Davranışsal İktisadın Gelişimi – Devrim Dumludağ, Ester Ruben (İTD 58)


 

Günümüzde davranışsal iktisadın, iktisat teorilerinin varsayımlarını daha gerçekçi psikolojik temellere oturtarak standart iktisat teorilerinin açıklama gücünü arttırdığı yönündeki görüş büyük bir çoğunluk tarafından kabul görmektedir. Buradan hareketle psikolojik temeller üzerine kurulu varsayımların ve modellerin (teorilere derinlik kazandırarak) ekonomik davranışları daha sağlıklı analiz edeceğine, daha güçlü tahminlerde bulunulabileceğine ve daha iyi iktisat politikalarının ortaya çıkabileceğine inanılmaktadır.

Ancak çok değil, yakın geçmişe kadar davranışsal iktisat bir alan olarak ortada yoktu. Klasik dönemde Smith, Mill, Bentham, yakın dönemde ise Duesenberry, Galbraith, Liebenstein gibi önemli isimlerin çalışmalarında psikolojik faktörler yer alsa da iktisatçıların büyük bir çoğunluğu psikoloji’ye karşı kuşkucu ve mesafeli bir yaklaşım sergilemekteydi.  Pek çok iktisatçı psikolojik kısıtların modellenmesine gerek olmadığını düşünmekteydi. O halde bu noktaya nasıl geldik? Bu yazıda klasik dönemden günümüze iktisat ve psikoloji arasındaki bazen güçlenen, bazen kopma noktasına gelen ilişki incelenmektedir.

Erken Dönem

Her ne kadar iktisat ve psikoloji bilimlerinin sistematik birlikteliğini 1980’li yıllara dayandırsak da, bu birlikteliğin ilk izlerini Adam Smith dönemine kadar geri götürmek mümkündür. Smith, gerek “Ahlaki Duygular Kuramı”nda gerekse  “Ulusların Zenginliği”nde insan psikolojisi üzerine görüşlerini belirtmiştir.

Adam Smith ve Ahlaki Duygular Kuramı Eserindeki İnsan Anlayışı:

Bir ahlak felsefecisi olan Adam Smith, insan duygu ve davranışlarıyla ilgili düşüncelerini ilk olarak 1759 yılında yayınlanan “Ahlaki Duygular Kuramı” adlı eserinde ayrıntılı olarak açıklamıştır.  “Ahlaki Duygular Kuramı” adlı eserinde Smith’e göre insan davranışının belirleyici ilkesi “sempati”dir. Yani, insanların başkalarının acı ve sevinçlerini paylaşma, başkalarını kendi acı ve sevinçlerine ortak etme eğilimleridir. Ama bunun yanında “kendini sevme” ilkesi de açıklayıcı bir unsur olarak yer alır. İnsan sosyal bir varlık olduğu, yani başkaları tarafından bakılan ve değerlendirilen, bu bakışlara ve değerlendirmelere her şeyden fazla önem veren bir varlık olduğu için, bu iki ilke birbiriyle çelişmez. (Buğra, 1995: 97) Bu kitabında Smith, sempati ve kendini sevme ilkesini ekonomik faaliyetin açıklanmasında da kullanır.  İnsanın neden maddi durumunu iyileştirmek için çalışıp didindiği, neden doğal ihtiyaçlarından daha fazlasına sahip olmak için uğraştığı sorularını ele alır. Smith’e göre: Zenginliklerimizi sergileyip yoksulluğumuzu saklamamız, insanlığın acımızdan çok sevincimize sempati duyma eğilimi taşımasındandır…  Dünyadaki bütün bu çabaların başka ne amacı olabilir?  Zengin kişi zenginlikleriyle gururlanır, çünkü onların doğal olarak dünyanın ilgisini üzerine çektiğini düşünür. Yoksul kişi ise, bunun aksine yoksulluğundan utanır. Yoksulluğunun onu, ya diğer insanların bakışlarından gizlediğini, ya da kendisine bakan olursa, bakanların çektiği sefalet ve üzüntü karşısında kardeşçe duygular besleyemeyeceklerini düşünür. (Smith, 1759: 112-113, aktaran: Buğra, 1995:98)

