Kalkınma ve Kentleşme İlişkisi Üzerine Bazı Tartışmalar ve Türkiye – Fatma Doğruel, A.Suut Doğruel


Kalkınma muğlak ve gizemli bir kavram! Son iki yüz yıldır yapılan tartışmalar kentsel yığılmaların yarattıkları dışsallıklarla kalkınma sürecinde önemli bir rol oynadıklarını gösterdi. Ancak kentleşmenin yapısı ve değişim süreçleri kalkınmanın düzeyine göre farklılaşıyor.

İktisat tarihçisi Paul Bairoch (1988) kent ve kalkınma ilişkisini sorgularken birçok soru arasında “Kentleşme yenilik ve ekonomik kalkınmayı destekledi mi?” diye de sorar. Fujita ve Thisse (2002: 389) ekonomik büyüme ve kalkınmada kentlerin rolünün on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren iktisat tarihçileri tarafından vurgulandığını belirtiyorlar. Kuznets (1966: 60) için “Kentleşme, sanayileşme ve modern ekonomik büyüme için gerekli bir koşuldur”. Fujita ve Thisse (2002: 389) tarafından büyümenin motorları olarak adlandırılan kentlere bu gücün atfedilmesinde bu tür yığılmaların “piyasa ve piyasa dışı etkileşimler yoluyla teknolojik ve sosyal yeniliklerin geliştirildiği ana sosyal kurumlar” olarak görülmeleri ve ayrıca kentlerin uzmanlaşmasının zaman içinde değişmesi yoluyla coğrafi olarak farklılaşmış bir iktisadi kalkınma modeli yaratması da belirleyicidir. Ancak kentsel iktisat üzerine çalışan Vernon Henderson (2003) kent-kalkınma ilişkisine daha farklı bir açılım getirir: Yazar, ekonomik kalkınma gerçekleştikçe kendi başına büyümeyi teşvik etmemekle birlikte kentleşmenin biçiminin ya da yoğunlaşma derecesinin verimlilik artışını güçlü bir şekilde etkileyeceği değerlendirmesini yapar. Bu değerlendirme özellikle kentlerin verimlilik ve yenilik yaratma kapasitesi bakımından önemlidir. Kent ve kalkınma ilişkisi üzerine soru “ekonomik kalkınma kentleşmeye yol açar mı ya da hızlandırır mı?” diyerek ters yönde de sorulabilir. Davis ve Henderson (2003) kalkınmanın bir sonucu olarak ekonomide meydana gelen yapısal değişikliklerin kentleşmeyi uyarabileceğini söylüyorlar. Aslında kalkınma ve kentleşme gibi karmaşık ve iyi tanımlanması kolay olmayan iki konu arasındaki ilişkiyi incelemek ve herhangi bir yönde basit bir nedensellik kurmak oldukça zor. Bairoch (1988) kitabının giriş bölümünde kentin tarihinin ekonomik kalkınmayla ilişkisine olan ilgisinin nedenlerini açıklarken hedeflediği işi “büyüleyici ve bir o kadar da zor görev” olarak adlandırır. Bu zor görev yerine getirilirken, daha net bir şekilde ifade edersek, kentleşme ve kalkınma ilişkisi üzerine gözlemlerin sonuçlarını yorumlarken çok dikkatli olmak gerekiyor. Ancak yine de bazı göstergelerle kentleşme ve kalkınmanın karşılıklı ilişkisi üzerine gerekli özeni göstererek mütevazı, o oranda temkinli, çıkarsamalar yapılabilir. Bu yazıda kentleşme ve kalkınma ilişkisi üzerine bu çerçevede 1950 sonrası dönemde Türkiye üzerine bazı gözlemlerimizi ve değerlendirmelerimizi paylaşmak istiyoruz.

Kalkınma: Muğlak bir kavram!

