Dışa Açıklık Sürecinde Döviz Arzı, Faiz ve Enflasyon İlişkisinin Gelişimi: Enflasyonla Mücadelenin Yöntemi Ne Olmalı? – Işın Çelebi, Ahmet Tuğşad Doğukan, Emrullah Vermez


 

GİRİŞ

Günümüzde ekonomik yönetim zorlaştıkça, problemlerin çözümü uzadıkça, kısa dönemli kararların alınmasının daha kolay olduğuna inanılmıştır.

Bu bakış açısıyla, (döviz kuru – faiz – enflasyon) – cari işlemler açığı ve yabancı kaynak girişinin durumunu analiz etmek için: (Kur – Enflasyon), (Faiz – Enflasyon) ilişkileri gibi ekonomik göstergeler ayrı ayrı ele alınarak kısa dönemli değerlendiriliyor ve yorum yapılıyor. Bu yöntemin kolay olduğu için tercih edildiğini görüyorum.

Bu analizden ortaya çıkan temel görüş, kısa dönemli olarak döviz kurunun baskı altına alınıp enflasyonun düşürülebileceğidir. Oysa bu uygulama, yurt içinde üretilen ürünlerin uluslararası fiyatlarının artmasına neden olmaktadır.

Bu süreçte ihracat ve turizm gibi döviz kazandırıcı hizmetlerin bir nevi cezalandırılması, çözüm olarak anlatılmaktadır. Döviz kuru bir nevi baskı altına alınarak ve döviz rezervleri eritilerek çözüm aranmıştır.

Bunun sonucu olarak, döviz kurunun sadece enflasyonu düşürücü etkisi düşünülerek piyasalara bırakılmıyor. Bu anlayış kalıcı çözüm getirmiyor.

Burada ihracat, rekabet gücü ve verimlilik artışından daha çok, sadece döviz kuru ve faiz üzerinden sonuç alınmaya çalışılıyor. Ayrıca ithalatı yapan ülkenin talebinin çok daha önemli olduğu tezi ileri sürülmektedir.

Oysa bu görüşlerin sonuçlarına baktığımızda bu kararlar, anı kurtarmayı hedefleyen kararlardır. Ekonomik yaşam için başarı getirecek orta – uzun dönem geçerli olan, tutarlı ve kalıcı sonuçlar değildir.

Çünkü:

  • (Kur – Faiz – Enflasyon) ilişkisi içinde ayrı ayrı ve tek tek ele alınarak analiz yapıldığında eksik sonuçlar vermektedir. Bu değişkenler birbirleriyle bir bütünün parçaları olarak, eş zamanlı ve senkronize hareket ederler. Genel denge teorisi içinde yeni bir denge düzeyi ve belirli bir akım içinde yeni bir denge yapısı oluştururlar. Örneğin, enflasyon sorunu genel dengesizlik hâlidir.
  • Sadece (kur – faiz – enflasyon) ilişkisi üzerinden çözüm üretmeye çalışmak, bir ölçüde kısa vadeli düşünmektir. Anın problemini çözmek içindir. Bu önerilerin 30 – 90 günlük süreler içinde etkili olacağı düşünülmüştür.
  • Döviz satarak döviz kurunu tutma ve borçlanarak döviz rezervini arttırma politikası, bu anlayış içinde kısa vadeli ve geçici çözümler getirmektedir. Oysa bu uygulamalar, orta ve uzun vadeli uygulamaların bir parçası olmalıdır.
  • Sadece (kuru ve faizi) kutsallaştırmak, kısa dönemli çözümlerden fayda beklemek anlamına gelmektedir.
  • Buna karşılık ABD, Almanya, Japonya, Çin ve Güney Kore gibi ülkeler, ekonomilerinin verimliliğini arttırmakta, teknolojilerini geliştirmekte ve rekabet gücünü fazlalaştırmaktadır.

Bunun sonucu olarak döviz arzı artmaktadır. Bu uygulamalar, gerçekçi ve tutarlı çalışmalardır. Bu anlayışa karşı bizim uygulamalarımız nasıl gelişiyor?

  • Esas çözülmesi gereken ana problem, sorunun çözümü, orta ve uzun dönemli kalıcı olarak;
    1. Rekabet gücünün yükseltilmesini sağlamak,
    2. Verimlilik göstergelerinin geliştirilmesinin temin edilmesi,
    3. Üretkenliğin arttırılmasıdır.

Bunların sonucunda orta vadede piyasalarda (kur – faiz ve enflasyonda) kalıcı denge oluşacaktır.

  • Teknik donanımı zayıf olan ülkelerde, imalat sanayinin güçlenmesi gerekiyor. Bugün imalat sanayimizin ihracatının dünya ticareti içindeki payı %1 civarındadır. Bu oran hemen hemen uzun zamandır hiç değişmemektedir.
  • Kısa vadeli yaklaşımlarla emeği ucuzlaştırarak satmak, çözüm olmaktan öte ciddi sorunlar getirmektedir.
  • Kısa dönemli çözümler yarını feda etmek demektir.

 

KUR – FAİZ – ENFLASYON İLİŞKİSİ VE SON DURUM

21 Mart 2024 tarihinde politika faiz oranı %45’ten %50’ye çıkarıldı.

Son haftalarda (kur – faiz – enflasyon) ilişkisi üzerine birçok değerli arkadaşımız görüş belirtti.

Bu görüşleri çok dikkatle inceledik.

Kurun ve faizin enflasyon üzerindeki etkisinin %50 düzeyinde olduğu söylendi. Buna karşı TCMB’nin enflasyon raporunda, kurun, enflasyona etkisinin Aralık 2023’te %20 seviyelerinde olduğu açıklandı.

Daha sonra, iktisat bilimindeki birçok önemli isim kur – faiz – enflasyon üzerine görüş belirttiler.

Bu tartışmalar üzerine, derinlemesine araştırmalar ve çalışmalar yaptık. Bu çalışmalar içinde:

  • Elif Feyza Özcan Kodas ve Serdar Yürek’in “State-Dependency in Price Adjustment: Evidence from Large Shocks” makalesinden,
  • Yusuf Emre Akgündüz ve Salih Fendoğlu’nun çalışmalarından,
  • Abdullah Kazdal, Selçuk Gül ve Demirhan Demir’in çalışmalarından yararlanılmıştır.

Burada vardığımız temel sonuçlar şunlardır:

  • (Kur – faiz – enflasyon) ilişkisi incelenirken tek tek ele almak doğru sonuçlar vermiyor.

Bu temel değişkenleri eş zamanlı ve senkronize bir bütünlük içinde ele almak gerekiyor.

  • Enflasyona yalnızca bir para politikası konusu olarak bakmanın doğru olmadığını yaşayarak defalarca öğrendik.
  • Bu çalışmayı genel denge teorisine göre ele almanın doğru olduğunu anladık. Bu sürecin genel dengeyi tetiklediğini ve tekrar yeni bir genel denge düzeyini oluşturduğunu gördük.
  • Sadece kur ve enflasyon ilişkisini tek bir lineer denklemle tasarlayarak, tek başına kurun enflasyona etkisini hesaplamanın doğru olmadığını fark ediyoruz.

(Burada kur – enflasyon – faiz ilişkisinde, tek başına kur – enflasyon etkisinin sınırlı olduğunu görüyoruz.)

