İklim değişikliğinin getireceği felaketler bizi bekliyor. Yaşamaya başladıklarımız buz dağının henüz görünen kısmı kadar bile olmayabilir ama bunlar bizi gelecekte neyin beklediği konusunda yeterli bilgi veriyorlar. Bu felaketlerin insani boyutu olduğu kadar çevresel ve ekonomik boyutu da bulunuyor. Probleme iklim bilimi açısından bakışla ekonomi açısından bakış arasında da önemli farklar bulunuyor. İklim biliminde böylesi bir soru sorulmasa da ekonomi konuya şu soru bağlamında yaklaşıyor: “Bugün iklim değişikliğini durdurmak için mi para harcasak daha kazançlı oluruz, bu parayı harcamayıp yatırım yapsak ve sonra oluşan felaketlerin bedelini mi ödesek?” Felaketlerin bedelini ödediğimiz zaman karşımıza çıkan bedele de karbonun sosyal maliyeti (Social Cost of Carbon – SCC) deniyor.
Ekonomik açıdan karbonun sosyal maliyeti zamanın bir fonksiyonu olarak hesaplanıyor. Bu noktada aklımıza “yetişkin bir ağacın yok olması ile yeni dikilmiş bir fidanın yok olması aynı bedele karşılık gelmemeli” gibi gelse de ekonomik yaklaşım karbonun sosyal bedelini herhangi bir t zamanında karbon salımının refaha olan etkisinin toplam tüketimin refaha olan etkisine bölünmesiyle bulunur:
İklim değişikliği alanında çalışan ekonomistlere göre karbonun sosyal maliyeti karbon salımının tüketime olan etkisidir (Nordhaus, 2014). Buradan çıkan değeri karbonun insanlığa olan maliyeti olarak değerlendiriyoruz. Bir karbon vergisi koymayı ya da Amerika’ya uçuşumuzda çıkan karbondioksidi karşılamayı düşündüğümüzde bir ton karbondioksit salmanın karşılığını bu bedel olarak görüyoruz. Oysa bu bedel ekonomistlerin hesaplamaları için kullandıkları bir değer ve günlük hayattaki karşılığı aynı bedel olmak zorunda değil.
Maliyet Hesabına Başlarken
Karbon ve diğer sera gazları için maliyet hesabına başlarken öncelikle bir zarar fonksiyonu belirlenmesi gerekiyor. Bu zarar fonksiyonu, sera gazlarının atmosferdeki konsantrasyonunu sıcaklık değişimlerine çeviriyor; ardından bu sıcaklık değişimlerini küresel ısınmadan kaynaklı “zarar”a dönüştürüyor. Nasıl bir zarar fonksiyonuna karar verileceği önemli; çünkü seçilen her bir zarar fonksiyonu farklı politika önerisine yol açacaktır. Uygulamada ise en kullanışlı ve izlenebilir sonuçları veren fonksiyona karar vermek çok zor; çünkü iklim biliminde iklime duyarlılığa ve ısınmadan kaynaklı zararların nasıl temsil edileceğine ilişkin belirsizlikler mevcut. Yine de, Bütünleşik Değerlendirme Modelleri (Integrated Assessment Models-IAM) kurulurken karbon için gelişigüzel zarar fonksiyonları seçilerek ekonomi ile çevresel etki arasındaki dinamik ilişki modellenmeye çalışılıyor. IPCC TAR Çalışma Grubu II (2001), IAM’lerde kullanılan alternatif zarar fonskiyonlarını aşağıdak gibi örnekliyor:
i) Lineer fonksiyon: Dt = f (Tt)
ii) Karesel fonksiyon: Dt = f (Tt2)
iii) Kübik fonksiyon: Dt = f (Tt3)
iv) Hokey sopası şeklindeki fonksiyon
v) Üstel fonksiyon: Dt = e f (Tt)
(Yukarıda D zararı, t zamanı ve T sanayi öncesi zamana göre küresel ortalama sıcaklıktaki değişimi temsil ediyor.) Stern vd. (2006) ve Nordhaus (2007, 2008) karesel zarar fonksiyonlarını kullanıyorlar. Örneğin Nordhaus (2007) Amerika Birleşik Devletleri için, 2.5°C’lik bir ısınma sonucunda milli gelirde tarımdan kaynaklı %0.03’lük bir azalış, tarım-dışı sektörlerden kaynaklı %0.88’lik bir azalış olacağını bulguluyor. Insley vd. (2018) ise üstel bir zarar fonksiyonunun daha uygun olacağını söylüyor. Çünkü üstel fonksiyon 3°C’nin üzerindeki sıcaklık artışlarında iklim değişikliğinden kaynaklı zararların yıkıcı olacağını ileri sürüyor. Hokey sopası şeklindeki fonksiyon ise etkilerin belli bir (kritik) eşik sıcaklık değerine erişilene kadar yaklaşık olarak oransal olduğu varsayımına dayanıyor; eşik değer geçildikten sonra zarar hızlı bir şekilde artıyor.