Burada Smith’in sempati ilkesinin, Mandeville’in “Arılar Masalı” adlı eserindeki insanların övgüye ve onaylanmaya duydukları ihtiyaç vurgusundan etkilendiğini söyleyebiliriz.[1] Mandeville, her insanın onaylanmak istediğini, iltifat ve övgüden hoşlandığını söylemişti. Dolayısıyla bir ahlaki erdemi insanlara kabul ettirmek için onay ve övgüden yararlanılabileceğini vurgulamıştı.  Smith ise insan davranışlarının altında yatan en önemli etkenin sempati olduğunu, insanların başkalarının gözünde nasıl göründüklerine yani başkaları tarafından nasıl değerlendirildiklerine çok önem verdiklerini belirtiyor. Başkalarının gözüne sempatik görünme isteği altında onaylanma, övgüye değer bulunma arzusu yatar.  İnsan olarak hepimiz onaylanmak, övgüye değer bulunmak isteriz. Başkaları bizi beğensin, bize karşı sempati duysunlar isteriz. Bu açıdan bakıldığında sempati ilkesiyle, onaylanma ve övgüden alınan haz arasında paralellik vardır.

Smith’in “Ahlaki duygular Kuramı” ile Mandeville’in “Arılar Masalı” eserlerinde belirtilen görüşlerdeki temel fark neyin öncelikli olduğunda. Mandeville’e göre bencillik insanların temel ve doğal eğilimidir ve insanların bencilce dürtülerine göre davranmaları da topluma fayda sağlar. Yani Mandeville, insan davranışındaki temel dürtüyü bencillik, çıkarcılık olarak açıklar. Smith ise “Ahlaki Duygular Kuramı”nda insan davranışının ardındaki temel dürtüyü sempati yani başkalarının gözündeki değerimiz olarak ele alır. “Ahlaki Duygular Kuramı”nda bahsedilen “kendini sevme” ilkesi, bencillik boyutuna ulaşmamış, sağlıklı ve gerekli bir öz sevgidir. (Ruben, 2013:31)

Geleneksel iktisadın üzerine basa basa vurguladığı insanın temelde ve her şeyin üzerinde bencil olduğu konusuna Smith’in “Ahlaki Duygular Kuramı”nda hiç yer verilmez.

Adam Smith ve Ulusların Zenginliği Eserindeki İnsan Anlayışı

Smith, “Ahlaki Duygular Kuramı”nın yayınlanışından tam on yedi yıl sonra 1776 yılında yayınlanan “Ulusların Zenginliği” adlı, iktisat dünyasına damgasını vurmuş, en çok bilinen eserinde artık sempati ilkesinden söz etmez. Bu yeni kitabındaki açıklayıcı ilke yalnızca kişisel çıkar arayışı ve takas ve mübadele eğilimidir.  Smith’e göre insan, yalnızca kişisel çıkar dürtüsüyle hareket eden bir yaratık değil, aynı zamanda, istediğini diğer insanlarla değişim ilişkilerine girerek elde eden bir varlıktır. (Buğra, 1995 101-102)

Belirtmek gerekir ki Smith’in kendisi, iki eserindeki insan tanımları arasında bir çelişki görmüyordu. Söz konusu iki çalışmasını birbirinin tamamlayıcısı olarak görüyordu. Smith inanıyordu ki her insanın başkaları tarafından kabul edilmek gibi temel bir arzusu vardır. Bu sempatiyi kazanabilmek için insanlar saygı ve hayranlık kazanacak şekilde hareket ederler.  Ekonomik hayatta bu, alıcı ve satıcının her ikisinin de yaptıkları işlemden karşılıklı olarak yarar gördüğü kişisel çıkar demektir.  Smith ekonomik ilerleme ve zenginliğin, sempati ve hayırseverliğin ön şartı olduğunu ileri sürer. (Skoussen, 2003: 24)

Jeremy Bentham’ın Faydacı Yaklaşımı ve Geleneksel İktisadın İnsan Anlayışı

Geleneksel iktisadın kişisel çıkar dürtüsüyle hareket eden insan modeli, Jeremy Bentham’in 1789 yılında yayınlanan “Ahlak ve Yasama İlkelerine Giriş” kitabındaki faydacılık felsefesiyle tamamlanır. Geleneksel iktisadın temel taşlarından birini oluşturan “faydacı felsefe”nin kökleri psikolojik hedonizme (hazcılık) uzanır. Psikolojik hazcılık, insanın tüm eylemlerinde başvurabileceği tek ölçütün acıdan kaçınıp hazza ulaşmaya çabalamak olduğunu öne sürer. Bu görüşe göre insanlar kaçınılmaz olarak hazların peşine düşerler ve tüm eylemlerinin amacı aldıkları hazzı en yüksek düzeye çıkarmaktır. Bentham’ın, doğanın insanı iki egemen efendinin, haz ve acının, yönetimi altına yerleştirdiği savından yola çıkarak oluşturduğu psikolojik hazcılığı, bütün güdülenimin mevcut ya da olası haz umuduna dayandığını savunur.  (Ulaş, 2002:648)