  • Enflasyonun temel belirleyicileri olan maliyet değişkenlerinde (örneğin; döviz kuru – ücretler ve ithal fiyatlar) büyük artışların gözlemlendiği dönemlerde, bu artışların enflasyonu ne ölçüde etkileyeceği sorusu da beraberinde gelmektedir.
  • Oysa, kısa dönemde (kur – faiz – enflasyon) üçgeni kadar ön plana alınması gereken temel konulardan biri de orta vadeli (üretimin – verimliliğin ve teknoloji düzeyinin) ihracatın ithalatı karşılama oranının ve döviz arzının etkisi ve bu faktörlerin arttırılması gerekliliği net biçimde görülmektedir.
  • Diğer bir önemli konu, YD – ÜFE (Yurt Dışı – Üretici Fiyatlar) endeksinin, kurların enflasyona etkisini anlatan bir gösterge olmamasıdır. Daha çok ihracat fiyatlarını ve maliyetleri gösteren bir endeks niteliğindedir. Bu nedenle YD – ÜFE’ye dayalı analizler doğru sonuçlar vermemektedir.
  • Büyük şokların (kur – faiz – enflasyon) ilişkilerinde, makroekonomik gelişmelerin enflasyona etkisinin daha hızlı ve etkili olduğu görülmektedir.
  • Son iki ayda döviz talebi ve döviz kuru artışı beklentisinin hızlanması da güvensizliği arttırmaktadır.
  • Ayrıca faiz artışının seçim öncesi yapılması. Son iki ayda döviz kurunu belli bir düzeyde tutmak için 20 milyar USD döviz rezervi eritilmiştir.

GERÇEK ENFLASYONU GÖSTEREN GSYH ZIMNİ DEFLATÖRÜ VE TÜFE YILLIK ORTALAMA İLİŞKİSİ

Özellikle gerçek enflasyonu bize gösteren GSMH zımni deflatörü (GSMH hesaplamasına giren on bine yakın ürün üzerinden) ve TÜFE (400 ürün üzerinden) yıllık ortalama ilişkisi 2020 yılından itibaren bozulmaya başlıyor (TÜİK rakamlarına göre).

 

Tablo 1. TÜFE – Deflatör ve Bazı Göstergeler 2002-2023

Yıllar Uluslararası Doğrudan Yatırımlar (Giriş, Milyar $) İhracatın İthalatı
Karşılama Oranı (%)
TÜFE
(Yıllık Ortalama Değişim, %)[1]
GSYH Zımni Deflatörü (Gerçek Enflasyon)[2] Deflatör ve TÜFE Arasındaki Fark
2002 1,10 69,94 44,96 37,60 -7,36
2003 1,70 68,15 21,60 23,30 1,70
2004 2,80 64,76 8,60 12,40 3,80
2005 10,00 62,92 8,18 7,10 -1,08
2006 20,20 61,28 9,60 9,40 -0,20
2007 22,00 63,08 8,76 6,20 -2,56
2008 19,90 65,37 10,44 12,00 1,56
2009 8,60 72,48 6,25 5,40 -0,85
2010 9,10 61,38 8,57 7,00 -1,57
2011 16,20 56,02 6,47 8,20 1,73
2012 13,70 64,45 8,89 7,40 -1,49
2013 13,60 61,91 7,49 6,30 -1,19
2014 13,30 66,30 8,85 7,40 -1,45
2015 19,30 70,68 7,67 7,80 0,13
2016 13,80 73,82 7,78 8,10 0,32
2017 11,20 68,91 11,14 10,96 -0,18
2018 12,50 76,65 16,33 16,56 0,22
2019 9,50 85,97 15,18 13,90 -1,28
2020 7,70 77,28 12,28 14,80 2,52
2021 12,90 82,97 19,60 29,00 9,40
2022 13,70 69,88 72,31 96,00 23,69
2023 10,60 70,70 53,86 67,50 13,64

 

Buradan da görüyoruz ki TÜİK’in rakamları güvenilirlik ve belirsizlik sorununun artmasına yol açıyor.

Bir değişkenle değerlendirme yapmak: Büyüme, istihdam (işsizlik oranı), enflasyon, makro ilişkiler, aylık göstergeler ise mikro ilişkilerdir.

Büyümenin kalkınmaya dönüşmesi için, refahın ve adil gelir dağılımının düzelmesi gereklidir. Ayrıca sosyal göstergeler ve eğitim durumu da çok önemlidir: örneğin sağlıkta bebek ölüm oranı, eğitimde okullaşma oranı, kurumsallaşmanın standartları, hukukun üstünlüğü ve refahın eşit dağılımı gibi göstergelerdir.

 

DÖVİZ ARZI – ENFLASYON İLİŞKİSİ

1950’den bu yana ekonomik göstergeleri incelediğimizde döviz arzıyla “enflasyon – faiz – kur” arasında doğrudan bir ilişki olduğunu görüyoruz. Döviz kurunun yükselmesinin, enflasyonun yükselmesine doğrudan etkisinin maksimum %15 – 20 düzeyinde olduğu görülmektedir. Bu ilişki, özellikle 2000 yılından sonra daha açık görünmektedir.

AB tam üyelik yolunda doğrudan yabancı sermaye girişinin arttığı yıllarda (2005 – 2006 – 2007 – 2008 yıllarında) enflasyon artışı (GSMH deflatörü olarak):

  • 2002 yılında %37,60,
  • 2003 yılında %23,30,
  • 2004 yılında %12,40,
  • 2005 yılında %7,10,
  • 2006 yılında %9,40,
  • 2007 yılında %6,20’ye gerilemiştir.

Bu tarihlerde doğrudan yabancı sermaye girişi:

  • 2005 yılında 10 milyar USD,
  • 2006 yılında 20,1 milyar USD,
  • 2007 yılında 22 milyar USD,
  • 2008 yılında 19,9 milyar USD giriş olmuştur.

Bu yapı 2018 yılına kadar sürmüştür.

2018 – 2021 – 2022 ve 2023 yıllarında döviz şoku yaşanmıştır.

Grafik 1. Dış Ticaret Hacmi ve Uluslararası Doğrudan Yatırımlar, 2002-2023

Kaynak: TÜİK, TCMB

Grafik 2. Dış Ticaret Hacmi ve UDY Girişi (/GSMH), 2002-2023

Kaynak: TÜİK, TCMB

2018 sonrasında ve 2019 yılından itibaren doğrudan yabancı sermaye girişi, 10 milyar USD düzeyine geriliyor ve enflasyon %15 – 20 düzeyine yükseliyor. 2022’de enflasyon %72’ye çıkıyor. 2023 yılında %67,5 düzeyinde seyrederken, doğrudan yabancı sermaye girişi 10,6 milyar oluyor. Bunun yaklaşık 3,6 milyar USD gayrimenkul yatırımları, 5,6 milyar USD yatırım sermayesi mallarına dönük gerçekleşiyor.