Bu muğlaklık önemli ölçüde kalkınmanın “bir ölçü ya da endeks kullanarak yakalanması zor bir normatif bir kavram” (Perkins vd, 2013: 23) olmasından kaynaklanıyor. Ancak genel olarak ekonomik büyümeyi ya da kişi başına Gayrı Safi Yurt içi Hasıla (GSYH) artış oranını kalkınmanın önemli göstergesi olarak alabiliriz. Henderson (2003) herhangi bir yılda bir ülkedeki kentleşme yüzdesi ile kişi başına gelir (logaritmik olarak GSYH) arasındaki korelasyon katsayısının yüzde 85 olduğunu belirtiyor. Ülke ekonomisindeki yapısal değişim bir diğer kalkınma göstergesidir: Bu değişimin gelişmekte olan ülkelerde tarımdan sanayiye kayış olarak gerçekleşmesi nedeniyle sanayinin payının yükselmesi ülke kalkınması açısından önemli bir göstergedir. Ancak ekonomik büyüme ya da kişi başına GSYH artış oranı, içinde farklı değişmeleri barındıran kompozit bir göstergedir. Biz de bir ülkenin genel kalkınma performansıyla ilgili bilgi verme potansiyelini dikkate alarak bu göstergeyi kullandık.

Kentsel yığılmalar neden önemli?

Ülke kalkınmasının ve temelde ekonomik büyümesinin arkasında coğrafi konsantrasyonun (yığılmaların ya da aglomerasyonların) yarattığı dışsallıklar büyük önem taşıyor. Yığılmalar aslında içlerinde kentleri barındırır. Henderson ve Kriticos (2018) kentleşmeyi, tarımdaki verimlilik artışlarının kırsal kesimdeki iş gücünü serbest bırakması ve istihdamı kentlere doğru itmesi ya da “yığılma ekonomilerinden kazanç sağlayacak ve kaynakları kentlere doğru çekecek sanayi sektörlerinin yükselişi” ya da her iki gelişmenin birlikte gerçekleşmesiyle açıklıyorlar. Dolayısıyla kentler yarattıkları pozitif mekânsal dışsallıklarla bir çekim merkezidirler. Ancak, yığılmaların belli bir büyüklükten sonra negatif dışsallık yaratma potansiyeli de vardır. Negatif dışsallıklar kalabalıklaşma (concestion) ile ortaya çıkar “Belli bir alanda insanların ve sanayinin yoğunlaşması, uzun zamandır iktisatçılar tarafından yığılma ekonomilerinin delili olarak görülüyor (Gleaser, 2010: 5). Literatür şimdiye kadar kentleşmenin artışı sonucu ortaya çıkan yığılma ekonomilerinin (agglomeration economies) yarattığı pozitif dışsallıklar ile kalabalıklaşmanın (congestion) yarattığı negatif dışsallıkların çevresinde dolaşan birçok soruya odaklandı. Kentsel iktisatta pozitif ve negatif dışsallıkların getiri ve maliyetlerinin nasıl dengelendiği ilgili literatürde kapsamlı bir tartışma alanı bulur. Richardson (1987) akademik dünyada planlamacıların ve iktisatçıların yığılma ekonomilerinin kent ölçeğinde avantajlarının ve dezavantajlarının (diseconomies) olduğunu kabul ettiklerini, ancak bunların çoğunun en azından parasal değerlerle net etkisinin ölçülmesinin güçlüklerinden söz ediyor.

Şüphesiz kentler, sadece sanayi ve hizmet üretiminin gerçekleştiği, çekim gücünü bu üretim gücünden alan ve artan nüfuslarıyla önemli olan mekanlar değildirler. Bu nedenle kentsel yığılmaları sadece nüfus ve üretim büyüklükleriyle tanımlamamız mekânsal çekimi anlamamızı eksik bırakır. Kentsel dinamikler kalkınma ve büyüme açısından bunun ötesinde bir potansiyele sahiptir. Burada kent biliminin doğumuna akademik dünya dışından öncülük eden Jane Jacobs’ın sözlerine yer verebiliriz. Jacobs, orijinali 1961 yılında yayımlanmış olan kitabının daha sonraki baskılarından birinde yer alan önsözünde, içinde