Psikolojik hazcılık, geleneksel iktisat teorisinin temelini oluşturan “çıkarı peşinde koşan insan” tanımının da altyapısını belirler. Geleneksel iktisat teorisine göre her insanın davranışları, faydasını en çoklaştıracak, zararını da en aza indirecek şekilde belirlenmektedir. Aynı zamanda bir insanın faydasını en çoklaştırmasının, içinde bulunduğu toplumun da faydasını en çoklaştırdığı görüşü hâkimdir. Yani kişisel çıkarlarla toplumun çıkarları arasında uyuşmazlık olabileceği konusu tamamen göz ardı edilmiştir. Geleneksel iktisat teorisi böylece, zevk ve acının hesaplanmasından ibaret bir alan olarak algılanmıştır. Böylece faydacı ahlak felsefesinin temelini oluşturan hazcı psikoloji, geleneksel iktisat teorisine güçlü bir şekilde yön vermiştir.

Marjinal Devrim, İktisat ve Psikoloji

On dokuzuncu yüzyıl boyunca iktisatçılar psikolojik faktörlere gönderme yapmaya devam ettiler. Ancak yirminci yüzyılın başında iktisatçıların analizlerindeki psikoloji vurgusu giderek azalmaya başlamış, dönemin ortasına doğru iktisatçıların psikoloji bilimine bakışı tamamen kuşkucu olurken, pek çok iktisatçı iktisat-psikoloji işbirliğini reddetmiştir.

Bunun iktisat cephesindeki temel nedeni mantıksal pozitivizmin etkisiyle iktisadın somut, gözlenebilir olgulardan hareket etmesi, giderek matematiksel hale gelmesi ve (doğa bilimlerine öykünme sürecinde) diğer bilimlerle iş birliğini dışlayarak saf iktisadi analizlere yönelmesidir. On dokuzuncu yüzyıl ortalarında bilim dalının adının “siyasal iktisat” (politicaleconomy) yerine “iktisat” (economics)’a dönüşmesinin altında yatan nedenlerden biri de budur. Siyasal iktisat sınıf analizlerine, devletin rolüne ve iktisat dışı faktörlere analizlerde yer verirken, saf iktisat anlayışı ile birlikte sınıf analizi ortadan kalkmış, başta psikolojik faktörler olmak üzere kurumsal, siyasal ve tarihsel pek çok faktörün ekonomik davranışlar üzerindeki etkisi analiz dışında bırakılmıştır. Örneğin Edgeworth, Jevons, Walras ve Pareto gibi iktisatçılar insan davranışlarında algıların, dürtülerin ve tepkilerin rolünü ve bunlar arasındaki ilişkiyi incelerken, yirminci yüzyılda Lionel Robbins’in “rasyonel tercih teorisi” ana-akım iktisadın merkezine oturmuştur. Ekonomik davranışların temelindeki psikolojik faktörler teorinin dışında bırakılmış ve “ekonomik insan” mevcut tüm bilgiye erişebilen, kendi çıkarı için rasyonel davranan ve zenginlik arzulayan biri olarak karikatürize edilmiştir. (Robbins, 2007)

İktisat bilimi psikolojiden giderek uzaklaşırken, psikoloji cephesinde ise bilim dalının yeni doğuyor olmasının dezavantajları söz konusuydu.  Dönemin iktisatçıları kendi disiplinlerinin doğa bilimleri gibi olmasını arzu ederken, o zamanlarda henüz doğmakta olan psikolojiye bilimsel olmadığı gerekçesi ile kuşkuyla yaklaşıyorlardı.  İktisatçıların psikolojiye mesafeyle yaklaşmalarının bir nedeni disiplinin güçlü olmayan temelleri iken, bir diğer nedeni ise Bentham’ın hazza yönelik varsayımlarının yeni kuşak iktisatçılar arasında pek hoş karşılanmamasının etkisidir.