Dr. Cem Gökçe’nin “Dışa Açıklık, Döviz Kuru ve Enflasyon: Türkiye İçin Asimetrik Bir Analiz” başlıklı makalesinde belirtildiği üzere;

“Uluslararası iktisat teorisi dış ticaretin ülkeler arasındaki fiyatları yakınsaması üzerinde durmaktadır. Buna göre ihracatçı ülkeler düşük fiyata sahip ürünlerini dış ticaret sonucunda daha yüksek fiyattan satma imkânına kavuşurken ithalatçı ülkeler kendi ülkelerindeki pahalı ürünleri ithalat yoluyla daha ucuza elde etme imkânına kavuşurlar. Böylece ihracata konu olan ürünlerin fiyatları artarken ithalata konu olan ürünlerin fiyatlarının düşmesi ve fiyatların yakınsaması söz konusu olabilecektir. Bu kanaldan bakıldığında dışa açıklığın ihracatçı ülkelerde fiyat artışına yani enflasyona, ithalatçı ülkelerde fiyat düşüşüne yani deflasyona sebep olabileceği ifade edilmektedir.

“Dışa kapalı bir ülkenin sadece iç pazara yönelik üretim ile büyümesi ve bununla birlikte kalkınması günümüzde mümkün görünmemektedir. Küreselleşme temelli bu yaklaşım ülkelerin dışa açılarak büyüme potansiyelini artırdığını kabul etmektedir. Dolayısıyla günümüzde kaçınılmaz bir gelişme olan dışa açılma sürecinin ekonominin diğer parametrelerine etkisi de günümüzde tartışılan konulardandır. Bu çerçevede bu çalışmanın amacı dışa açıklık, döviz kuru ve enflasyon arasındaki ilişkinin incelenmesidir.”

 

Grafik 3. Deflatör ve TÜFE (% değişim), 2002-2023

Kaynak: TÜİK, TCMB

 

Grafik 4. TÜFE ve Uluslararası Doğrudan Yatırımlar, 2002-2023

Kaynak: TÜİK, TCMB

Grafik 5. GSYH Deflatörü ve Uluslararası Doğrudan Yatırımlar, 2002-2023

Kaynak: TÜİK, TCMB

 

TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER

Türkiye ekonomi tarihinin önemli bir kısmında yüksek enflasyon ve yüksek faiz sarmalında olmuş, ancak 2000’li yıllardan sonra makroekonomik istikrarı sağlayabilmiştir. 2000’li yılların başında %70 seviyelerinde olan enflasyonla mücadele için 2001 yılında uygulamaya konan istikrar ve reform programında TCMB’ye araç bağımsızlığı tanınarak, enflasyonla mücadelede kurumsal altyapıya önemli bir yatırım yapılmıştır. Bu hamlenin meyvesi, TCMB’nin enflasyon hedeflemesi uygulamasına geçişiyle ve sonrasında enflasyonda kademeli düşüşü başlatmasıyla ortaya çıkmıştır. 2004 yıl sonu itibarıyla yıllık enflasyonda tek haneli seviyelere ulaşılmış olsa da takip eden dönemde enflasyon hedefleri tutturulamamış ve enflasyon 2017 yılına kadar yüksek tek haneli seviyelerini korumuştur. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, bankacılık ve finans sisteminde gerçekleştirilen reformlar ve mali disiplinle elde edilen kazanımlara karşılık ülke ekonomisinin üretkenliğinde yeterli artışların gösterilememesi, enflasyonun tam anlamıyla kontrol altına alınmasının önüne geçmiştir. Geçmiş dönemde edinilmiş bu kısmi başarıya karşın bugün geldiğimiz noktada yüksek enflasyon, yüksek döviz kuru ve yüksek faiz tartışmalarıyla tekrar karşı karşıyayız. 2017 yılı ve takip eden dönemlerde ekonomi yönetimi anlayışında bir kırılma yaşandığından bahsedebiliriz. Merkez Bankası bağımsızlığı ve kredibilitesindeki aşınma ve faizin fiyat istikrarını sağlamada ana araç olmaktan çıkmasıyla başlayan ekonomik kırılganlık, 2018 Ağustos ayına gelindiğinde döviz kurunda kısa sürede büyük oranda yaşanan artışla daha da belirginleşti. 2019 yılında enflasyonda bir miktar gerileme olsa da sonraki yıllarda para politikası ve ekonomi yönetimine olan güvensizliğin de etkisiyle sermaye çıkışları hızlandı ve enflasyon seviyesi döviz kurunda yaşanan büyük şoklarla yükselmeye devam etti.

2017 yılı ve takip eden dönemlerde ekonomi yönetimi zorlaştıkça ve problemlerin çözümü uzadıkça ekonomi politikalarında kısa vadeli ve indirgenmiş bir bakış açısının hâkim olmaya başlandığı görülmektedir. Döviz kuru, enflasyon, faiz, cari denge gibi ekonomik göstergeler arasındaki ilişkileri basite indirgeyip çıkarımlar yapmanın zaman zaman pratik kullanımları olsa da özellikle orta/uzun vade görünümünü değerlendirme açısından oldukça yanıltıcı sonuçlara yol açabilmektedir. Bunun en belirgin örneğini geçtiğimiz yıllarda döviz kurunu kontrol ederek enflasyonun düşürülmeye çalışılmasıyla ve bu durumun ekonominin bütün alanlarında oluşturduğu tahribatla tecrübe etmiş olduk. Nitekim, enflasyon diğer makro değişkenler gibi içsel bir değişkendir ve genel denge perspektifiyle bakılacak olursa ekonomiyi oluşturan bütün unsurları etkilemekte ve onlardan etkilenmektedir. Serbest piyasadan ve genel denge anlayışından kopuk bir şekilde döviz kurunun kontrol edilmeye çalışılması, beklenildiği üzere başarısızlıkla son bulmuştur. Ekonominin diğer alanlarını kontrol etmek için geleneksel olmayan birçok politika uygulanmak zorunda kalınmıştır. Sermaye çıkışını engellemek için çeşitli makro ihtiyati tedbirlere başvurmanın yanı sıra, döviz kuru istikrarını sağlamak için Kur Korumalı Mevduat (KKM) gibi bütün döviz kuru riskini kamu bütçesi üzerinden topluma yükleyen bir uygulamaya geçilmek zorunda kalındı.

Son dönemde gerek nominal döviz kuru gerekse fiyatların görece yüksek artışına devam ettiği görülmektedir. Bu ortamda gerçekleştirilecek bir dezenflasyon sürecinin ne kadar sürede başarıya ulaşacağını kestirmek için hayati önem taşıyan ekonomik parametrelerden birinin, döviz kurundan enflasyona geçişkenlik oranı olduğu düşünülmektedir. Hem nominal döviz kurundaki artışın fiyatları arttırıcı etki yaptığı hem de fiyatlardaki artışın nominal kura arttırıcı etkide bulunduğu göz önüne alındığında, ilgili serilerin birbirlerinin sönümlenme sürecini yavaşlatacağı söylenebilir. Bu çerçeveden bakılacak olursa, döviz kurundan enflasyona geçişin daha yüksek (düşük) olduğu bir durumda, dezenflasyon programının başarıya ulaşması daha uzun (kısa) bir süre gerektirecektir. Bu açıdan son dönemde gündeme gelen ve Türkiye’de döviz kuru geçişkenliği oranının önemli artışlar gösterdiğine yönelik tartışmalar önem kazanmaktadır. Bu sebeple, çalışmamızın bir sonraki kısmında geçişkenlik konusunda akademik yazında ön plana çıkan Kara ve Sarıkaya (2021) ile Özcan-Kodaz ve Yürek (2023) çalışmalarını karşılaştırarak bir tartışma gerçekleştiriyoruz. Tartışmamızın sonucunda, Türkiye’de 2018 öncesinde 0,15 düzeylerinde olan kur geçişkenliğinin 2023 itibarıyla %50’lere çıktığı savına şüpheyle yaklaşılması gerektiğini değerlendiriyoruz.

