süren eğitimlere katılıp PBL sertifikası almaları gerekiyor. Bu eğitimlerde PBL sistemine göre öğretmenlerin nelere dikkat etmesi gerektiğinin altı çiziliyor. Geleneksel eğitimden farklı olması sebebiyle programın içeriği klasik pedagojik formasyon derslerinden önemli farklılıklar gösteriyor.
Geleneksel öğretimden gelen biri olarak PBL derslerinde başlarda çok zorlandığımı söylemeliyim. Yıllarca kalabalık gruplara amfilerde ders anlattıktan sonra, derslerde “hayalet bir gözlemci” konumunda müdahale etmemeye özen göstermek hiç kolay değildi. PBL sınıflarında tartışmaları ve dersi yöneten (ve öğrenciler arasında her hafta değişen) bir “lider” zaten mevcut. Öğretmenden beklenen, ancak tartışmanın yoldan çıkması veya tartışmaların tıkanması gibi durumlarda derse müdahale etmesi. Giriş ve ders sonunda yaptığı özetleyici konuşmalar dışında, öğretmen çoğunlukla sınıf içi tartışmaları ve öğrencilerin aktif katılımını gözlemlemekle meşgul olmaktadır.
Formasyon derslerini organize eden uzmanlar daha sonra dersler başladığında sertifikalarını almış ve derslere girmeye başlayan öğretmenlerin bir PBL dersine misafir olarak katılmakta, bu ders kayıt altına alınmakta ve arkasından öğretmenle yapılan toplantıda öğretmenin sınıf içi performansı birlikte analiz edilmektedir. Her dönem sonunda öğrenciler öğretmenlerin performansını değerlendirmektedir. Bir öğretmenin skoru ortalama veya kritik bir puanın altında ise yine toplantılarla eksikliklerin nereden kaynaklandığı anlaşılmaya çalışılmaktadır. Performansı yüksek olan öğretmenlere ise yıl sonunda ödül törenlerinde plaket ve ödüller verilmektedir.
PBL sisteminde dersler genellikle büyük sınıflarda kalabalık bir gruba verilen geleneksel ders, 10-15 kişilik öğrenci gruplarıyla yapılan PBL ve analitik beceriler dersleri olmak üzere üç ders üzerinden yürütülmektedir.
Örneğin mikro iktisat dersinde 100’ün üzerinde öğrenci öncelikle geleneksel eğitime dayalı bir şekilde büyük bir amfide derse girmektedir. Burada dersin öğretmeni slayt, akıllı tahta kullanımı vb. yardımıyla geleneksel eğitimde olduğu gibi temel bir ders kitabındaki konuları işlemektedir. Ders slaytları önceden okulun kapalı devre web sistemine yüklenmekte ve dersler kayıt altına alınarak öğrencilerin erişimine sunulmaktadır. Katılımı isteğe bağlı olan haftalık derslerin amacı, bilgi aktarımının yanı sıra, öğrencileri bir hafta sonraki PBL sınıfında işlenecek olan ana temalarla tanıştırmaktır.
Öğrenciler bu ana dersten sonra 10-15’erli gruplara ayrılarak dönem boyunca PBL ve problem çözme/analitik yaklaşım olmak üzere mikro iktisat dersinin altında iki farklı derste bir araya gelmektedir.
Bu derslere paralel olarak öğrencilere yazma becerileri eğitimi de verilmektedir. Bu eğitim farklı bir birim tarafından organize edilmekte ve temel mikro dersle ilgili konularda yazma ödevlerini içermektedir. Yazma becerileri eğitimini geçmek, mikro iktisat dersini geçmek için gerekli bir önkoşuldur.
Büyük dersi veren hoca ve bölümden iki yardımcısının derslerin koordinatörü olarak dönem öncesinde büyük bir hazırlık yapması gerekmektedir. Koordinatörler, ana dersin slaytları ve konularının yanı sıra, PBL ve analitik dersleri için gerekli materyalleri önceden hazırlamak zorundadır. Dersler başlamadan önce koordinatörlerin PBL ve analitik derslerini verecek öğretmenlerle bir araya gelerek onlara materyalleri tanıtmaları ve dersin işlenişi hakkında bilgi vermeleri gerekmektedir.