Şekil 1: Türkiye’de Kent Nüfusunun Beş Yıllık Ortalama Yıllık Değişim Oranı: 1950-2020 (yüzde)

Kaynak: World Urbanization Prospects (2018)

yaşadığımız dünyanın fiziksel ve mekânsal boyutunu dikkate alarak bir benzetme yapar ve dünyada iki tür ekosistemin varlığından söz eder. Biri fiziksel-kimyasal-biyolojik süreçlerden oluşan doğal olan ekosistem; diğeri ise, fiziksel- ekonomik-etik süreçlerden oluşan kent ekosistemidir (Jacobs, 1992). Kentlerin bir süreç olarak tanımlanması aynı zamanda kentlerin ekonomik yaşamdaki rolü konusunda da bir açıklama barındırıyor. Jacobs (1992) yaratıcı ve işlerliği olan şehirlerin gelişen ve zenginleşen ekonomilerle, çöken kentlerin ise gerileyen ekonomiler ve artan sosyal sorunlarla birlikte hareket ettiğini belirtiyor. Bu tartışmalara bir de teknoloji boyutunu eklemek mümkündür: Üretim ve organizasyon teknolojilerindeki değişmelere bağlı olarak pozitif ya da negatif dışsallıkların dengesi değişebilmekte ve kentlerin gelişimini etkileyebilecek tarihsel geçmiş ve siyasal ortam de bu dengeyi etkileyebilmektedir.

Kentleşmenin yapısı ve değişim süreçleri kalkınmanın düzeyine göre farklılaşıyor

Alfred Marshall (1920: Bölüm 10, Dipnot 125) tekstilde önem kazanmış kentleri ve değişimlerini anlatırken Manchester, Leeds ve Lyons kentlerinin ticarette hâlâ önemli kentler olmakla birlikte, ipek ve pamuk üretiminde büyüklük olarak önemlerinin kaybolduğunu belirtiyor. Londra, Paris ve Philadelphia o dönemin önemli üretim merkezleridir. Marshall (1920), o dönemde yükselen ve çöken şehirlerden söz ediyor. Marshall’ın söz ettiği Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri kentleri bugün hâlâ önemli olmakla birlikte, 20. ve 21. yüzyıllarda Asya’da ve Latin Amerika’da birçok kent, nüfus büyüklükleri ile öne geçti. Birleşmiş Milletler dünya kentleşme verilerine göre 1950 yılında ilk 30 kentsel yığılma sıralaması içinde gelişmekte olan ülkelerden yedi kent yer alırken 2020 yılında bu sayı 25’e yükselmiş ve sanayileşmiş ülkelerdeki kentsel yığılmalarının sayısı beşe düşmüştür (World Urbanization Prospects, 2018). Türkiye’den de İstanbul ilk 30 yığılma sıralamasına 1985 yılından itibaren girmeye başlıyor. Sanayileşmiş ülkelerin

Şekil 2: Türkiye’de Kent Nüfusu (yüzde) ve Kişi Başına GSYH (LN)

Kaynaklar: GSYH verileri TÜİK ve Doğruel ve Doğruel (2014); Kentleşme oranı: 1950 ve 1955 yılları TÜİK (2007: 9) ve 1960 ve sonrası World Development Indicators kullanılmıştır.