Makalenin devamında ise ihracatın belirleyicileri ve sermaye akışı konuları incelemeye alınmaktadır. Son dönemde uygulanan parasal sıkılaşma adımlarını takiben döviz kurunda nispeten ılımlı bir seyir izlenmeye başlanmış, bununla birlikte döviz kurunun ihracata etkisi ekonomi gündeminde ön plana çıkmıştır. İhracatçıların temsilcileri Türk lirasının reel anlamda fazla değerlendiğini ve bu durumun ihracatçılarımızın yurt dışı piyasalarındaki rekabet gücünü önemli ölçüde sınırladığını iddia etmektedir. Ayrıca bir başka görüş, ihracatımızın temel belirleyicisinin yurt dışı talebi olduğu ve dünya ticaretinden kalıcı bir şekilde daha büyük bir pay almanın ancak verimlilikte artış, inovasyon, yüksek katma değer ve markalaşmayla mümkün olduğu belirtilmiştir. Bu tartışmayı daha iyi değerlendirebilmek için çalışmamızın üçüncü kısmında ihracatın belirleyicileri üzerine olan akademik yazını tartışıp, temel belirleyici konusunda bir fikir edinmeye çalışıyoruz. Bu konuda vardığımız sonuç, ihracatın temel belirleyicisinin yurt dışından gelen talep olduğu ve döviz kurundaki salınımların toplam ihracat üzerindeki etkisinin sınırlı olduğu yönündedir. Buna karşın, döviz piyasasının kontrol edilerek reel kurda aşırı değerlenmenin yaratıldığı bir durumda, reel kurun ihracat üzerindeki etkisinin çok daha belirgin olabileceği de not edilmelidir.

2023 yılı ikinci yarısı itibarıyla ekonomi politikalarında anlayış değişikliğine gidilmiş ve uygulanmaya başlayan ekonomi programının temel hedefi 2000’li yıllarda uygulanan programa benzer şekilde fiyat istikrarının sağlanması olmuştur. Bunun yanı sıra, cari dengede iyileşme ve mali disiplin alanlarında da hedefler belirlenmiştir. Makalenin sonuç kısmında ise kısa ve orta vadeli perspektifle ekonomi programının başarısı değerlendirilecek, programın başarılı olması için ilave politika önerilerinde bulunulacaktır.

Döviz Kurundan Enflasyona Geçiş

Türkiye ekonomisinin yüksek ithal girdiye dayalı üretim ve tüketim yapısı düşünüldüğünde, döviz kurundaki değişimlerin tüketici enflasyonunun temel belirleyicilerinden biri olduğu rahatlıkla söylenebilir.  Bu sebeple, gerek geçmiş enflasyonun muhasebesini yapabilmek gerekse önümüzdeki dönemin enflasyon görünümüne dair bir bakış geliştirebilmek adına döviz kurundan enflasyona geçiş oranına dair fikir sahibi olmak büyük önem taşımaktadır. Ayrıca son dönemde döviz kurundan enflasyona geçiş oranında radikal artışlar olduğuna yönelik tartışmalar, konuyu enflasyon görünümü için daha da kritik bir hâle getirmektedir.

Kara ve Sarıkaya (2021) ile Özcan-Kodaz ve Yürek (2023) (bundan sonra sırasıyla KS ve ÖY olarak anılacak), son yıllarda Türkiye’de döviz kurundan enflasyona geçiş sürecini inceleyen çalışmalar arasında ön plana çıksa da her iki çalışmanın geçişkenliğe dair bulguları önemli ölçüde farklılaşmaktadır. KS’nin çalışması, temel maliyet ve toplam talep koşullarına yönelik değişkenleri kullanarak çeşitli doğrusal denklemler oluşturmakta ve bu denklemler aracılığıyla kur geçişkenliğini hesaplamaktadır. İlgili çalışmada kullanılan modellerinin Ocak 2024 itibarıyla güncellenmiş versiyonunda, 2018 öncesi dönemde yaklaşık 0,15 olarak tahmin edilen kur geçişkenliğinin zaman içinde 0,50 düzeylerine yükseldiği görülmektedir. Sonuçlarda görülen dikkate değer bir diğer durum ise geçişkenlikteki yükselmenin özellikle TL’de büyük değer kayıplarının yaşandığı dönemlerde (Ağustos 2018, Aralık 2021) ani sıçramalar şeklinde gerçekleşmesidir. Bunun yanında, çalışmada kullanılan doğrusal ekonometrik yöntemler benimsenerek TÜFE, çekirdek enflasyon göstergeleri ve TÜFE’nin alt gruplarına yönelik kurgulanan alternatif modeller: (1) kurdan ilgili fiyat endekslerine geçişkenlikte KS’de sunulana benzer formda artışlar olduğunu tahmin etmekte, (2) fakat TÜFE’ye olan toplam kur geçişkenliğinin seviyesine dair oldukça farklı rakamlara işaret etmektedir. Durumu daha açık bir şekilde gösterebilmek amacıyla döviz kurundan B enflasyonuna geçişi tahmin eden ve döviz kuru, ithalat fiyatı, çıktı açığı ve asgari ücretin kontrol edildiği indirgenmiş formda bir Phillips eğrisi (Denklem 1)[3] tahmin ediyoruz.

MODEL 1:

Enflasyont =        Sabit+B1∗Sepet Kurt +

B2∗Sepet Kurt−1 +

B3∗Sepet Kurt−2 +

B4∗Sepet Kurt−3 +

B5İthalat Fiyatt +

B6∗Asgari Ücrett +

B6∗Çıktı Açığı

 

2006 yılının üçüncü çeyreğinden başlayıp, 2023 yılının son çeyreğini kapsayan örneklemde 28 gözlemlik kayan pencerelerle çalıştırılan modellerin kur geçişkenliği tahmini (B1+B2+B3+B4) Grafik 1’de mavi çizgiyle sunulmaktadır. Yukarıda da bahsedildiği gibi geçişkenlik tahminlerinin büyük kur şoklarının yaşandığı 2018 yılının 3. çeyreği ve 2021 yılının 4. çeyreğinde sıçramalar göstermekte ve bu yüksek seviyeyi takip eden dönemlerde de sürdürmektedir. Tahminlerde gözlenen bu yapıyı daha net bir şekilde gösterebilmek için büyük şok dönemlerinde yapısal kırılma olduğu varsayımıyla tekrar kurgulanan ve tüm örneklem kullanılarak oluşturulan alternatif modelden elde edilen geçişkenlik tahminleri (Grafik 1 – Model 2[4]) durumu daha net bir şekilde özetlemektedir.

 

Grafik 6. Döviz Kuru Geçişkenliği

Peki doğrusal modellerden elde edilen bu geçişkenlik tahminleri iktisadi mantığa uygun mu?