Ancak bu dönemde psikolojinin iktisattan uzaklaşması çok hızlı olmamıştır. Pozitivist yaklaşıma yönelik olarak psikolojik faktörlerin ve rasyonel davranışların arkasındaki kısıtları vurgulayan eleştiriler devam etmiştir. Örneğin yirminci yüzyılın ilk yarısında Irving Fisher ve Vilfredo Pareto, insanların ekonomik davranışlarında ne hissettikleri ve nasıl düşündükleri ile ilgili geniş spekülasyonlar yapmışlardır. Bu dönemde psikolojik temellere yönelik en önemli katkılardan biri J. M. Keynes’ten gelmiştir. Keynes piyasa aksaklıklarının ortaya çıkmasında tüketicilerin psikolojik eğilimlerinden finansal piyasalarda rasyonel olmayan spekülatif davranışlara kadar psikolojik faktörlerin rolüne değinmiştir. İlerleyen dönemde davranışsal makro iktisat Keynes’in eleştirilerinden hareketle gelişmiştir. (Akerlof, 2001)

Davranışsal İktisadın Ortaya Çıkışı

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında iktisat ve psikoloji arasındaki ilişki yeniden canlanmaya başlamıştır. Bu ilişkinin gelişmesinde Herbert Simon’un dikkate değer çabalarının katkısı göz ardı edilemez. Siyaset bilimi, sosyoloji, bilgisayar, işletme ve ekonomi gibi çok sayıda alanda araştırmalar yapan Herbert Simon erken dönem davranışsal iktisadın ortaya çıkmasında ve yükselmesinde büyük rol oynamıştır. Bu çalışmaların davranışsal iktisat açısından buluştukları ortak nokta, karar almanın (decisionmaking) merkezde yer almasıdır. Simon, karar almaya yönelik yaptığı çalışmalarla 1978 yılında iktisat alanında Nobel ödülünü almaya hak kazanmıştır. Karmaşıklık (complexity), sınırlı rasyonellik (boundedrationality) kavramlarından hareketle karmaşık yapıların güçlü bir analizi için yapay zekâ ve bilgisayar teknolojileri, insan ve bilgisayar etkileşiminin gerekliliğini vurgulamıştır. Kurumsal iktisat alanındaki çalışmalarında Simon, organizasyonlarda karar alma sürecinde belirsizliğin, sınırlı rasyonelliğin rolünü ilk vurgulayan isimlerden biri olmuştur.  İlerleyen süreçte “sınırlı rasyonellik” davranışsal iktisadın ana temalarından birini oluşturmuştur. Ancak Simon’un bu çalışmalarına rağmen 1960’lara kadar “davranışsal iktisat” bir disiplin olarak iktisat yazınında kendisine yer bulamamıştır.

İktisat ve psikoloji arasındaki ilişkinin tekrar gündeme gelmesinde yirminci yüzyıl ortasından itibaren psikoloji biliminde meydana gelen dönüşüm de önemli bir rol oynamıştır. Psikolojide davranışçı ekolün egemen erken olduğu dönemde (öğrenme süreci dikkate alınmayıp)sadece “uyarı” ve “tepki” insan davranışlarında belirleyici olurken; uyarı ve tepki arasında gerçekleşen tüm bilişsel süreçler de kara kutu olarak isimlendirilerek görmezden gelinmiştir. Davranış psikolojisi (behavioralpsyhology) sadece görülür ve gözlenebilir şeylere odaklanmış, (görülemeyen) zihin, akıl ve zekânın insan davranışlarına olan etkisi göz ardı edilmiştir. Bu durumda davranışçı psikoloji insan davranışlarına yönelik yapısal analizini zihin faktörüne referans vermeden yapmaya çalışmıştır.

Ancak bilişsel devrimin ardından davranışsal psikoloji baskınlığını yitirmiş ve bu ekolde savunulan hipotezler(tamamı olmasa da) çürütülmeye başlanmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra teknolojinin gelişmesiyle birlikte davranışlara ilişkin analizlerde yeni tekniklerin kullanılması sonucu “bilişsel devrim” ile birlikte “zihin” ve “içsel psikolojik süreçler” önem kazanmıştır. Herbert Simon’un da katkıda bulunduğu “Bilişsel Devrim” (cognitiverevolution) zihinsel süreçlerin en geniş anlamda incelenmesidir. Zihinsel süreçler doğrudan gözlenemezler, ancak gözlenebilir olan davranışların incelenmesi ile bilişsel süreçler hakkında çıkarımlar yapılabilir. Bu durum da ekonomik davranışların ve belirleyicilerinin incelenmesine olanak sağlamıştır.

