Federal Almanya’daki Seçimler Üzerine – Jamaika Koalisyonuna Doğru – Alpay Hekimler (İTD 84)


24 Eylül 2017 tarihinde Federal Almanya’da gerçekleştirilen ve Türkiye tarafından da yakından izlenen seçimlerin sonucunun belirli anlamda bir şok etkisi yarattığını söylemek, yanlış bir tespit olmasa gerekir. Yaklaşık 61,5 milyon seçmenin oy kullandığı seçimin sonuçlarına göre, ülkemizde de daha çok Angela Merkel’in partisi olarak bilinen Hıristiyan Demokrat Birliği (CDU) ve bu partinin Bavyera Eyaleti’ndeki kardeş partisi olarak tanınan ve genel başkanlığını Horst Seehofer’in yürüttüğü, Hıristiyan Sosyal Birliği (CSU), toplamda %32,9 oranında oy aldı. Avrupa Parlamentosu Eski başkanı Martin Schulz’un genel başkanlığını yürüttüğü Sosyal Demokrat Parti (SPD) ise oyların %20,5’ini almayı başardı. Seçimlerin Almanya için bir anlamda en şaşırtıcı sonucu da, seçimin esas galibi olarak görülmesi mümkün olan Alternatif Partisi’nin (AFD) oyların %12,6’sını alarak Parlamento’daki en güçlü üçüncü parti konumuna yükselmesi oldu. 2013 seçimlerinde Parlamento dışında kalan Hür Demokrat Parti (FDP) ise %10,7 oranında oy alarak bir anlamda seçimlerden galibiyetle çıkan ikinci parti oldu. Sol Parti (Die Linke) ise oyların %9,2’sini, Yeşiller Partisi (Büdnis90/Grüne) %8,9’unu alarak parlamentoda temsil edilecek olan dördüncü ve beşinci parti oldular.2

Bilindiği üzere, Federal Almanya uzun bir dönem CDU/CSU partileri ile SPD’nin oluşturduğu büyük koalisyon olarak tanımlanan (Große Koalition) koalisyon hükümeti tarafından yönetiliyordu. Seçimler öncesi yapılan kamuoyu oklamalarının sonuçlarına göre her ne kadar CDU/CSU partilerinin birinci parti çıkmasına kesin gözüyle bakılmış olunsa da ortaya çıkan tablo başta Almanya olmak üzere Avrupa, hatta dünya kamuoyunu büyük ölçüde sarstı. Nitekim 2013 yılı seçim sonuçlarına göre CDU/CSU partileri %8,6 oranında, SPD %5,2 oranında oy kaybederken, AFD oylarını %7,9, FDP ise %5,9 oranında artırmayı başardı. Linke ve Yeşiller partilerinin aldıkları oy oranı ise bir önceki seçime göre önemli bir değişiklik göstermedi (Linke %0,6, Yeşiller %0,5 oranında bir artış sağladılar).

Gerçekleştirilen bu seçimin ortaya koyduğu en önemli sonuç, büyük koalisyon ortaklarının her ikisinin de önemli oranda oy kaybetmiş olmalarıdır. Bu denli büyük oranda bir oy kaybı, seçmenin büyük koalisyona karşı olan desteğinin büyük ölçüde azaldığını ve seçmenler tarafından bir alternatifin aranmasının istendiğini açıkça göstermektedir.

Diğer ve de aynı zamanda uluslararası kamuoyu tarafından da haklı olarak çok daha fazla dikkat çekmiş olan sonuç ise AFD Partisi’nin aldığı yüksek oy oranıyla sergilemiş olduğu inanılmaz yükselişidir.

Şüphesiz olarak ortaya çıkan bu tablo, birincil olarak Almanya ve doğrudan da Avrupa Birliği üzerinde etkilerini gösterecek olması ile birlikte bunun ötesinde Türkiye – Federal Almanya arasındaki ilişkilerin şekillenmesinde de çok önemli bir rol oynayacaktır. Her ne kadar Alman siyasetinde devlet politikası, hükümet politikalarının üzerinde tutulmakta ve uygulamalara da bu biçimde yansıyor olsa da, oluşacak yeni Alman Hükümeti – ki bu seçimlerin yenilenmesi söz konusu olmadığı sürece bir koalisyon hükümeti olacaktır – devlet politikalarının yürütülmesi ve de bunların şekillenmesinde etkin olacaktır. Angela Merkel, dördüncü defa Başbakan olarak seçilmiş olsa da önümüzdeki dönemde, önceki dönemlerine oranla çok daha az rahat hareket edecek gibi görünmektedir.