KS çalışmasında yazarlar kur geçişkenliğinde gözlenen artışın kaynağı olarak fiyat yapıcıların gelecek enflasyon ve döviz kuruna yönelik beklentilerindeki bozulmaya işaret etmekte, fiyatlama davranışlarında bozulmayla birlikte döviz kurundan enflasyona geçişte artış gerçekleştiğini iddia etmektedir. Öte yandan çalışmada bu bozulmanın nasıl gerçekleştiğine dair herhangi bir nedensel kanıt sunmamaktadır. Ayrıca, döviz kurundan enflasyona geçiş oranının temel belirleyicisinin ekonomideki ithal girdi oranı olduğu düşünüldüğünde ve belirtilen dönemlerde ekonominin üretim yapısında radikal bir değişim olmadığı göz önünde bulundurulduğunda, model tahminlerine şüpheyle yaklaşılması gerektiği değerlendirilmektedir.

ÖY çalışması çeşitli çekirdek enflasyon gruplarına yönelik mikro fiyatları kullanarak, öncelikle ilgili gruplarda duruma bağlı fiyatlama davranışının belirleyici olduğu yönünde nedensel kanıtlar sunmuştur. Daha sonra ise duruma bağlı fiyatlama davranışının takip edildiği bir ekonomide ve hem düşük hem yüksek enflasyon düzeylerini içeren örneklemlerde doğrusal enflasyon modellerinin yanlı sonuçlar üreteceğini tartışmıştır. Türkiye’de döviz kuru geçişkenliğini anlamak için ÖY çalışmasını ve duruma bağlı fiyatlama davranışını daha detaylı incelemenin anlamlı olacağını değerlendiriyoruz.

 

Duruma Bağlı Fiyatlama Davranışı

Uluslararası literatürde çeşitli ülkelerin verileriyle yapılan çalışmalar firmaların fiyatlama kararlarının duruma bağlı fiyatlama (menü maliyetleri) davranışıyla uyumlu olduğunu göstermektedir. Bu davranış modeline göre, fiyat değişim kararları firmalar için ilave bir maliyet (menü maliyeti) oluşturmaktadır. Bu sebeple firmalar ancak ve ancak fiyat değiştirmekten elde edilecek getirinin menü maliyetini aştığı durumlarda, yani fiyat değişiminin kârlı olduğu durumlarda fiyatlarını güncellemektedir. Örneğin, makroekonomide maliyetlerin oldukça yavaş arttığı hipotetik bir durumda, firma maliyetlerindeki artışlar da yavaş yavaş gerçekleşecek ve tüketici fiyatının sabit kaldığı dönem boyunca ilgili firmanın kâr marjında kademeli bir gerileme olacaktır. Kâr marjında gözlenen bu gerileme belirli bir eşiğe ulaştığında, fiyat güncellemesi kârlı hâle gelecek ve ilgili firmalar kendileri için ideal olan kâr marjını elde edecek şekilde fiyatlarını güncelleyeceklerdir. Öte yandan, maliyetlerde ani ve büyük bir artışın yaşandığı durumda, firmaların kâr marjında da hızlı bir düşüş gerçekleşecek ve firmaların büyük bir kısmı kısa süre içinde fiyat güncellemesine gidecektir. Bu mekanizma, fiyat ayarlamalarının duruma bağlılık gösterdiği sektörlerde, maliyet şoklarının boyutları büyüdükçe ilgili şokların fiyatlara daha hızlı geçeceğini ima etmektedir.

 

Türkiye’de Fiyatlama Davranışı

Yukarıda da bahsedildiği gibi, duruma bağlı fiyatlama davranışının geçerli olduğu sektörlerde büyük maliyet şoklarını takiben firmalarının büyük çoğunluğunun fiyat değiştirmesi beklenmektedir. ÖY çalışması, son yıllarda Türkiye ekonomisinin tecrübe ettiği büyük döviz kuru şoklarını kullanarak bu savı test etmektedir.  Bu amaçla yazarlar mikro fiyat verilerinden yararlanarak çeşitli tüketici ürün grupları için enflasyon serilerini; (1) fiyat değişim sıklığı ve (2) ortalama fiyat değişim boyutu isimli iki farklı bileşenine ayırıp, bu bileşenlerin büyük şok dönemlerindeki davranışlarını incelemiştir.

Enflasyon, ürünlerin fiyat değişimlerinin ağırlıklı toplamı olarak tanımlanabilmektedir. Ampirik mikro fiyat literatüründe enflasyon aşağıdaki gibi ifade edilmektedir:

, burada

Burada , i ürününün t zamanındaki fiyatını,  ise i ürününün t zamanında örneklem içerisindeki ağırlığını göstermektedir. Aynı ifade basit bir yeniden düzenlemeyle aşağıdaki şekilde de ifade edilebilir:

Bu denklemde  ortalama fiyat değişim sıklığını ifade etmekte ve t zamanında fiyatları değişen ürün sayısının toplam ürün sayısı içindeki payını göstermektedir.  terimi ise, fiyatı değişin ürünlerdeki ortalama fiyat değişim yüzdesini göstermektedir.

ÖY çalışmasından alınan grafikler aşağıda sunulmaktadır. Buna göre büyük kur şoklarının yaşandığı dönemlerde,[5] sol panelde sergilenen fiyat artış sıklığının önemli ölçüde yükseldiği ve firmaların şoka karşılık olarak kısa süre içinde fiyatlarını güncellediği görülmektedir. Öte yandan, ilgili dönemlerde ortalama fiyat artış boyutunda dikkat çekici bir artış görülmemesi firmaların büyük şoklara karşılık olarak kontrolsüz bir fiyat artışı sergilemediklerine işaret etmektedir. Özetle, duruma bağlı fiyatlamanın ima ettiği şekilde firmalar büyük şoklara ani tepkiler vermekte ve fiyatlarını birikmiş maliyet baskılarına göre yeniden belirlemektedir.

   

ÖY çalışmasının sağladığı bu bulgular büyük şoklar sonrasında firmaların hızlı bir şekilde fiyat güncellemesine gittiğini, dolayısıyla da maliyetlerden fiyatlara geçişin bu dönemlerde belirgin bir şekilde hızlandığını göstermektedir. Öte yandan, yukarıda kur geçişkenliği tahmini için kullanılan doğrusal modeller doğaları gereği maliyetlerden enflasyona geçiş hızının sabit olduğunu varsaymaktadır.[6] ÖY çalışmasında, yazarlar bu uyumsuzluğa dikkat çekerek doğrusal enflasyon modellerinin büyük şok döneminde önemli ölçüde yanlı sonuçlar üreteceğini savunmaktadır. Büyük şok dönemlerinde maliyetlerden enflasyona geçişin tarihsel ilişkiden daha hızlı olarak gerçekleşmesi, normal şartlarda daha uzun bir döneme yayılması beklenen enflasyon artışını daha kısa süre içinde gerçekleşmesini sağlayacaktır. Bununla beraber şokun gerçekleştiği ilk dönemde gözlenen enflasyon artışı tarihsel ilişkinin ima ettiğinden yüksek olacaktır. Bu koşullar altında geçiş hızındaki değişimlere izin vermeyen doğrusal modellerin hatalı bir şekilde kur geçişkenliğini olduğundan yüksek tahmin etmesi kuvvetle olasıdır.  Sonuç olarak, güncel literatürde doğrusal modeller aracılığıyla elde edilen geçişkenlik tahminlerine ve geçişkenlik boyutunda radikal artışlar olduğu savına şüpheyle yaklaşılması gerektiği değerlendirilmektedir.