Simon’un görüşlerinden ciddi biçimde beslenen erken dönem davranışsal iktisat çalışmaları genelde ana-akım iktisada eleştirel yaklaşmış, standart iktisat teorisinde modellerin ve varsayımların eksikliklerine ve aykırılıklarına odaklanmışlardır. Bu açıdan bakıldığında erken dönem davranışsal iktisat çalışmalarının ayırt edici özelliği bilişsel psikolojinin (cognitivepsychology) sezgilerini kullanarak ana-akım modele alternatif bir model oluşturma kaygısıdır. (Earl 1988; Giladand Kaish 1986) Özellikle bu dönemde rasyonellik varsayımı sorgulanmış, neo-klasik iktisatçıların rasyonelliğin dayanaklarını tanımlarken yeterince ciddi olmadıkları eleştirisi getirilmiştir. (Simon, 1955) Ancak davranışsal varsayımları kullanarak (alternatif) iktisat modelleri oluşturma ve bunları test etmeye yönelme çabaları, matematiksel modellere gömülmüş olan ana-akım iktisat alanında neredeyse hiç kabul görmemiştir.

Ana-akım iktisat verili bir fayda fonksiyonu ile analize başlarken, ilk dönem davranışçılar ise davranışları anlamaya yönelik olarak ampirik yasaları bulmaya odaklanmışlardır. Böylelikle (neo-klasik iktisatçılarının yapmaktan kaçındığı) insan davranışlarının doğru ve düzgün bir şekilde açıklanmasını kendilerine hedef olarak belirlemişlerdir. Neoklasik yaklaşım rasyonellik ve fayda maksimizasyonu arasında yakın bir ilişki kurarken, erken dönem davranışsal iktisatçılar neoklasik varsayımlardan uzaklaşarak insan davranışlarının ve davranışsal modellerin karmaşıklığı nedeniyle davranış analizlerinde bilgisayar simülasyonlarına başvurmuşlar, ampirik bulgularla savlarını güçlendirmeyi amaçlamışlardır.

Bu dönemde Richard Cyert, James March ve Herbert Simon gibi Carnegie grubu kısıtlı firma davranışı, rasyonellik, karar alma süreci ve simülasyonlar üzerinde çalışmalar yürütürken; Michigan’da George Katona’nın öncülüğündeki grup ise iktisat psikolojisi araştırmalarına yönelmiş;  tüketici davranışları ve makroekonomik konuları çalışmıştır. Diğer araştırmacılar ise saha çalışmaları yürüterek belirsizlik ve koordinasyon, eklektizm gibi konuları incelemişlerdir.

Davranışsal İktisatta Yakın Dönem

Zamanla psikolojideki gelişmeler davranışsal iktisadın gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. 1960’larda psikologlar (cognitive) davranışlar ve zihin ilişkisi, problem çözme ve karar alma süreçlerine ilgi duyarak araştırmalar yürütmüşlerdir.

1970’lerde Kahneman, Tversky gibi psikologlar daha öncekinden farklı olarak standart iktisat teorisini referans almaya başlamıştır. Bu durum ilerleyen zamanlarda davranışsal iktisatta eski ve yeni ayrımının ortaya çıkmasına neden olmuş, kendisini ana-akımın içinde konuşlandıran “yeni davranışsal iktisat” giderek güçlenmiş ve 1990’larda iyice baskın hale gelmiştir.

Yeni yaklaşımın erken dönemden en önemli farkı Kahneman ve Tversky’nin çalışmalarında ortaya çıkmaktadır. Erken dönem yaklaşım ana-akımın reddine ve alternatif model arayışına odaklanırken yakın dönem çalışmalarda standart modelin ana yapısı korunarak bilişsel kısıtlara ve sapmalara yönelik varsayımlar revize edilmiş ve aykırılıklar alternatif teorilerle açıklamaya çalışılmıştır.  Bu tür bir yöntemin kullanılması kısıtlı rasyonelliğin (boundedrationality) modellenmesine imkân vermiştir. Simon’un düşündüğü radikal çıkışa kıyasla standart ekonomiye çok daha yakın olan bu yaklaşımda başta Kahneman olmak üzere pek çok araştırmacı rasyonel bireyi çıkış noktası kabul ederek psikolojiyi iktisada entegre etmeye çalışmıştır. (Kahneman 2003)

Deneysel iktisat alanında yapılan çalışmalar risk altında karar alma sürecinde kayıptan kaçınma ve kazanç elde etme arasındaki oranların aynı olmadığını ortaya koymuştur. Bir başka ifade ile insanlar belli bir referans noktasından hareketle benzer kayıp ve kazanç ihtimallerine farklı tepkiler verebilmektedir. Örneğin on lira kazanç ve on liralık kayıp ihtimalleri bireyler için oran olarak aynı anlama gelmemektedir.