Türkiye’nin de yakından izlemiş olduğu bu seçim ile birlikte Alman siyasetinde yeni bir döneme geçileceği açıkça ortadadır. Uzun yıllardan beri iktidarda olan Merkel hükümeti ile şimdiye kadar iktidar ortağı olan SPD’nin Genel Başkanı tarafından seçimlerin sonuçlandığı akşam bizzat kesin bir dille, bundan sonra Hükümette yer almayacaklarının ve Ana Muhalefet Partisi olarak parlamentoda görev üstleneceklerinin açıklanması, bu dönüşümün en önemli göstergesi olmuştur. Bu açıklamayı bir biçimde Almanya’da beklenilmeyen bir çıkış olarak da değerlendirebilmek mümkündür. Çünkü genel eğilim, oy düşüşüne rağmen CDU/CSU ve SPD ittifakının devam edeceği yönündeydi. SPD’nin ana muhalefet partisi olarak görev alacağını ilan etmesi, Alman siyasetinde bir dönüm noktasına işaret etmekte ve ilk söylemler de SPD’nin oldukça etkin bir biçimde bir muhalefeti yürüteceği yönündedir.

Şüphesiz olarak seçimlerin en şaşırtıcı sonuçlarından biri ve uluslararası kamuoyunda da en fazla yankı bulan konu, AFD Partisi’nin almış olduğu yüksek oy oranıdır. 2013 yılında kurulan AFD, Ekim 2017 tarihi itibariyle Federal Almanya Cumhuriyeti’ni oluşturan toplam 16 Eyaletin 9’unda temsil edilmektedir.3 Böylelikle AFD, Eyalet Parlamentoları’ndan sonra ilk defa %5 seçim barajını aşarak federal parlamentoda siyasette etkin bir konuma gelmiş durumdadır.

AFD’nin böyle bir çıkış yapması, yapılan ilk analizlere göre Almanya’daki seçmenlerin giderek daha radikal sağ bir eğilim içerisine girmesinden çok, bir önceki hükümete karşı olan memnuniyetsizliklerini ortaya koyması bağlamında, protesto oylarına bağlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, kendisini muhafazakar olarak tanımlayan CDU/CSU seçmeni belirli ölçüde tercihini AFD’den yana koymuştur.

AFD’nin oy aldığı bölgelere bakıldığında özellikle yeni eyaletler olarak tanımlanan eski Doğu Almanya Bölgesi’nde yoğunlaştığı görülmektedir (Doğu eyaletlerinde AFD oyların %20,5’ini alırken, bu oran batı eyaletlerinde %10,7’ye gerilemektedir. En yüksek oy oranına ise %27 ile Saksonya Eyaleti’nde ulaşılmıştır.). Nitekim bu eyaletlerin, yapılan büyük ölçekli yatırımlara rağmen, ekonomik gelişmişlik düzeylerinin batı eyaletlerine oranla daha geri kaldığı, işsizlik oranının çok daha yüksek olduğu görülmektedir. Bununla birlikte, başta eğitim, demografik dönüşüm ve daha birçok farklı faktörlere bağlı olarak, sosyal problemlerin yaşandığı ve bunların seçmen tercihlerinin şekillenmesinde etkin rol oynadıkları bilinmektedir.

Her ne kadar AFD’nin asıl oy aldığı bölge doğu eyaletleri olsa da, batı eyaletlerinde de 2013 yılındaki seçimlere oranla oylarını önemli oranda artırmış olduğunu izlemekteyiz. Bu durum bize bir kez daha bu partiye giden oyların çoğunluğunun partinin programını destekleyen seçmenlerden çok, mevcut hükümete olan tepkinin bir yansıması olduğunu teyit etmektedir. Nitekim seçim akşamı yapılan açıklamalarda da AFD seçmeninin çoğunluğu partiye oylarını partinin programı nedeniyle değil, mevcut hükümeti protesto etmek amacıyla verdiklerini ilan etmişlerdir.