Kısacası IAM çalışmalarında zarar fonksiyonu tercihi gelişigüzel yapılsa da her fonksiyonun karbonun zarar tahmini üzerindeki etkisi yadsınamaz.
Karbonun İnsan, Çevre ve Gelecek Açısından Bedelini Nasıl Hesaplayabiliriz?
Bu soruya cevap vermek için üç ayrı yoldan gidebiliriz: Diyelim ki bugün atmosfere bir ton karbondioksit saldık ve devlet aynı çöp toplar gibi bu salınan karbondioksidi temizlemek zorunda kaldı. Bu atığı temizlemenin masrafı ne kadarsa karbonun bedeli de o kadardır denebilir. Ya da saldığımız karbondioksidi temizlemeyi düşünmeyiz ama bunun gelecekte vereceği zarar neyse o zararın bedelini bugüne çevirerek bu bedeli bir ceza olarak tahsil edebiliriz. Bu iki yolu da tercih etmeyip üçüncü bir yol olarak insan davranışlarını değiştireceğini düşündüğümüz bir bedel belirler ve gelecekteki davranış değişikliklerine göre bu bedeli ayarlarız. Ekonomistlerin kullandığı yöntem bu üçüncü yola daha çok benziyor. Bunların dışında bir yöntem de düşünülebilir ancak bu üç yöntem genelde kabul gören hareket tarzlarını yeterince temsil ediyor.
Sonuncu yöntemden başlarsak: Kışın evimizin sıcaklığını 24 derecede değil 21 derecede tutmak için doğal gazın fiyatı ne kadar olmalı? Veya sabahları işe giderken kendi arabanızla değil otobüsle, servisle veya bisikletle işe gitmek için benzinin fiyatı ne kadar yükselmeli? Bu soruların cevapları doğal olarak kişiden kişiye değişir ve durum böyle olduğunda da davranış değişikliği yaratabilmek zorlaşır. Davranış değişikliği de ilk olarak en düşük gelir grubundan başlar çünkü onların zaten bu bağlamda kullanabilecekleri kaynaklar kısıtlıdır.
Karbonun bu şekilde bir davranış değişikliği için hesaplanan bedeli yaklaşık 50 dolardır. Bu da eğer satın alma bedeline eklenecek olursa normal şartlarda ülkemizde bir depo benzine yaklaşık 35 TL daha fazla ödememizi gerektiriyor. Bir depo benzini yaklaşık 300 TL’ye satın aldığımızı düşünecek olursak, 300 TL yerine 335 TL ödeyecek olmanın önemli bir davranış değişikliğine yol açmayabileceğini öngörmek zor olmaz. Bir depo benzine 300 TL yerine 600 TL ödüyor olsaydık bunun bir değişikliğe yol açma olasılığı çok daha yüksek olurdu. Bir depo benzine 300 TL yerine 1300 TL ödüyor olsaydık sanırım çoğumuz bisikletle işe gitmeyi tercih ederdik. Benzer şekilde bu karbon vergisi domatesin fiyatına da yansıyacağı için çürüyerek çöpe giden domates miktarında önemli bir azalma görülürdü.
Karbona bir bedel belirleme açısından düşünebileceğimiz ikinci yol karbondioksidin gelecekteki zararını bugüne çevirmek olacaktır. Bu çalışma ekonomiyle birlikte iklim biliminin alanına da girebilir çünkü iklim değişikliğinin gelecekteki etkilerini belirleyip bunların maddi karşılıklarını tahmin etmemiz gerekir. Bu konuda daha önce yapılmış çalışmalardan örnekler verecek olursak:
- Bu tür çalışmaları yapanların temel düşüncesi gelecekte oluşabilecek ortalama bir zarara göre hesap yapmaktır. Bu hesapların tümünün ortalamasını alan bir çalışma bir depo benzinde 87.5 TL karbon vergisi verecek olsak gelecekteki zararları bununla karşılayabileceğimizi söylüyor (van den Bergh ve Botzen, 2014).