 

İhracat ve Döviz Kuru İlişkisi

Bu kısımda Türkiye’de reel kur ve yurt dışı talebinin ihracat üzerindeki etkisini konu alan bilimsel çalışmaları baz alarak ihracatın temel belirleyicisinin ne olduğu konusunda bir fikir geliştirmeye çalışıyoruz. Türkiye’de reel kur ve yurt dışı talebinin ihracat üzerine etkisini değerlendiren akademik çalışmalar incelendiğinde, reel kurdaki dalgalanmaların ihracat üzerindeki etkisinin temelde ihracatçı firmaların ithal girdi kullanım oranlarıyla ilişkili olduğu görülmektedir. Örneğin, üretimdeki ithal girdi oranı %100’e yakın olan hipotetik bir firmayı düşünecek olursak, diğer tüm koşulların aynı kaldığı bir durumda gözlenen döviz kurundaki artış, firmanın TL cinsi maliyetlerini ve TL cinsi ihracat satış fiyatlarını aynı oranda arttırarak firmanın ihracat pazarındaki rekabet gücüne herhangi bir etkide bulunmayacaktır. Buna karşılık benzer bir durumda ithal girdi oranı daha düşük firmaların maliyetlerindeki artışın da daha sınırlı olacağı göz önünde bulundurulduğunda, bu firmaların rekabet gücünde bir artış olacaktır. Öte yandan ekonomideki diğer makroekonomik değişkenler de (ücret, enflasyon ve yerli üretim girdi fiyatları) döviz kurundaki artışa tepki göstermeye başladığında, ithal girdi oranı düşük firmaların maliyetlerinde artışın devam edeceği ve kurdaki artıştan elde edilen rekabet gücünün kaybedileceği söylenebilir. Bu basit çerçeveden düşünüldüğünde döviz kurunda yaşanacak artışların firmaların ihracat pazarındaki rekabet güçlerinde kısa vadede bir miktar artış sağlasa dahi bu artışın geçici olacağı söylenebilir.

Bu arka plan çerçevesinde Türkiye ekonomisinde ihracat dinamiklerini değerlendirmek için öncelikli olarak ihracatçıların ithal girdi oranlarını değerlendirmek makul olacaktır. Akgündüz ve Fendoğlu (2019) çalışması, ihracatçı firmaların hem doğrudan yaptıkları ithalatı hem de bu firmaların yurt içi tedarikçilerinin yaptıkları ithalatı hesaba katarak ihracatçı firmaların ithal girdi oranının %45 gibi yüksek bir seviyede olduğunu tahmin etmektedir (çalışmada sadece ihracatçı firmaların ve bu firmaların yurt içi tedarikçilerinin yaptıkları ithalat hesaba katılmaktadır, tedarikçilerin tedarikçilerinin de yaptıkları ithalatın da göz önünde bulundurulduğu bir tahminde ithal girdi oranının daha da yüksek olabileceği değerlendirilmektedir). Bu tahminle uyumlu sonuçlar ortaya koyan Akgündüz ve diğerlerinin (2019) çalışması da döviz kurunda gözlenen artışların TL cinsi ithalat ve ihracat fiyatlarına geçişkenliğini tahmin etmektedir. Bulgular TL cinsi ithalat ve ihracat fiyatlarına kur geçişkenliğinin sırasıyla %89 ve %82 olduğunu göstermektedir. Her iki geçişkenlik oranının birbirine yakın ve oldukça yüksek olması, Türkiye’de ithal girdi oranının yüksek olduğunu ve kurdaki dalgalanmaların ihracat miktarına sınırlı ölçüde etkili olacağını teyit etmektedir. Bununla uyumlu olarak Çelgin ve diğerleri (2019) çalışması bir zaman serisi yöntemi benimseyerek, 2011-2018 döneminde ihracatta gözlenen artışın çok büyük oranda yurt dışı talep kaynaklı olduğunu ve reel kur etkisinin sınırlı olduğunu göstermektedir. Sektör düzeyindeki verileri kullanarak reel kur ve yurt dışı talebin ihracata etkilerini inceleyen Demir ve diğerlerinin (2023) çalışması da benzer bir sonuca ulaşmaktadır. Buna göre, reel kurun ihracata etkisi oldukça sınırlı olurken temel belirleyicinin yurt dışı talep olduğu bulgulanmaktadır. Bununla birlikte bahsi geçen çalışmada, ithal girdi gereksinimi daha yüksek olan sektörlerde döviz kurunun sektör ihracatı üzerindeki etkisinin diğer sektörlere kıyasla daha belirgin olduğu da tahmin edilmiştir. Kısaca özetlemek gerekirse ilgili iktisadi yazın, Türkiye’nin toplam ihracatında temel belirleyicinin yurt dışı talep olduğu ve döviz kurunun sınırlı bir etkiye sahip olduğu konusunda uzlaşmaktadır. Öte yandan çalışmalarda incelenen dönemin büyük bir kısmında hem ihracatın hem de döviz kurunun ekonominin içsel döngülerince belirlendiği unutulmamalıdır. Döviz kurunun doğrudan kontrol edilerek ekstrem bir baskı altında tutulacağı hipotetik bir durumda, kurun ihracat üzerindeki etkisi çalışmalarda paylaşılan rakamlardan farklılık gösterebileceği de unutulmamalıdır.

İhracat ve döviz kuru üzerine yapılan yorumların bir diğer kısmını ise ihracatçıların maliyetlerini karşılayacak döviz kuru seviyesi üzerindeki tartışmalar oluşturmaktadır. Haluk Bürümcekçi tarafından konu üzerine yazılan Oksijen Haftalık Gazetesi, 23 Şubat 2024 tarihli köşe yazısında ihracatçılar için Yurt dışı Üretici Fiyat Endeksi (YD-ÜFE) üzerinden basit maliyet hesabı yapılmaktadır. Buna göre ihracatçıların maliyetlerindeki durumu ihracat satış fiyatı yansıtır şeklinde bir varsayım yapılmıştır. Böyle bir varsayım şu açılardan yanıltıcıdır: YD-ÜFE endeksi, yurt dışına satışa konu olan ürünlerin satış fiyatıdır ve bu nihai fiyat ihracatçıların maliyet gelişmelerinin yanı sıra talep gelişmelerini ve ihracatçı firmaların kâr marjları hakkında bilgi içeren bir göstergedir. Bu veriye salt maliyet gelişmelerini yansıtıyor şeklinde bakmak doğru değildir. Yazının devamında ise maliyetlerden yalnızca döviz kuru ele alınmış, YD-ÜFE ile döviz kuru endekslenmiş ve baz yıl seçilerek karşılaştırılmıştır. Bu şekilde bir karşılaştırma başta asgari ücret olmak üzere ihracatçıların diğer maliyetlerindeki gelişmeleri kapsamamaktadır. Bu sebeplerle, bahsi geçen karşılaştırma üzerinden ihracatçıların maliyet artışlarını karşılayacak kur seviyesinin tespit edilmeye çalışılmasının makul bir analiz olmadığı değerlendirilmektedir.