büyük yığılmalarındaki durağanlık ve gelişmekte olan ülkelerin kentsel yığılmalarının öne çıkması değişimi, küreselleşme sürecinde dünya imalat sanayi üretiminde öncü rolün gelişmekte olan ülkelere kayması ve başta Çin olmak üzere Asya ülkelerinin öne çıkmasıyla yakından ilişkilidir. Kentleşmenin sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki yapısı ve değişim süreçleri farklı karakteristiklere sahiptir. Farklılaşma sadece kalkınma düzeyi ile ilişkili değildir; farklı coğrafyalarda ve farklı tarihsel geçmişlere sahip kentlerin karakteristikleri mekanik kent tipolojileri yaratmayı güçleştirmektedir. Sanayileşmiş ülkelerdeki kentsel yapı ve değişme süreçleri Amerika ve Avrupa kıtalarında farklıdır. Gelişmekte olan ülkelerin kentlerinin yapısı ve zaman içinde gösterdikleri değişim de Latin Amerika, Asya, Afrika kıtalarında ve kentlerin ilk oluştuğu Akdeniz/Orta Doğu kentlerinde farklıdır. Ayrıca, kentlerin değişiminde zaman boyutu da önem taşıyor. 18 ve 19. yüzyıllarda Sanayi Devrimi dönemindeki kentsel dönüşüm bugün bilginin hızla ve kolaylıkla yayıldığı dönemdeki dönüşümden farklıydı. Birçok Afrika ülkesinde metropol şehirler yapısal değişimin tarımdan sanayiye geçiş aşaması yeterince olgunlaşamadan hizmet sektörünün büyümesiyle hızlanan kentleşmeye sahiptirler. Afrika’da Sahra Altı bölgesinde imalat sanayinin payı 1995-2000 döneminde yüzde 10,6’dan 2010-2015 döneminde yüzde 8,4’e gerilerken hizmetlerin payı aynı dönemlerde sırasıyla yüzde 44’ten 55,7’ye yükselmiştir (Henderson ve Kriticos, 2018: Tablo 1). Bu durum erken sanayisizleşme dediğimiz olgu ile de açıklanabilir. Özellikle 1990’lı yılların ortalarından itibaren hızlanan ve derinleşen küreselleşmenin gelişmekte olan ülkelerin bir bölümünde bu tür bir etkisi oldu.

Kentlerin hangi karakteristiğinden ve hangi nüfus büyüklüğünden söz ediyoruz?

Hangi yığılmaları kent olarak adlandırdığımız ve mekandaki nüfus yoğunluğu zaman içinde değişti. Bugün kent dediğimiz yığılmaların yapısı antik dönemdeki kent tanımından hatta iki yüzyıl önceki kentlerin yapısından çok farklıdır. Paul Bairoch “şehirlerin ve özellikle geleneksel toplumlardaki şehirlerin başlıca ayırt edici özelliğinin özgünlükleri (Mumford, 1961’den aktaran Bairoch, 1988: 21)”

Şekil 3: Türkiye’de 300 bin üzeri nüfusa sahip kentlerin kentsel nüfus içindeki payları (yüzde)

Kaynak: World Urbanization Prospects (2018)

olduğunu ve “antik kentleri ele almak için kültür ve teknolojinin büyük ölçüde geliştiği dört bin yılı (İÖ 3500-MS 500)” dikkate almamız gerektiğini belirtiyor. Bu yazıda odaklandığımız 1950 sonrası dönem görece kısa bir zaman dilimini kapsamasına rağmen kentleşmede ve dolayısıyla en azından kent nüfuslarında önemli değişimler olduğunu söyleyebiliriz. Ekonomik faaliyetlerde de 1950’lerde kentler henüz dijital çağla karşılaşmamıştı. Günümüzde ise kentlerin bilgi ve inovasyonun merkezi olma özellikleri daha fazla öne çıkıyor. Bir taraftan ekonomik faaliyetlerin niteliği diğer taraftan kentlerin karmaşık dokusu, kent tanımı ve hangi nüfus düzeyinin kenti temsil edeceğini zaman içinde değiştirdi. Bu konuda söz edebileceğimiz son bir değişiklik 2020 yılında Birleşmiş Milletler İstatistik Komisyonu’nun uluslararası karşılaştırmalarda kullanılmak üzere küresel bir kent tanımını onaylamasıdır

(UN-HABITAT, 2020).