- Simon Dietz ve Nicholas Stern hesaplamalarında belirsizlikleri de hesaba katarak eğer bugün bir vergi veriyor olsak bunun bir depo benzinde 31.5 TL ile 112 TL arasında olması gerektiğini söylüyor (Dietz ve Stern, 2015).
- Liz Stanton ve Frank Ackermann bu bedelin 24 TL ile 755 TL arasında olabileceğini söylüyor (Ackerman ve Stanton, 2012).
Bir depo benzinde 24 TL karbon vergisi ödemek muhtemelen bizim davranış biçimimizi değiştirmemize yetmeyecektir, ancak bunun için 755 TL gayet yeterli olabilir. Ancak bu bakış açısında bir de sigorta kavramını düşünmekte fayda olabilir. Sigorta ileride başımıza bir şey gelirse bunun bedelini karşılayamayacağımız için şimdiden bu konuda yatırım yapmamıza verilen genel bir isimdir. Sigortayı neden yaptırırız? Başımıza gelebilecek en iyi sonuç için değil oluşabilecek en kötü ihtimal için. İklim değişikliği nedeniyle başımıza gelebilecek en kötü şey ise hayatımızı kaybetmektir. İnsan hayatının her ne kadar kâğıt üzerinde bir karşılığı olabilse de bu meblağ karşılığında hayatını vermek isteyebilecek insan sayısı fazla değildir. Ayrıca yukarıdaki tüm hesap usulleri de insan hayatının bedeli de dâhil olmak üzere birçok önemli faktörü göz ardı ediyorlar. Yapılan hesaplar bir kayıp olduğunda mahsul kaybını yerine koymaya, yıkılan bir binayı yeniden yapmaya ya da sular altında kalan bir okulu onarmaya dayanıyor, ama bunun içerisindeki can kaybı hesabın herhangi bir noktasına konulmuyor. İnsan hayatına bir değer atfetmeye çalışılan durumlarda (örneğin “value of a statistical life” – istatistiki hayatın değeri çalışmalarında) ise küresel ısınmaya bağlı ölüm riskini engellemek için ne kadar maliyete katlanılabileceğinden (veya katlanmaya gönüllü olmaktan) hareketle yine çok subjektif değerlemeler karşımıza çıkıyor. Ayrıca doğada yerine getirdiği görev başka bir canlı tarafından devralınamayacak olan arılar gibi canlıların da neslinin tükenmesi bir para birimi ile ifade edilemeyecek kadar önemlidir. Bu eksiklikleri de eklediğimizde karbonun sosyal maliyetini belirleme üzerine yapılan hesapların çoğunun gerçeği yansıtmaktan uzak olduğunu görebiliriz.
İskonto Oranı Seçmenin Ahlaki Ağırlığı
1990’lardan bu yana karbonun sosyal maliyetini hesaplamak için çok sayıda girişim oldu. Bütünleşik Değerlendirme Modellemesi (Integrated Assessment Modelling – IAM) bu amaçla en sık kullanılan yöntem ve DICE, RICE, MERGE and PAGE modelleri de en sık kullanılan modeller arasında yer alıyor. Bu noktada karbonu (ve diğer seragazlarını) başka emisyonlardan ayıran özellikler mevcut. Öncelikle karbonun vereceği zararın bugün değil gelecekte oluşması bekleniyor. Bu da herhangi bir maliyet tahmininin geleceğe dair birtakım varsayımlar yapmasını ve uygun bir iskonto oranının seçilmesini gerektiriyor. (Karbonun tersine, zararı daha yakın bir gelecekte gerçekleşen emisyonlar için seçilen iskonto oranının tahmin edilecek maliyete etkisi çok daha az.) “Uygun” iskonto oranını seçmek sanıldığı kadar kolay değil, ama karbonun maliyet tahmini açısından çok önem taşıyor. Örneğin Nordhaus (2008) yıllık %1,5’luk bir iskonto oranı seçerek bir ton kömür başına koyulması gereken optimal verginin 30$ olduğunu buluyor (bunu bir ton kömürden çıkan karbonun maliyeti olarak düşünebilirsiniz). Stern vd. (2006) ise tersine, %0,1’lik gibi çok daha düşük bir iskonto oranı kullanarak bir ton kömür başına 250$’lık bir verginin optimal olduğunu buluyor. Stern vd. (2006) böyle bir iskonto oranı seçerken iklim değişikliğinin bugünkü nesillere gelecek nesillerin refahı ile ilgili ahlaki bir sorumluluk yüklediğini varsayıyor.