Önümüzdeki dönemde parlamentoda üçüncü parti konumuna yükselmiş olan AFD’nin kendisini kanıtlamak ve almış olduğu oy oranını korumak adına çok etkin bir siyaset izleyeceğini, daha açık bir ifadeyle etkin bir muhalefet göstereceğini beklemek gerekir. Nitekim seçim akşamı yapılan açıklamalarda bu öngörüyü açıkça teyit eder niteliktedir. Ancak bununla birlikte partinin kendi içinde de daha şimdiden bölünmeye başlandığının da belirtilmesi gerekir. Seçimin ertesi günü parti eş başkanı Frauke Petri’nin, partinin izlediği politikaları gerekçe göstererek partiden ayrılması AFD’nin Almanya’daki gündemi sürekli sıcak tutacağını açıkça göstermektedir.

Jamaika bayrağının renklerinden dolayı4 Jamaika Koalisyonu olarak tanımlanan ve seçim sonuçlarına göre, azınlık hükümeti dışında – ki bu federal Almanya için bir alternatif olarak düşünülemez – başka bir alternatifin bulunmaması sebebiyle, CDU/CSU, FDP ve Yeşiller partileri ortaklı bir koalisyon hükümetinin kurulması beklenmektedir. Ancak, bu yönde bir hükümetin kurulmasının çok da kolay olmayacağı gerek partilerin yetkili organları gerekse siyaset bilimciler tarafından dile getirilmekte olup, bu görüş kamuoyu tarafından da paylaşılmaktadır.

SPD’nin açıkça, bir hükümette yer almak istemediklerini beyan etmeleri ve ana muhalefet rolünü kendilerine biçmeleri sonucunda oluşabilecek tek hükümet modelinin Jamaika koalisyonu olması CDU/CSU, FDP ve Yeşiller partilerini bir koalisyon protokolü üzerinde uzlaşmaları konusunda zorlamaktadır, çünkü parlamentoda üçüncü güç konumundaki AFD ile ne CDU/CSU, ne de FDP partilerinin bir hükümet kurmaları mümkündür.

CDU/CSU partileri ile FDP’nin belirli konularda uzlaşması nispeten daha kolay gibi görünse de kurulacak Jamaika koalisyonunun Yeşiller ortağı ile başta çevre, enerji ve göç politikaları gibi alanlarda tarafların uzlaşmaları çok daha zor gibi görünmektedir.

Bununla birlikte Merkel’in ortağı CSU’nun gelecek yıl yapılacak olan Bavyera Eyalet Seçimleri’nde, federal seçimlerde kaybetmiş olduğu oyları geri kazanmak adına daha farklı politikalar izlemek zorunda kalması ve bu yönde de söylemler oluşturmaya başlaması, CDU/CSU arasında da ilkin başta göç konusu olmak üzere birçok konunun yeniden değerlendirilmesini zorunlu hale getirmektedir. Alman siyasetinde son yıllarda çok tartışmalı bir hale gelen göçmenler ile ilgili bir üst sınırın getirilip getirilmemesi konusu -ki Yeşiller Partisi buna kesinlikle karşı çıkmaktadır- tarafların, bir koalisyon protokolü üzerinde anlaşmaları konusunda oldukça sorunlu alanlardan birini oluşturmaktadır.

Bugün elimizde olan veriler doğrultusunda, hükümet kurma çalışmalarının belirli bir süre daha alacağını, özellikle ifade ettiğimiz üzere ilkin CDU/CSU partilerinin kendi aralarındaki görüş farklılıklarını gidermeleri gerektiğini ve ardından FDP ve Yeşiller Partileri ile görüşmelere başlanacağını göstermekte olduğunu ve bu sürecin en erken yıl sonunda tamamlanacağını söyleyebilmek mümkündür.

Sonuç olarak, Alman siyasetinin yeni bir döneme girmiş olduğunu ve Şansölye Merkel’i, hükümeti kurma ve de aynı zamanda idare etme gibi oldukça zorlu bir sürecin beklediğini ve bu sürecin Federal Almanya – Türkiye ilişkilerine de mutlaka yansıyacağını söyleyebilmek şimdiden mümkündür.

Son Notlar

1 Namık Kemal Üniversitesi Öğretim Üyesi. Alman İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Milli Komitesi Üyesi. Graz Avusturya Hukukçular Birliği Üyesi.
2 https://bundestagswahl-2017.com/ergebnis/ Erişim 03.10.2017
3 Baden-Württemberg, Brandenburg, Bremen, Hamburg, Mecklenburg-Vorpommern, Rheinland-Pfalz, Sachsen, Sachsen-Anhalt ve Thüringen Eyaletleri.
4 Siyah (CDU/CSU’nun rengi), Sarı (FDP’nin rengi) ve Yeşil (Grüne’in rengi).

Bir cevap yazın