Kentlerin her ülke içindeki dağılımı ve metropollerin sayısı ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Ülkelerin yüzölçümü olarak büyüklükleri, nüfus yoğunlukları, ülkenin coğrafyası ve daha birçok neden kent büyüklüklerini ve dağılımını etkilemektedir. Ayrıca, izlenen iktisadi ve mekânsal politikalar da kentlerin dağılımı ve nüfus yoğunlukları üzerinde belirleyici olabilir. Bir ülkede kentsel yığılmaların yapısı ve diğer yığılmalara göre nasıl bir değişim gösterdiği kalkınma süreci açısından önem taşımaktadır. Ancak ülkedeki en büyük kentin ve büyüklük olarak izleyen kentlerin zaman içinde nüfuslarındaki değişim, kentler ve kalkınma arasındaki ilişki açısından, ülkenin özelliklerine ve gelişmenin yaşandığı tarih dilimine göre de farklılıklar içerebilmektedir.

Türkiye’de kentleşme ve kalkınma üzerine gözlemler

Türkiye’de kentleşme 1950’li yıllardan sonra hızlandı. 1950- 1970 döneminde 1950’de nüfusu 15 milyondan büyük ülkeler içinde en hızlı kentleşen ülkeler arasında Etiyopya, Brezilya ve Kore’nin yanında Türkiye de vardır (Renaud, 1981: 27). Tekeli (1998), 2000’li yılların hemen öncesinde yayımlanan yazısında, son elli yılda kırdan kente göçle kentleşmede yüzde 70’lere ulaşıldığını ve kentleşmede sona

Şekil 4: İstanbul ve izleyen üç büyük kentin kent nüfusu içindeki payı (yüzde)

Kaynak: World Urbanization Prospects (2018)

yaklaşıldığını belirtmektedir. 2000 sonrasında izleyen yirmi yılda kentleşme devam etmiş ancak Türkiye’de kent nüfusunun beş yıllık ortalama yıllık değişim oranlarından izlenebileceği gibi 2000 sonrası bir yavaşlama söz konusudur (Şekil 1).

Şekil 1’de 1950 ve 2020 arasındaki yılları içeren yetmiş yıllık dönemde en dikkat çekici gelişme 1980-1985’te beş yıllık ortalama değişim oranının 5,83’le incelenen dönemin en yüksek değerini almasıdır. 1980 sonrası bu hızlanma 2000’li yıllarla birlikte yavaşlamış ve gittikçe azalarak 2015- 2020’de 2,04 değerini almıştır. Şekil 1’deki sert kentleşme hızı çıkışı Türkiye’nin dışa açılma politikalarının ve dünyada da küreselleşmenin başladığı yıllardır. Hızlanmanın olduğu yıllarda Türkiye’de dışa açılmayla ithal ikameci sanayileşme politikaları yerini pasif sanayileşme politikalarına bırakmıştır. Bu politikaların ihracata yönelik desteklerle imalat sanayinin gelişmesini uyarması ve istihdamın kentsel alanlara kaymasıyla kentleşmede Şekil 1’deki artışı gördüğümüzü söyleyebiliriz.

Şekil 2’de kişi başına GSYH’de büyüme ve kentleşme oranlarındaki değişim yer almaktadır. Kişi başına GSYH’de büyüme uzun dönemli trend üzerinde hareket etmesine rağmen 1980 sonrası yıllarda kentleşmenin (kent nüfusu yüzdesinin) hızla yükseldiği ve kendi uzun dönemli trendinin üzerine çıktığı görülmektedir. Şekil 2’de kent nüfusu yüzdesiyle ilgili eğri 2000 sonrasında bir süre kendi trendi üzerinde gidip daha sonra kentleşme trendinin altına inmiştir. 1980-2000 arasında uzun dönemli trendinin üzerinde kalan kent nüfusu yüzdesinin bu hareketinin, Şekil 1’de gördüğümüz aynı dönemdeki hızlı çıkışı işaret eden kentleşme değişimiyle uyumlu olduğunu söyleyebiliriz. İktisat politikalarındaki değişimin kentleşme üzerindeki belirgin etkisine karşın Şekil 2’de kişi başına gelirdeki değişmelerde gerçekleşen sapmalar ile kentleşme arasında güçlü bir bağ görülememektedir: Büyümenin hızlandığı dönemlerde (uzun dönem trend doğrusunun üzerinde kaldığı yıllar) kentleşme hızı yavaşlayabilmektedir (trend doğrusunun altında kalması).