Bu hesapların karbonun gerçek bedelini yansıtmadığını düşünmek için bir sebebimiz daha var: Çoğumuz arabamızı ya lastiğimiz patlarsa ya da yolda cama taş sıçrarsa diye sigorta ettirmeyiz. Sigorta nedenimiz çoğunlukla arabanın tamamen kaybolması veya hasar görmesine karşı kendimizi koruma isteğidir. Yani günlük hayat içerisinde bütçemizi zorlasa da çözebileceğimiz problemler için değil büyük kayıpları karşılayabilmek için sigorta yaptırırız. İnsanlık açısından iklim felaketinin varabileceği en son nokta da küresel ısınmanın Sibirya’daki permafrost dediğimiz yüzeyin birkaç metre altındaki donmuş metan yataklarını çözmesidir. Bunun gerçekleşmesi ihtimali sizin yeni satın aldığınız arabanın çok dikkatli kullanmanıza rağmen ilk sene içerisinde hurdaya çıkması ihtimali ile kıyaslanabilir. Permafrostun kısa vadede çözülmesi çok küçük bir ihtimal olsa da çözüldüğü takdirde yaratacağı hasar göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür. Bu hasar gerçekleşecek olursa değil insan yaşamı, bu gezegendeki tüm canlı yaşamı tehlikeye girebilir. Weitzman (2009) bu sorunu katastrofik (yıkıcı) etkilerin görülme riski olarak gündeme getiriyor. Kısaca Weitzman’a göre, küresel ısınma yüzünden yıkıcı etkilerin meydana gelmesinin çok küçük bir olasılık olması halinde bile karbonun sosyal maliyetini hesaplamak problemli. Bu durumda, çok yüksek bir iskonto oranı dahi seçilse onun etkisi, insanlığın yokoluş riskini ekarte edemiyor. (Buna ‘Weitzman’s dismal theorem’ de deniyor, gerçekten de ne kadar iç karartıcı, değil mi?) Permafrostun çözülmesi gibi bir felaketin maddi götürüsü ne kadar olur? Ekonomide böylesi bir felaketin sigorta bedelini hesaplayabilecek bir yöntem olmadığından kısaca sonsuz diyebiliriz. Dolayısıyla bir depo benzine en iyi ihtimalde 24 TL karbon vergisi ödüyorsak en kötü ihtimali düşünecek olursak da bir daha araba kullanmamamız gerekiyor, çünkü meydana gelebilecek hasarı karşılamaya bütçemiz yeterli değildir.
Salsak Ama Yakalasak?
Son olarak karbon salımlarımızı azaltmak yerine saldığımız karbonu yakalayıp saklamak istersek bunun da bir bedeli var. Mesela bir depo benzini yaktığımız zaman çıkan karbondioksidi emebilmek için 12.5 yetişkin ağacın bir sene boyunca beslenip büyümesi gerekiyor. Türkiye’de kayıtlı yaklaşık 23 milyon araç var. Bunlar senede ortalama 10 depo benzin yaksalar sadece araçlardan çıkan karbondioksidi tekrar geri doğaya geri döndürmek için her sene yetişmiş yaklaşık 3 milyar ağaca ihtiyacımız var. Taşıtlar toplam karbondioksit salımımızın yaklaşık beşte birinin kaynağı. Tüm karbondioksit salımımızı yakalamak istersek 15 milyar ağaç dikip bunların başına bir şey gelmemesine dikkat etmemiz gerekiyor. Ülkemizdeki ağaç varlığının 8 milyar civarında olduğunu düşünecek olursak karşımızdaki problemin maddiyat dışındaki boyutu da ortaya çıkar. Ağaç dikmek yerine en gelişmiş yosunları kullanmak istersek ülkemizin salımını emmek için kullanacağımız yosunların yaklaşık Marmara Bölgesi büyüklüğünde bir sulak alana ihtiyacı vardır. Bu yosunları deniz üzerinde yetiştirmeye kalkacak olursak, mesela Karadeniz’de yaklaşık 15 milyon hektarlık bir deniz yüzeyinde yosun yetiştirmemiz gerekir. Bu projenin boyutunun ülkemiz ekonomisinin karşılayabileceğinden daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca böyle bir projenin yaratacağı diğer çevresel sorunları da maliyet hesabına dâhil etmiyoruz.