Yüzde 75 devam şartının olduğu bu derslerde öğrencilerin önceden ilgili hazırlıkları yapmaları, tartışmalara aktif olarak katılmaları ve tartışma lideri olma sorumluluğunu ciddi bir şekilde taşımaları beklenir. Aksi halde derslere katılım sağlansa bile bir öğretmenin öğrenciyi derste bırakma hakkı vardır.
Tartışmalarda derslerde anlatılan konularla ilgili olarak günlük ekonomik problemlerin tartışılmasına özen gösterilmektedir. Bu problemler hükümetlerin akaryakıta koyduğu yüksek vergiler üzerine olabildiği gibi, nitrojen salınımının sınırlandırılması amacıyla çiftçilere üzerine getirilmek istenen kısıtlarla veya pandemi sonrasında başta havalimanları olmak üzere hizmet sektöründeki yaşanan emek sıkıntısıyla ilgili de olabilmektedir.
PBL Sistemi ve Eleştiriler
Bu sistemde karşılaşılan zorluklar belli bir standardı oluşturmak konusunda engel oluşturmaktadır. Örneğin, Her PBL grubunda aynı konular işlenmesine rağmen, bazı gruplarda tartışmalar diğerlerine göre daha verimsiz geçebilmektedir. Ders saatlerinin farklılığı öğrencilerin performansını etkileyebildiği gibi öğretmenler de derslere müdahale açısından farklılıklar gösterebilmektedir. Örneğin bazı öğretmenler derslerde kendisini tutamayıp geleneksel ders anlatımına geçebilmektedir. Ayrıca PBL modeli bazı derslerde çok uyumlu olabilirken, istatistik ve matematik gibi derslerde kullanışlılığı azalabilmektedir. Tüm bunlar PBL eğitiminde bir standart yakalanmasının önüne geçebilmektedir. Ayrıca fiziki şartlar da PBL modelini en çok zorlayan unsurlardandır. PBL sistemi çok sayıda dersliğe ve yine çok sayıda öğretmene ihtiyaç duymaktadır. Özellikle fakültedeki tüm birimlerin bu sistemi uygulaması ciddi bir plan ve koordinasyon gerektirmektedir.
PBL Sistemi ve ChatGPT
Öğrencilerin problem çözme ve analitik düşünme sürecinde önemli rol oynayan PBL sisteminin teknolojik gelişmelerden etkilenmemesi mümkün değil. Örneğin, son zamanlarda öğrencilerin dijital okuryazarlık becerilerini geliştirmesi, PBL’nin yeni hedefleri arasında yerini aldı. Teknoloji destekli yeni PBL sisteminde sınıf içi tartışmaların, görüntü ve ses analizlerinin, ders içi yazma görevlerinin artması, yazılı çalışmaların görsel sunumlarla desteklenmesi, teknolojik gelişmelerin eğitime yansıtılması hedefleri öncelikler arasına alındı.
Yazının başında belirttiğim üzere yapay zeka dil modellerinin etik kurallarının tanıtılması ve öğrencilere bu modelleri nasıl kullanabilecekleri konusunda rehberlik hizmeti sunulması da yeni PBL sisteminin önemli bir parçası haline geldi. Örneğin ChatGPT akademik yazı yazarken kolaylıkla tespit edilebilen tutarsızlıklar sergileyebiliyor, gerçek olmayan referanslar verebiliyor. Öğrenciler bu konu hakkında uyarılırken kendilerinden üretilen içeriği iyileştirmeleri istenerek ChatGPT derslere entegre edilebilir.
Sonuç
Bu yazıda, gelişen teknolojik trendlere karşı iktisat eğitiminin alabileceği tutumu, problem odaklı eğitim sistemi üzerinden tartışmayı amaçladım. Ancak genel bir değerlendirme yaparak makro düzeydeki görüşlerimi de aktarmak istiyorum.
Sürdürülebilir kalkınma, dijitalleşme ve küreselleşme gibi alanlara odaklanan, disiplinlerarası iş birliğini teşvik eden ve toplumsal sorunlara çözüm arayışını hedefleyen okullarda, probleme dayalı öğrenme sisteminin başarılı sonuçlar verdiğini söylemek mümkündür. Ayrıca, yapay zeka dil modelleriyle uyumlu olabilme özelliği, bu eğitim sisteminin önemini giderek arttırmaktadır.