 

Yabancı Sermaye Girişleri

Cari dengenin finansmanı açısından bir durum değerlendirmesi yapılacak olursa, Haziran 2023 itibarıyla uygulanmaya başlanan ekonomi programı sonrasında hisse senedi ve DİBS piyasasına yabancı yatırımcının ilgisi artmış olsa da mevcut tablonun güçlü ve istikrarlı bir sermaye girişi eğilimini ima etmeden uzak olduğu söylenebilir. Bu görünümün iyileştirilmesi adına yabancı sermaye girişlerini etkileyen faktörlerin net bir şekilde anlaşılması ve politikalara bu doğrultuda şekil verilmesi önem arz etmektedir. Sermaye akımlarını belirleyen faktörleri küresel faktörler ve ülkeye özgü faktörler olarak ayırmak mümkün. Türkiye verisiyle yapılan TCMB çalışması (Aktaş ve Kaya-Ekşi, 2020), küresel etmenler içerisinde uluslararası yatırımcıların risk iştahının portföy akımları açısından en önemli belirleyicisi olduğunu göstermektedir. Ülkeye özgü belirleyiciler arasında ise akımlar üzerinde en yüksek etkiye sahip olan değişkenlerin büyüme, ülke risk primi ve reel faiz olduğu görülmektedir. Aynı çalışmada sermaye akımlarını etkileyen faktörler döngüsel ve yapısal ayrım çerçevesinde değerlendirildiğinde, ülkeye özgü döngüsel faktörler yapısal olanlara karşı baskın olsa da yapısal faktörlerin öneminin zaman içerisinde giderek arttığı bulgulanmaktadır.

Peki Aktaş ve Kaya-Ekşi (2020) çalışmasının sonuçlarına döngüsel ve yapısal ayrımda daha yakından baktığımızda ne görüyoruz? Makroekonomik göstergelerin (ekonomik büyüme, bütçe açığı, dış borç, döviz rezervleri gibi) ve ülkeye özgü risk göstergelerinin, uluslararası yatırımcıları “çekecek” döngüsel itici güçler olduğu söylenebilmekle birlikte yapısı gereği kısa vadelidir ve zaman içerisinde yüksek oynaklıklar göstermektedir. Yapısal faktörler ise doğası gereği daha uzun vadelidir ve bir ekonominin kurumları, politikası ve düzenleyici çerçeveleri gibi temel yapısıyla ilgilidir. Başka bir deyişle yapısal faktörler, ekonominin belirli özelliklerini temsil eden, yavaş hareket eden değişkenlerdir. Bu bakımdan, uluslararası yatırımcılar, küresel yatırımcılara kârlı yatırım fırsatları sunan, sağlam makroekonomik temellere ve güvenli kurumsal ortama sahip ülkelerce cezbedilmektedir.

Döngüsel faktörlere daha yakından bakılacak olursa makroekonomik göstergelerden bütçe dengesinin ve cari işlemler dengesinin yabancı yatırımcılar tarafından sırasıyla mali ve dış kırılganlığın göstergesi olarak algılandığı gösterilmektedir (Çulha, 2006). Dolayısıyla bozulan bütçe ve cari denge ülke ekonomilerinden sermaye çıkışlarına yol açmaktadır. Bu açıdan bütçe ve cari dengelerin sürdürülebilir olmasını sağlayacak sağlam maliye ve para politikaları büyük önem taşımaktadır. Bu iki çalışmanın bulgularını birleştirince ise kırılganlıkları azaltacak etkili makroekonomik politikaların koordineli bir şekilde uygulanmasının yanı sıra, bu tarz ekonomi programlarının uygun yapısal reformlarla desteklenmesinin kritik önemde olduğu ortaya çıkmaktadır. Uluslararası yatırımcılar için cazip bir iş ortamını sağlamanın yanı sıra, gerekli yapısal politikalarda başarılı adımlar atılarak küresel likiditenin genişlediği dönemlerden daha fazla pay alınabilir. Nitekim, son dönemde gelişmiş ülke merkez bankalarının faiz artışlarını sonlandırarak para politikasında genişlemeye dair iletişimleri küresel risk iştahını desteklemektedir. Küresel finansal koşulların iyileşme emareleri gösterdiği son dönemde gelişmekte olan ülkelere yönelik risk iştahı toparlanmaktadır, bu sebeple doğru bir politika çerçevesiyle küresel sermaye akımlarından maksimum pay alınabilir.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER

Güncel makroekonomik görünüm göz önünde bulundurulduğunda ekonomi programının hedeflerinin tutarlı olduğu, bu hedeflere ulaşmaya yönelik politika adımlarının atılabildiği görülmektedir. Büyümede dengelenmenin başlaması ve cari dengede iyileşme emarelerinin görülmesi ekonomi programının şu ana kadar başarılı olduğu taraflardır. Nitekim, para politikası tarafında Merkez Bankası politikalarında rasyonel bir çerçeve çizmekte ve iletişimiyle tutarlı aksiyonlar almaktadır. Yapılan faiz artışlarının etkisinin 6-18 aylık vadelerde görmeyi beklemekle birlikte, para ve maliye politikaları açılarından ekonomi yönetiminin mevcut haliyle olumlu bir görünüm çizdiğini söyleyebiliriz. Fakat bir ülkenin refahındaki kalıcı artış sadece para ve maliye politikalarında elde edilen kazanımlarla değil aynı zamanda yapısal alanlarda yapılacak reformlarla mümkündür. Kurumsallaşma bu anlamda Türkiye’nin ekonomik başarısı için kritik bir öneme sahiptir. Bir ülkenin mülkiyet haklarının yapısı, serbest piyasanın varlığı ve etkin çalışması, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar bir ülkenin kurumsallaşmasına dair temel göstergelerdir (Acemoğlu, 2005). Ekonomi başta olmak üzere ülke yönetiminin her alanında güçlü bir kurumsallaşma olması politikaların oluşturulması ve başarıya ulaştırılması için kritik önem taşımaktadır. Bu sebeple yakın vadedeki politikalara ilişkin iletişimin yanı sıra yapısal unsurlara dair kazanımlar da kamuoyuyla yapılan iletişimlerde detaylıca bahsedilmeli. Aynı zamanda para ve maliye politikaları ihracat, yatırım ve üretimde teknolojik dönüşüm, rekabetin sağlanması, verimlilik gibi alanlarda atılan somut adımlarla desteklenmelidir.

Özetle, ekonomi yönetiminin son yıllarda gözlenen ve anı yönetmeye dayalı olmaktan ibaret politikalar yerine, üretimde verimlilik ve inovasyonu, kurumları güçlendirmeyi ve toplumsal kalkınmayı önceleyen orta vadeli bir politika bakışı geliştirilmelidir. Bu açıdan politikalara girdi sağlayacak bir bilgi birikimine sahip olup, veriye dayalı politikalar üretilmesini sağlayacak yetkin insan kaynağı ve organizasyon kapasitesine olan ihtiyacın açık olduğu değerlendirilmektedir. Bu durum sadece ekonomi alanı için değil eğitim, sağlık başta olmak üzere ülke yönetiminin her alanında yapılan politikaların başarısı açısından kritik önem taşımaktadır.

 

KAYNAKÇA:

Akgunduz, Y. E., & Fendoglu, S. (2019). Exports, imported inputs, and domestic supply networks (No. 1908).

Akgunduz, Y. E., Aldan, A., Bagir, Y. K., & Torun, H. (2019). Impact of minimum wages on exporters: Evidence from a sharp minimum wage increase in Turkey (No. 1920).