Şekil 3’te Türkiye’de nüfusu 300 bin ve daha fazla kent yığılmalarının yer aldığı iki harita 1950 ve 2020 için bu kentlerin kent nüfusu içindeki paylarını göstermektedir. Bu kentlerin belirlenmesinde Birleşmiş Milletler 2018 yılını dikkate almıştır (World Urbanization Prospects, 2018). Şekil 3’te her iki haritadan da izlenebileceği gibi 1950 ve 2020 yılları arasında 300 bin ve üzeri nüfuslu kentlerin ülke içinde dağılımı değişmemiştir. Ancak, bazı kentsel yığılmaların kent nüfusu içinde payı artarken bazılarının payları azalmıştır: En dikkat çeken değişmeler İstanbul’un kentsel nüfus içindeki payının 1950’de yüzde 18’den 2020’de 24’e, Ankara’nın yüzde 5’ten 8’e ve Antalya’nın yüzde 0,5’ten 2’ye yükselmesidir. Başta Eskişehir ve Samsun olmak üzere 1950 ve 2020 arasında kent nüfusu içinde payı azalan kent yığılmaları da vardır. Bu zaman aralığında Türkiye’de sanayinin ve hizmetler sektörünün mekânsal dağılımında bazı kaymaların olduğu gözlenebilmektedir. Ancak bu kaymalar ile kentsel yığılmalardaki değişim arasında sistematik bir ilişki kurmak, en azından bu verilerle, pek mümkün görünmemektedir.

Şekil 4’te, 2018’e göre sıralandığında en büyük nüfusa sahip kent yığılması ile yine aynı yıla göre onu izleyen üç kentin kentsel nüfus içindeki toplam paylarının 1950 ve 2020 arasındaki değişimi yer almaktadır. Bu grafikte İstanbul’un payında, dalgalanmalara karşın, genel bir artış görülüyor. Buna karşılık İstanbul’u izleyen en büyük üç kentin payı ise 1980’lerden itibaren azalmaya başlıyor. Bu gözlemler Türkiye’de tek merkezli bir yoğunlaşmanın gerçekleştiğini, payı giderek artan İstanbul dışında ise kent nüfusunda bir dağılmanın olduğunu işaret ediyor.

Sonuç

Kalkınma muğlak ve gizemli bir kavram! Son iki yüz yıldır yapılan tartışmalar kentsel yığılmaların yarattıkları dışsallıklarla kalkınma sürecinde önemli bir rol oynadıklarını gösterdi. Ancak kentleşmenin yapısı ve değişim süreçleri kalkınmanın düzeyine göre farklılaşıyor. Üstelik farklı coğrafyalarda kentlerin yapısı ve dönüşümü homojen değil. Kentsel yığılmaların karakteristikleri değişik sınıflandırmalar yapmamızı sağlasa da kentlerin nüfus büyüklüğü sıklıkla kullanılan bir göstergedir. Hangi büyüklükte nüfus yoğunlaşmasına kent diyebileceğimiz, şu ana kadar doğrulanan bilgilere göre, Mezopotamya’da ortaya çıkan ilk kentlerden bu yana değişti ve muhtemelen gelecekte kentler dönüşmeye devam ettikçe değişecek. Bu yazıda, kentleşme ve kalkınma ilişkisi üzerine bazı gözlemlerimiz ve değerlendirmelerimizle Türkiye’de 1950 sonrası dönemde kentsel yoğunlaşmanın kalkınma sürecinde nasıl değiştiğini izlemek istedik. Veriler ve kent sınıflandırılmalarında Birleşmiş Milletler tarafından düzenli aralıklarla güncellenen World Urban Prospect dikkate alındı.