Bunun yanında karbon tutma ve saklama sistemlerini de ele almakta yarar vardır. Bu sistemler şu ana kadar endüstriyel ölçekte çalıştırılamadığından gelecekte kullanılabilirliği üzerine plan kurmak son derece sakıncalıdır. Karbon tutma teknolojisi vardır; ancak hem pahalıdır hem de sadece büyük ölçekte uygulanabilir. Binek araçlardan veya evlerin bacalarından çıkan karbondioksidi tutmak ekonomik açıdan mümkün değildir. Bu kullanımlarda karbondioksidi tutmak yerine başka bir enerji üretme yöntemine geçmek çok daha avantajlıdır. Büyük ölçekte tutulması pahalı da olsa mümkün olan karbondioksidi saklama yöntemi henüz yoktur, gelecekte olacağına dair bilimsel bulgular da iyimser değildir. Deney ölçekli yapılan çalışmalar bir depo benzin karşılığı salınan karbondioksidin tutulma ve saklanma bedelinin en az 56 TL olacağını göstermektedir. Bu değerin yüksek görünmemesi bir avantaj değildir çünkü bu teknolojinin büyük ölçekte çalışabilmesi bugün ve yakın gelecekte mümkün değildir.
Karbonun Sosyal Maliyetini Hesaplarken Göz Ardı Edilenler
Bugüne kadar karbonun sosyal bedelinin belirlenmesinde biyoçeşitliliğe verilecek zarar, okyanus asitlenmesi ve olası politik problemler gibi önemli faktörler, deniz seviyesindeki yükselme, okyanus akıntılarının bozulması ve hızlanan iklim değişikliği gibi aşırı olaylar, iklim felaketleri ve yüz yılı aşan süreli ısınma ve felaketler sonucu oluşabilecek olan tüm hasarlardaki belirsizlikler hesaba katılmamıştır. Bu eksikliğin bilincinde olan Nordhaus “Tüm bu belirsizliklerin karşılığı olarak dünyanın ekonomik çıktısının %3 düşeceğini kabul ediyorum” demektedir (Nordhaus, 2014). İklim bilimi açısından bakıldığında hesaba katılmayanlar hesaba katılanlardan çok daha fazla olmasına rağmen karbona biçilen bedelin uluslararası görüşmelerde ana hesaplama yöntemi olarak kullanılması çok sorunlu bir yaklaşımdır. Nedeni ise buradaki örnekte olduğu gibi, Nordhaus’un basit bir rakamla söyleyiverdiği, kimilerine göre ihmal edilebilir görülebilecek ekonomik küçülme oranıdır. Böyle bir bakış açısıyla iklim politikası yapmaya, azaltım ve uyum önlemleri almaya pek de gerek görülmeyecektir.
İklim değişikliğinin küresel bağlamda vereceği zararı incelemekten tek tek olgular bağlamında vereceği zarara dönecek olursak yapılan hesaplar daha kesinleşmek yerine daha da ayrıklaşabiliyor. Mesela iklim değişikliğinin önemli problemlerinden biri olan Grönland buzullarının erimesine bakacak olursak soruna yönelmenin iki kademeli olduğunu görebiliriz. Birinci kademede Grönland’ın ne zaman eriyebileceğini, ikinci kademede de bu erimenin deniz seviyesine ve bununla beraber ekonomiye ne derece etki edebileceğini hesaplamamız gerekiyor. Bu adımların her biri kendi içerisinde çok sayıda varsayım barındırır. Bu varsayımların hangisinin daha olası olduğunu çözümün içerisine dâhil edebilmek disiplinlerarası bir çalışmayı zorunlu kılar. Eğer böylesi bir çalışma yürütülmeyecek olursa elde edilecek sonuçlar gerekli varsayımları değerlendirmeyeceğinden doğru sonuçlara ulaşılması da güçleşir. İklim değişikliği gibi bir konuda varılan hatalı sonuçlar ise buna göre şekillendirilen politikaları yanlış yönlendirebileceğinden gelecekte hiç istenmeyecek sonuçlar doğurabilir.