Davranışsal yaklaşımlar, bireylerin finansal piyasalardaki kar/zarar analizinin yanında tasarruf davranışlarını anlamak için de kullanılmaktadır. Finans alanında geniş bir veri setinin varlığı hipotezlerin test edilmesini kolaylaştırmaktadır. Mevcut çalışmalar piyasaların etkin işleyişi yaklaşımına ters düşen sonuçlar sunarak arbitrajın, öğrenmenin ve gelişimin ötesinde davranışsal finansın önemini ortaya koymaktadır.

Finansal davranışlarda sıkça vurgulanan “kayıptan kaçınma” (lossaversion) aynı zamana mutluluğa yönelik olarak nispi gelir hipotezinde referans olarak kullanılmaktadır. Nispi gelir hipotezine göre kişiler sosyo-ekonomik şartlarını başkaları ile (genellikle çevresindekiler: aile, akraba, iş arkadaşları gibi) karşılaştırırlar ve mutlulukları bu karşılaştırmalardan etkilenir. Bulgular kendisinden daha iyilerle yaptığı karşılaştırmanın bireyin mutluluğunu olumsuz etkilediğini ancak kendisinden daha kötü durumdakiler ile karşılaştırmanın bireyin mutluluğunu aynı ölçüde arttırmadığını, hatta çoğu durumda bu karşılaştırmanın (aşağı doğru karşılaştırmanın – downwardcomparison) mutluluk üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığını göstermektedir. Bu durumda insanlar kayıplara kazançlar arasında bir asimetri vardır, bir başka ifade ile kayıplar kazançlara göre çok daha büyük görünmektedir. (Kahneman ve Tversky 1984; Tversky ve Kahneman 1991)

Sonuç

Standart iktisat teorisi bugün sosyo-ekonomik işleyişe dair pek çok şeyi anlamamızda çok önemli bir rol oynamaktadır. Ancak fayda maksimizasyonu ve rasyonellik varsayımlarından hareketle iktisat modellerinin açıklama gücü azalabilmektedir. (Arrow 1986) Bu durumda standart iktisat teorisinin açıklama gücünü arttırmaya yönelik olarak iktisatta davranışsal yaklaşımlar büyük önem taşımaktadır.

Sonuç olarak davranışsal iktisadın günümüzde iyice kabul görmüş durumda olduğunu, bu alanda yapılan çalışmaların sayısının giderek arttığını ve gelişen teknolojilerle birlikte kullanılan zengin yöntemlerle bu alandaki katkıların daha da artacağını söylemek mümkün görünüyor. Bugün davranışsal iktisat alanında çalışmalarıyla Nobel almış araştırmacıların sayısı, bu alanda düzenlenen çok sayıda konferans, kongre ve çalıştay, düzenli olarak yayınlanan çok sayıda dergi, ABD’ ve Avrupa’da önde gelen üniversitelerde davranışsal iktisat alanında lisansüstü programlarının ve araştırma merkezlerinin varlığı davranışsal iktisat alanının giderek güçlendiğinin somut göstergeleri olarak karşımıza çıkmaktadır.

KAYNAKÇA

Akerlof, G. (2001). Behavioral Macroeconomics and Macroeconomic Behavior, Prize
Lecture, December 8, 2001  http://www.nobelprize.org/nobel_prizes/economic-
sciences/laureates/2001/akerlof-lecture.pdf

Arrow, K. J. (1986). Rationality of self and others in an economic system. Journal of
Business
, 385-S399.

Bentham, J. (1970); An Introduction to the Principles of Moralsand Legislation, J.H Burns
(Ed.), H.L.A. Hart, Athlone Publishers, Londra.

Buğra, A. (1995).İktisatçılar ve İnsanlar, İletişim Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul.