Türkiye’de 1950 sonrası kentleşme artıyor. Hatta dünyada da 1950-1970 arasında Türkiye hızla kentleşen ilk dört ülke arasında yer alıyor. Bu süreçte tarımdaki çözülme belirleyicidir. Ancak kentleşme hızı 1980-2000 arasında daha yüksektir. Bu dönemde gerçekleşen kentleşmeyi, uygulanan sanayileşme ve ticaret politikalarındaki kapsamlı değişmelere karşın, sadece sektörel kaymalarla açıklamak yetersiz olacaktır. İncelenen dönemin tamamı dikkate alındığında öne çıkan en belirgin özellik en büyük kentin payının artmasıdır. Bu değerlendirmeler mekânsal olarak Türkiye’de tek merkezli bir yapının güçlendiğini işaret ediyor.

Kaynaklar

Bairoch, P. (1988). Cities and economic development: From the dawn of history to the present. Chicago: The University of Chicago Press.

Davis, J. C., ve Henderson, J. V. (2003). Evidence on the political economy of the urbanization process. Journal of Urban Economics, 53(1), 98–125.

Doğruel, A.S. ve Doğruel, F. (2014). Dönemler İtibariyle Türkiye’de Ekonomik Büyüme. B. C. Karahasan, F. Bilgel ve A. Soydan (Eds), Son On Beş Yılda Türkiye Ekonomisi içinde, Okan Üniversitesi Yayınları, İstanbul, s. 30-52.

Fujita, M. ve Thisse, J. (2002). Economics of agglomeration: cities, industrial location, and globalization. Cambridge: Cambridge University Press.

Gleaser, E. (2010). Introduction.

Gleaser, E. (Ed.) Agglomeration Economics. p. 1 – 14 University of Chicago Press.

Henderson, V. (2003). The urbanization process and economic growth: the so-what question. Journal of Economic Growth, 8(1), 47–71.

Henderson, J. Vernon ve Kriticos, Sebastian. (2018). The Development of the African System of Cities. Annual Review of Economics, 10 (1), 287-314.

Jacobs, J. (1992). Excerpt From The Death and Life of Great American Cities. https://www. penguinrandomhouse.ca/ books/86058/the-death-and-life- of-great-american-cities-by-jane- jacobs/9780679644330/excerpt (Erişim tarihi: 15.01.2023).

Kuznets, S. (1966). Modern economic growth: rate, structure, and spread. New Haven: Yale University Press.

Marshall, A. (1920). Principles of economics. Library of Economics and Liberty. (Erişim tarihi: 27.07.2007, http://www.econlib. org/library/Marshall/marP3. html)

Mumford, L. (1961). The City in History. London. Harcourt, Brace & World.

Perkins, Dwight H., Steven Radelet, David L Lindauer, ve Steven A Block. (2013). Economics of development (Seventh Edition). New York: W. W. Norton & Company, Inc.

Renaud, B. (1981). National Urbanization Policies in Developing Countries. Washington D.C.: Oxford University Press.

Richardson, H. W. (1987). Whither National Urban Policy in Developing Countries? Urban Studies, 24(3), 227–244.

Tekeli, İ. (1998). Türkiye’de içgöç sorunsalı yeniden tanımlanma aşamasına geldi. A. İçdugu, İ. Sirkeci ve İ. Aydıngün (Derleyenler). Türkiye’de içgöç. İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı.

TÜİK (2007). İstatistik Göstergeler: 1923-2006. Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu.

World development indicators. Washington, D.C.: The World Bank.

World Urbanization Prospects (2018). The 2018 Revision, United Nations, Department of Economic and Social Affairs, Population Division, Online Edition.