İklim bilimi açısından bakıldığında en önemli bilgi kaynağı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporlarıdır. IPCC’nin yayınladığı son değerlendirme raporu AR5 (Fifth Assessment Report) diğer tüm raporlar gibi bilimsel açıdan sadece fikir birliği olan bilgilere yer verir. Bunun bir sonucu olarak da IPCC raporlarının genel anlamda en iyimser duruma işaret ettiği kabul edilir. Mesela son IPCC raporunda Grönland’ın önümüzdeki bin yıl içerisinde geri döndürülemez biçimde erimesinin 1961-1990 ortalamasına göre 0.8 derece ile 2.8 derece ısınma arasındaki bir eşik değerde gerçekleşeceğini söyleniyor. Bu değere ulaşılmasında kullanılan yöntem üç faktöre dayanır: Havanın ısınmasından dolayı yüzeydeki buzun erimesi, eriyen buzların göletler oluşturarak yüzeyin rengini koyulaştırmasıyla birlikte bunun daha da fazla buzun erimesine neden olması ve bir tepe olan Grönland’dan buzların koparak denize kayması (IPCC, 2013). Bu faktörlerden sadece birine dayanan bir analiz doğal olarak IPCC raporlarında belirtilenden de daha iyimser bir tablo çizecektir.
Eğer sadece buzun yüzey erimesine bağlı bir erimeyi dikkate alacak olursak bu erimenin bugüne göre 6.8 derece ısınmada iki bin yıldan uzun süreceğini söyleniyor (Robinson, 2012). Robinson ve arkadaşları 1961-1990 seviyesine göre 0.8 derecelik bir ısınma olursa Grönland buzullarının 50000 sene daha erimeden kalabileceğini öngörüyor. Görüldüğü gibi bu sonuçlar IPCC raporunda verilen değerlerle uyuşmamaktadır ve çok daha iyimserdir. Grönland’ın erimesinin yaratacağı maddi hasar üzerine yapacağımız hesaplarda IPCC raporları yerine Robinson ve arkadaşlarının elde ettiği sonuçları kullanacak olursak çok daha iyimser sonuçlara ulaşacağımız aşikardır. Karbonun sosyal maliyeti zamana bağlı olduğundan bin yıl ile iki bin yıl arasında da büyük fark olacaktır. Karbonun tarihsel değeri, belli bir faiz oranı (iskonto oranı) üzerinden zamana göre iskonto edilmiş olarak hesaplanmalıdır.
Diğer yandan, az da olsa erimenin deniz seviyesini yükselteceği ve bunun da bir bedeli olacağı biliniyor. Bu bedeli hesaplama yöntemi maddi olarak kayda geçirilebilen nesnelerden oluşabilir ve bu muhasebesi daha kolay yapılabilecek bir yöntemdir. Sigorta şirketleri deniz seviyesindeki bir metrelik bir yükselmenin kıyılardaki yapılaşmaya ne kadar zarar verebileceğini veya bu zararı önlemek için alınması gereken önlemlerin bedelini yıllardır çalışıyorlar. Ancak buradaki önemli konu, deniz seviyesinde Grönland’ın erimesi sonucu oluşacak yükselmenin bir metre ile sınırlı kalmayacağıdır. Eğer deniz seviyesi 6-7 metre aralığında yükselecek olursa ortaya çıkacak zararların hesabı henüz yapılmamıştır, doğru biçimde yapılması da pek kolay değildir. Deniz seviyesindeki yükselmenin IPCC’nin iyimser raporları seviyesinde olacağını kabul ederek yapılan bir çalışmada küresel olarak hasarın 2100 yılı için senede 3 trilyon doların altında olacağı hesaplanmaktadır (Diaz, 2016). Ancak bu çalışmada kullanılan yöntemde muhasebeleştirilmesi neredeyse imkânsız kabul edilebilecek olan kıyı erozyonun, kıyılardaki tarım arazilerinin tuzlanmasının, okyanus asitlenmesinin, kıyı turizminin zarar görmesinin, tarımla etkileşimlerin ve bu nedenle oluşan göçlerin maliyeti hesaba katılmıyor. Yani Tuvalu’nun tamamen yok olmasının ve Bangladeş’in kıyı kesiminde yaşayan 40 milyon insanın önemli bir kısmının göç etmek zorunda kalmasının kullanılan bu hesaplarda yeri bulunmuyor.