Camerer, C. F.&Loewenstein, G.& Rabin, M. (2011). Advances in behavioral economics.
Princeton University Press.

Earl, P. E. (1988). Psychological economics. Development, Tensions, Prospects.

Frey, B. S.& Stutzer, A. (2002). What can economists learn from happiness
research?. Journal of Economic literature, 402-435

Gilad, B.& Kaish, S. (1986). Handbook of Behavioural Economics. Vol. A. JAI Press.
Greenwich. CT

Irzık, G. & Buğra, A. (1998); İnsan Doğası, İnsan İhtiyaçları ve İktisat, Sosyal Bilimleri
Yeniden Düşünmek
(Yayına Hazırlayan: Toplum ve Bilim & Defter Dergileri Ortak
Çalışma Grubu) içinde, s: 34-41.

Kahneman, D.&Tversky, A. (1979). Prospecttheory: An analysis of decision under
risk. Econometrica: Journal of the Econometric Society, 263-291.

Kahneman, D.&Tversky, A. (1984). Choices, values, andframes. American
psychologist
39(4), 341.

Kahneman, D. (2003). Maps of boundedrationality: Psychology for Behavioral
Economics. American economic review, 1449-1475.

Kahneman, D. (2003). A psychological perspective on economics. The American Economic
Review,
93(2), 162-168.

Mandeville, B. (1970); The Fable of theBees, ed: P. Harth, Penguin Boks, Londra.

Rabin, M. (1998). Psychology and economics. Journal of economic literature, 36(1), 11-46.

Robbins, L. (2007). An essay on the nature and significance of economic science. Ludwig von
MisesInstitute.

Ruben, E. (2013). İktisadın Unuttuğu İnsan, Bağlam Yayınları, İkinci baskı, İstanbul.

Shleifer, A. (2000). Inefficient markets: An introduction to Behavioral Finance. Oxford
University Press.

Simon A. H. (1955). A Behavioral Model of Rational Choice. The Quarterly Journal of
Economics,
69(1): 99-118.

Smith, A. ( 1976). The Theory of Moral Sentiments, Liberty Classics, Indianapolis.

Smith, A. ( 1993). Wealth of Nations, Oxford World’s Classics, NewYork

Skoussen, M. (2003). Modern İktisadın İnşası, Liberte Yayınları, Ankara.

Toplum ve Bilim & Defter Dergileri Ortak Çalışma Grubu (1998).Sosyal Bilimleri Yeniden
Düşünmek
, Metis Yayınları, İstanbul.

Tversky, A.&Kahneman, D. (1974). Judgment under uncertainty: Heuristics and biases. Science185(4157), 1124-1131.

Tversky, A.,&Kahneman, D. (1991). Lossaversion in risklesschoice: A reference-dependent model. The Quarterly Journal of Economics, 1039-1061.

Ulaş, S.E. (2002). Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara.

Weisskopf, W. (1996). Yabancılaşma ve İktisat, Anahtar Kitapları, Birinci Baskı, İstanbul.

¨ Yıldız Teknik Üniversitesi, İİBF, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü.

ª Marmara Üniversitesi, İktisat Fakültesi İktisat Bölümü, Maastricht Üniversitesi Ekonomi Bölümü

[1] Bernard Mandeville’in 1705 yılında yayınlanan “Arılar Masalı”  fabl şeklinde yazılmış bir nazım eserdir.

Devrim Dumludağ, Marmara Üniversitesi İktisat Bölümünden mezun olduktan sonra, yüksek lisans ve doktora eğitimini Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamladı.Yazdığı doktora tezi Osmanlı Bankası Müzesinin düzenlediği Bankacılık ve Finans Tarihi Araştırma Yarışması’nda mansiyon ödülü aldı. 2008 yılında Hollanda’da University of Groningen’de ekonomi bölümünde post-doc, 2009 yılında Rotterdam Erasmus Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak bulunan Devrim Dumludağ 2012-2014 yılları arasında Maastricht Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak görev yaptı. Devrim Dumludağ halen Maastricht Üniversitesi ve Rotterdam Erasmus Üniversiteleri ile işbirliği halinde tüketim, mutlak gelir, nispi gelir ve yaşam memnuniyeti konularında projeler yürütmektedir. Ulusal ve uluslararası literatürde mutluluk, doğrudan yabancı yatırımlar ve kurumlar üzerine çeşitli makaleleri yayınlanan Devrim Dumludağ, halen Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde görev yapmaktadır.