Ancak bu yazıdan yola çıkarak, Türkiye’deki kamu üniversitelerinde hemen her alanda PBL modeli uygulanması fikri değerlendirilirken dikkatli olunmalıdır.
Eğitim sistemi ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullardan, sosyal ve beşeri sermayesinden ve kalkınma politikalarından bağımsız olarak değerlendirilemez.
Emek yoğun, düşük ve orta katma değer üretiminin baskın olduğu (ve değişime yönelik çabaların olmadığı) bir yapıda, PBL modelinin büyük ihtimalle istenen düzeyde verim sağlamayacağı, hatta ihtiyaç duyulan iş gücü özellikleri ile sahip olunan özellikler arasındaki mevcut uçurumu daha da arttırabileceği açıktır.
Bu nedenle, sosyal bilimlerde derslerin işlenişine yönelik olarak yeni yaklaşımların ekonomik ve sosyal yapıyla uyumlu olması, sürdürülebilir kalkınma hedeflerine odaklanması ve kalkınma politikaları bünyesinde eşgüdüm içinde değerlendirilmesi çok önemlidir.
Kaynaklar
Altman, S (2022) https://twitter.com/sama/status/1599668808285028353 ChatGPT launched on wednesday. today it crossed 1 million users! (5/12/2022)
Boud, D., & Feletti, G. (Ed.). (1998). The challenge of problem-based learning. Psychology Press.
Bulutay, T (2012) : Iktisattaki Yeni Gelişmelerin Işığında Iktisat
Eğitimi, Discussion Paper, No. 2012/38, Turkish Economic Association, Ankara
Camp, G. (1996). Problem-based learning: A paradigm shift or a passing fad?. Medical Education Online, 1(1), 4282.
Çımat, A., & Daşkıran, F. (2014). İktisat, Türkiye’deki eğitimi ve iktisadi yenilik. İktisadi Yenilik Dergisi, 1(2), 1-17.
DemandSage (2023) https://www.demandsage.com/chatgpt-statistics
Dolmans, D. H., De Grave, W., Wolfhagen, I. H., & Van Der Vleuten, C. P. (2005). Problem‐based learning: Future challenges for educational practice and research. Medical education, 39(7), 732-741.
Eren, E. (2012) : Küresel Bunalım, Iktisat Eğitimi ve Yeni Iktisat,
Discussion Paper, No. 2012/103, Turkish Economic Association, Ankara
Görün, F. (2015). İktisat Eğitimi Üzerine Bir Kaç Not. Ekonomi-tek, 4(3), 1-8.
Hmelo-Silver, C. E. (2004). Problem-based learning: What and how do students learn?. Educational psychology review, 16, 235-266.
Hung, W., Jonassen, D. H., & Liu, R. (2008). Problem-based learning. In Handbook of research on educational communications and technology (pp. 485-506). Routledge.
Kazdağlı, H. (2015). Dördüncü Sanayi Devrimi’ne girerken iktisat eğitimi. Ekonomi-tek, 4(3), 9-67.
Mergendoller, J. R., Maxwell, N. L., & Bellisimo, Y. (2006). The effectiveness of problem-based instruction: A comparative study of instructional methods and student characteristics. Interdisciplinary journal of problem-based learning, 1(2), 49-69.
Norman, G. R., & Schmidt, H. G. (1992). The psychological basis of problem-based learning: A review of the evidence. Academic medicine, 67(9), 557-65.
Süalp, M.N. (2012) : Iktisadın, Bir Bilimsel Öğreti Alanı Olarak, Eğitimi,
Discussion Paper, No. 2012/42, Turkish Economic Association, Ankara
Yew, E. H., & Goh, K. (2016). Problem-based learning: An overview of its process and impact on learning. Health professions education, 2(2), 75-79.
Ruben, E. (2012) : Iktisat Öğretimi Üzerine Bir Yazın Taraması,
Discussion Paper, No. 2012/50, Turkish Economic Association, Ankara
Sayı: İktisat ve Toplum Dergisi 150Sayfa Aralığı: 31-42
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.