Dolayısıyla en az olumsuz yanları hesaba katıp en az bilinen ve daha yüksek risk taşıyan yanları değerlendirmeyen çalışmalar üzerinden Grönland’ın erimesi sonunda oluşabilecek hasarın ekonomik değerlendirmesinin yapılması da fazlasıyla olumlu bir sonuç verecektir. Nordhaus Grönland’ın erimesinin karbonun sosyal maliyetine getireceği ek yükü bu bağlamda şu şekilde değerlendiriyor: “Grönland’ın erimesi ekonomik anlamda bizi endişelendirmemeli, çünkü karbonun sosyal bedeline olan katkısı şimdiki değerinin %5’inden azdır” (Nordhaus, 2019).
Kaynakça
Ackerman and Stanton, 2012 – Climate Risks and Carbon Prices: Revising the Social Cost of Carbon, Ackerman, F. ve Stanton, E. A., Economics, Vol. 6, 2012-10 (2012) doi.org/10.5018/economics-ejournal.ja.2012-10
Diaz, 2016 – Estimating global damages from sea level rise with the Coastal Impact and Adaptation Model (CIAM), Diaz, D. B., Climatic Change, Vol. 137, 143–156 (2016) doi.org/10.1007/s10584-016-1675-4
Insley, M., Snoddon, T. & Forsyth, P. A., 2018 – Strategic interactions and uncertainty in decisions to curb greenhouse gas emissions. University of Waterloo, Department of Economics Working Papers, No: 1805. Available at https://cs.uwaterloo.ca/~paforsyt/insley_snoddon_forsyth_working_paper_Dec_2017.pdf Accessed on 5.7.2019.
IPCC TAR Working Group II, 2001 – Impacts, adaptation and vulnerability. Climate Change. (Chapter 19: Vulnerability to Climate Change and Reasons for Concern: A Synthesis)
IPCC, 2013 – Climate Change 2013: The Physical Science Basis, Contribution of Working Group I to the Fifth Assessment Report of the IPCC, Cambridge Univ Press, Cambridge, UK (2013).
Nordhaus, W., 2007 – A review of the stern review on the economics of climate changeJournal of Economic Literature, 45(3): 686-702.
Nordhaus, W., 2008- A Question of Balance – Weighing the Options on Global Warming Policies, Yale University Press.
Nordhaus, W., 2014 – Estimates of the social cost of carbon: Concepts and results from the DICE-2013R model and alternative approaches, Nordhaus, W., J. Assoc. Environ. Resour. Econ., Vol. 1, 273–312 (2014) doi.org/10.1086/676035
Nordhaus, 2019 – Economics of the disintegration of the Greenland ice sheet, Nordhaus, W., PNAS, Vol. 116,12261-12269 (2019) doi.org/10.1073/pnas.1814990116
Robinson, 2012 – Multistability and critical thresholds of the Greenland ice sheet, Alexander Robinson, A., Calov, R. ve Ganopolski, A., Nature Climate Change, Vol. 2, 429–432 (2012)
Seitz and Stern, 2015 – Endegenous Growth, Convexity of Damage abd Climate Risk: How Nordhaus’ Framework Supports Deep Cuts in Carbon Emissions, Dietz, S. Ve Stern, N., The Economic Journal, 125 (March), 574–620 (2015) doi.org/10.1111/ecoj.12188
Stern, N.H., S. Peters, V. Bakhshi, A. Bowen, C. Cameron, S. Catovsky, D. Crane, S. Cruickshank, S. Dietz, N. Edmonson, S.-L. Garbett, L. Hamid, G. Hoffman, D. Ingram, B. Jones, N. Patmore, H. Radcliffe, R. Sathiyarajah, M. Stock, C. Taylor, T. Vernon, H. Wanjie, and D. Zenghelis, 2006. Stern Review: The Economics of Climate Change, Cambridge UniversityPress, Cambridge.
van den Bergh and Botzen, 2014 – A lower bound to the social cost of CO2 emissions, van den Bergh ve Botzen, W. J. W., Nature Climate Change, Vol 4, 253 (2014) doi.org/10.1038/nclimate2135
Weitzman, ML., 2009 – On Modeling and Interpreting the Economics of Catastrophic Climate Change. Review of Economics and Statistics, 91 (1) :1-19.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.