Sayı: İktisat ve Toplum Dergisi 148
Sayfa Aralığı: 13-22

Fatma Doğruel Hacettepe Universitesi Matematik Bölümü’nden lisans ve yüksek lisans ortak derecesi ile mezun oldu. Doktora derecesini Çukurova Üniversitesi Tarım Ekonomisi Bölümü’nden aldı. 1978-1988 yılları arasında Çukurova Üniversitesi’nde çalıştı. 1988 yılından itibaren Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü’ne geçti. 1996 yılında profesör olan Fatma Doğruel halen bu görevini sürdürmektedir. Profesör Doğruel Türk Sosyal Bilimler Derneği Genç Sosyal Bilimciler (1987), Sedat Simavi Vakfı Sosyal Bilimler (1990) ve Ford Foundation Ortadoğu Araştırma (1991) ödüllerini almıştır. Ayrıca, 1991-1992 yıllarında ABD’de Central Michigan Üniversitesi’nde Misafir Öğretim Üyesi olarak bulunmuştur. Araştırma alanları ekonomik büyüme ve kalkınma, bölgesel ekonomi, tarım ekonomisi, gelişmekte olan ülkeler makroekonomisi ve Cumhuriyet Dönemi Türkiye iktisat tarihidir. Bu alanlardaki kitap bölümleri ve makalelerine ek olarak ortak yazarı olduğu Türkiye'de Ekonomik Büyüme Yapısal Dönüşüm ve Kriz (1990), Osmanlı’dan Günümüze TEKEL (2000), Bıçak Sırtında Büyüme ve İstikrar (2006), Türkiye’de Enflasyonun Tarihi (2006), Türkiye Sanayiine Sektörel Bakış (2008) ve Bıçak Sırtında Büyüme ve İstikrar: Küreselleşmenin Yükselişi ve Düşüşü (2018) ile Bölgesel Kalkınma ve Kalkınma Ajansları (2012) sayılabilir. Profesör Doğruel, Türkiye Ekonomi Kurumu, Türk Sosyal Bilimler Derneği, American Economic Association, Middle East Economic Association, Bölge Bilimi Türk Milli Komitesi üyesidir. Ayrıca, 2010-2012 yılları arasında MEEA Yönetim Kurulu üyeliği ve 2013-2015 yılları arasında MEEA Yönetici Sekreterliği görevlerini üstlenmiştir. 2019 yılından itibaren Bölge Bilimi Türk Milli Komitesi Yönetim Kurulu üyeliğine seçilmiştir.

A. Suut Doğruel lisans, yüksek lisans ve doktora derecelerini Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü’nden aldı. 1981-1988 yılları arasında Çukurova Üniversitesi İktisat Bölümü’nde çalıştı. 1988 yılında Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü’ne geçti. 1996 yılında profesör olan A. Suut Doğruel, 2004 – 2017 yılları arasında Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat bölüm başkanlığı görevini yürüttü, 2019 yılında ise bölümden emekli oldu. Halen Türkiye Ekonomi Kurumu’nda yönetim kurulu üyesi ve genel yazman olarak görev yapmaktadır. Profesör Doğruel, Türk Sosyal Bilimler Derneği Genç Sosyal Bilimciler (1987), Sedat Simavi Vakfı Sosyal Bilimler (1990), Ford Foundation Ortadoğu Araştırma (1991) ve Kıbrıs Türk Ekonomi Kurumu En Başarılı Bilim İnsanı (2019) ödüllerini ve NATO Araştırma Desteği’ni (1995) almıştır. Ayrıca, 1991-1992 yıllarında ABD’de Central Michigan Üniversitesi’nde Fulbright Misafir Öğretim Üyesi olarak bulunmuştur. Araştırma alanları ekonomik büyüme ve kalkınma, bölgesel ekonomi, gelişmekte olan ülkeler makroekonomisi ve Cumhuriyet Dönemi Türkiye iktisat tarihidir. İlgili alanlardaki kitap bölümleri ve makalelerine ek olarak çalışmaları arasında ortak yazarı olduğu Türkiye’de Ekonomik Büyüme Yapısal Dönüşüm ve Kriz (1990), Osmanlı’dan Günümüze TEKEL (2000), Türkiye’de Enflasyonun Tarihi (2006), Türkiye Sanayiine Sektörel Bakış (2008) ve Bıçak Sırtında Büyüme ve İstikrar: Küreselleşmenin Yükselişi ve Düşüşü (2018) yer almaktadır.

Bir cevap yazın