Cumhuriyetin yüzüncü yılına girerken Türkiye derin bir ekonomik kriz yaşamakta. Bu krizin elbette altında yapısal sorunlar bulunmakta. Ancak krizi derinleştiren olgu daha çok siyasal yapılanmadan kaynaklanmakta. 2017 yılında yapılan Anayasa değişikliği ülkede Cumhurbaşkanını seçme biçimini değil, rejimi değiştirdi. O tarihlerde bir üniversitede verdiğim konferansta Süleyman Demirel’in 1961 Anayasası için söylediği “Bu Anayasa Türkiye’ye bol geliyor.” sözüne öykünerek ironi yapmış ve şöyle demiştim: “2010 ve 2017 Anayasa değişiklikleri Türkiye’ye dar gelir.” Ne yazık ki haklı çıktım. Türkiye o günden bu yana “gün yüzü görmedi”. Ekonomik ve toplumsal sorunları çözmek yerine ötelemeye gidilince de ülke olması gerekenden daha derin bir krize girdi.
Yaşamakta olduğumuz kriz sadece enflasyonist olarak tanımlanamaz. Enflasyon çözülebilir. Sorun, bunun maliyetinin kimin üzerine kalacağına karar vermektir. Mevcut siyasal erk dayandığı sınıfsal yapı ve ideolojisi gereği bunu halka yüklemeye karar verdi. Bu şaşırdığımız bir tercih değildir. 2010 sonrası ülkeyi yöneten siyasal ideoloji gereği tercih kendileri açısından doğrudur.
Krizin en büyük maliyeti sabit gelirliler tarafından çekilmekte. Özellikle gıda enflasyonu bu kesimi derin bir yoksulluğa itmekte. Gıda fiyatlarındaki artış sadece marketlerin gözü doymaz patronlarının eseri değil. Sorun tarım sektörünün üzerinde taşıdığı yapısal problemlerden kaynaklanmakta. Bakış açımız bu olunca Ocak sayımızın kapak konusunu tarım ve gıda sektörüne ayırdık. Yaşar Uysal ve Osman Aydoğuş hocalarımız yaşanmakta olanları analiz ettiler.
Elbette bununla yetinmedik. Kalan sekiz makaleyle de dergiyi zenginleştirdik. Katkı veren tüm akademisyenlere teşekkür ederiz.
Sevgiyle ve okuyarak kalın.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.