Akgunduz, Y. E., Bastan, E. M., Demiroglu, U., & Tumen, S. (2019). Estimates of Exchange Rate Pass-through with Product-level Data (No. 1922).

Acemoglu, D., Johnson, S., & Robinson, J. A. (2005). Institutions as a fundamental cause of long-run growth. Handbook of economic growth, 1, 385-472.

Akgündüz, Y. E., & Fendoğlu, S. (2022). Export prices, imported inputs, and domestic supply networks. IMF Economic Review, 70(3), 383-419.

Akgunduz, Y. E., Bastan, E. M., Demiroglu, U., & Tumen, S. (2021). Product‐level estimates of exchange rate pass‐through: Evidence from Turkey*☆. The World Economy, 44(7), 2203-2226.

Aktas, Z., & Eksi, N. K. (2020). What drives portfolio flows to Turkey? The dynamics and a historical accounting of the flows (No. 2010). Research and Monetary Policy Department, Central Bank of the Republic of Turkey.

Alfaro, L. (2005). Inflation, openness, and exchange-rate regimes: The quest for short-term commitment. Journal of Development Economics, 77(1), 229-249.

Ata, A. Y., & Dallı, T. (2022). Ticari Dışa Açıklık ve Enflasyon İlişkisinin Ampirik Analizi: Türkiye Örneği. Journal of Economics and Research, 3(2), 61-74.

Atabay, R. (2016). The relationship between trade openness and inflation in Turkey. International Journal of Research in Business and Social Science (2147-4478), 5(3), 137-145.

Bürümcekçi, H. (2024, Şubat 23). Yerel seçimlerden sonra kurlarda belirgin artış olur mu? Gazete Oksijen. https://gazeteoksijen.com/yazarlar/haluk-burumcekci/yerel-secimlerden-sonra-kurlarda-belirgin-artis-olur-mu-203689

Bayraktutan, Y., & Arslan, İ. (2003). Türkiye’de döviz kuru, ithalat ve enflasyon ilişkisi: ekonometrik analiz (1980-2000).

Çelgin, A., Gökcü, M., Özel, Ö. ve Yavuz, D. (2020), “İhracat ve İthalatta Gelir ve Göreli Fiyat Etkilerinin Ayrıştırılması”, TCMB Ekonomi Notları, No:19/05.

Çulha, A. (2006). A structural VAR analysis of the determinants of capital flows into Turkey. Central Bank Review, 2(2), 11-35.

Demir, D., Gül, S., & Kazdal, A. (2023). Imported Input Content of Production and Real Exchange Rate Elasticity of Exports: The Case of Türkiye (No. 2305).

Doru, Ö. & Düşünceli, F. (2021). Türkiye’de Ticari Dışa Açıklık ve Enflasyon İlişkisi: ARDL Sınır Testi ve Nedensellik Analizi. Kafkas Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 12(23), 37-54.

Ertuğ, D., Özlü, P., Özmen, M. U., & Yüncüler, Ç. (2020). The role of imported inputs in pass-through dynamics (Vol. 20, No. 03). CBRT Working Paper.

Ghosh, A. (2014). How do openness and exchange-rate regimes affect inflation?. International Review of Economics & Finance, 34, 190-202.

Gökçe, C. (2023). Dışa Açıklık, Döviz Kuru ve Enflasyon: Türkiye İçin Asimetrik Bir Analiz. Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 24(1), 518-534.

Gul, S. (2019). An analysis on the domestic sales and exports: a dynamic model for the Turkish manufacturing firms (No. 1902).

Gül, S. (2019). Reel kur hareketlerinin ihracat üzerine etkileri: Türkiye için asimetrik bir bakış. Bankacılar Dergisi, 108, 57-76.

Gülşen, E., & Kara, H. (2019). Measuring inflation uncertainty in Turkey. Central Bank Review, 19(2), 33-43.

Kara, A. H., Ogunc, F., & Sarikaya, C. (2017). Inflation dynamics in Turkey: A historical accounting (No. 1703). Research and Monetary Policy Department, Central Bank of the Republic of Turkey.

Kara, H., & Sarıkaya, Ç. (2021). Enflasyon dinamiklerindeki değişim: Döviz kuru geçişkenliği güçleniyor mu? (No. 2121). Working Paper.

Koca, Y. K., & Yilmaz, T. (2018). A Closer Look at Core Inflation Dynamics with a Historical Perspective (No. 1807). Research and Monetary Policy Department, Central Bank of the Republic of Turkey.

Manguinhane, E., & Simione, F. F. (2021). An Empirical Assessment of the Exchange Rate Pass-through in Mozambique. IMF Working Papers, 2021(132).

Özcan Kodaz, E. F., & Yürek, S. (2023). State-Dependency in Price Adjustments: Evidence from Large Shocks. Research and Monetary Policy Department, Central Bank of the Republic of Turkey.

Özmen, M. U., & Sevinç, O. (2016). Price rigidity in Turkey: Evidence from micro data. Emerging Markets Finance and Trade, 52(4), 1029-1045.

Tok, E. O., & Sevinc, O. (2019). uretimin Ithal Girdi Yogunlugu: Girdi-cikti Analizi (No. 1906). Research and Monetary Policy Department, Central Bank of the Republic of Turkey.

Yang, X., Yan, W., & Hao, X. (2024). Can trade openness be responsible for rising domestic inflation? Insights from three decades of research. Applied Economics, 1-16.

 

[1] TÜFE yıllık ortalama hesabı yaklaşık 400 mala dayanmaktadır.

[2] GSMH deflatörü hesaplanırken, yaklaşık 10.000 maldaki değişimler ele alınmıştır.

[3] Denklem çeyreklik frekansta olup, enflasyon göstergesi olarak mevsimsellikten ve vergi etkilerinden arındırılmış çekirdek B endeksinin çeyrek sonları itibarıyla yüzde değişimi kullanılmıştır. İthalat fiyatları göstergesi olarak ithalat birim değer endeksi, ücret göstergesi olarak net asgari ücretteki değişimler kullanılmıştır. Çıktı açığı ise GSYH’nin potansiyel düzeyinden farkı olarak hesaplanmıştır.

[4] 2006-2018 Ç2, 2018 Ç3-2021 Ç3, 2021 Ç4-2023 Ç4 dönemlerinin her biri için ayrı birer kukla değişkeni oluşturulmuştur. Oluşturulan kukla değişkenlerden her biri ilgili olduğu dönemde 1, diğer dönemlerde 0 değerini almaktadır. Model 1’de kurulan döviz kuru değişkenleriyle oluşturulan kukla değişkenlerin çarpımı Model 1’e eklenerek ve modeldeki diğer değişkenler korunarak Model 2 oluşturulmuştur.

[5] Türk lirasında, 2018-2021 yılları arasında iki farklı büyük değer kaybı periyodu bulunmaktadır. 2018 yılının üçüncü çeyreğinde Türk lirası döviz kuru sepetine (USD/TRY ve EUR/TRY ortalamaları) karşı yaklaşık %37 değer kaybetmiştir. 2021 yılının son çeyreğinde ise %55’le keskin bir değer kaybı daha yaşanmıştır.

[6] Kayan pencereli örneklemler ile tahminler, geçiş hızının aman içinde değişimine yönelik bir miktar esneklik tanısa da, fiyat değişim sıklığında görülen düzeyde bir hız değişimini yakalamasına olanak tanımamaktadır.

Bir cevap yazın