Hasan Ersel ve Süreyya Serdengeçti’nin Ardından…


Hasan Ersel: Bir meslektaştan öte

Yılmaz Akyüz

Hasan ile 1970’lerin başında Tuncer Bulutay Hocamızın Ekonometri kürsüsünde başlayan, kürsü 1980’lerde askeri rejim tarafından tasfiye edildikten sonra da devam eden, ailelere, eş ve çocuklara kadar uzanan, birlikte sevindiğimiz, birlikte üzüldüğümüz bir dostluğumuz vardı.

Ben Mülkiye’den 1965’te mezun olmuştum. Hasan 1967’liydi ve Tuncer Hocamızın Ekonometri kürsüsüne yaptığı ilk atamaydı. Sadun Aren hocamız 1965’te TİP’ten milletvekili olup fakülteden ayrıldıktan sonra onun Türkiye İktisadı kürsüsünün başına Reşat Aktan geçmişti ve Tuncer Hocamız da o kürsüdeydi. Ben mezun olduktan sonra 10 ay kadar maliye müfettiş muavinliği yaptıktan sonra istifa edip Tuncer Hocamızın teşvik ve desteğiyle aynı kürsüye asistan olarak girmiştim. Tuncer Hocamız bilim anlayışları uyumlu bir ekip oluşturmak istiyordu. 1966 yılında Ekonometri kürsüsünü kurdu ve beni de kürsüye davet etti. Her ne kadar kürsü, benim pek sıcak bakmadığım ekonometri ve istatistik gibi dar, teknik alanlara sıkışmış gibi göründüyse de hocanın özgürlükçü tavrı ve “ne yaparsan yap ama doğru dürüst yap” yaklaşımı endişelerimi giderdi ve kürsüye katıldım. 1967’de lisansüstü çalışmaları için İngiltere’ye gitmiştim ve o arada Hasan kürsüye asistan olarak girmişti. İngiltere’den 1971’de döndüğüm zaman, daha önce öğrencilikte uzaktan tanıdığım Hasan ile birlikte çalışmaya başladık, birbirimiz yakından tanıdık, sevdik, saydık. Bu arada Nuri Yıldırım da kürsüye katılmıştı. Bu arkadaşları gördükten sonra ilk tepkim “Tuncer Bulutay has been cherry-picking” olmuştu. İngiltere’de tanıdığım Ercan Uygur’un 70’lerin sonunda kürsüye katılmasıyla ekip son şeklini almıştı.

Kavgalı dövüşlü 1970’li yıllarımız Mülkiye’nin iktisat lisansüstü (doktora) programını oluşturmak ve yürütmekle geçti. Tuncer Hocamız her zamanki tevazusu ile bu işi büyük ölçüde bizlere bırakmıştı. Bu süreçte Hasan ile ben özellikle programın iktisat kuramı içeriği üzerine yoğunlaştık. Birçok konuda yaklaşımlarımız arasındaki farklılıklara rağmen herhangi bir sorunla karşılaşmadan konuşarak tartışarak bu işi yürüttük ve kanımca hem kuramsal de hem de teknik konularda Türkiye koşullarında oldukça iddialı (ve belki de pek gerçekçi olmayan) bir program kotardık. Hepimizin anlaştığı temel bir ilke, benimseyelim ya da benimsemeyelim, belli başlı tüm ekol, kuram ve tezleri öğrenciye doğru dürüst, eleştirel bir bakışla anlatmaktı. Eleştirilerin basma kalıp sloganlara değil, güçlü analitik temeller üzerine oturmasına özellikle itina gösteriyorduk. Örneğin Tuncer Hoca çok eleştirdiği Genel Denge kuramı üzerine bir kitap yazdı. Ben de Sermaye, Bölüşüm, Büyüme kitabımda (Hasan’ın “tuğla” dediği, ikinci baskına da kapak deseni nedeniyle “pijama baskısı” adını taktığı kitabımda) bu alanlardaki belli başlı ekol ve kuramları, neoklasik yaklaşım ve genel denge de dahil, eleştirel bir şekilde anlatmaya çalıştım. Kısaca, ana akım iktisadı anlatmak da bize düşmüştü.

Hasan aramızda neoklasik yaklaşıma en fazla odaklanan kişiydi. Hemen hepimiz piyasaların ve fiyat mekanizmasının neoklasik teoride öngörülen şekilde çalışmadığı konusunda anlaşıyorduk. Ortak bir vurgumuz dengesizlik ve istikrarsızlıktı. Bunların nedenlerini anlamak için neoklasik iktisattan çok Marx da dahil klasik ve Keynesçi yaklaşımları kavramak ve bunların bir sentezine ulaşmak gerekiyordu. Böyle bir yaklaşım hem kapitalist sistemin evrimi hem de iktisat politikalarının etkinliği ve sınırları konusunda önemli ipuçları verecekti. Bu vurguyu Hasan, benim Fiyat Mekanizması ve Makroekonomik Dengesizlikler kitabımın 2009 yılındaki ikinci baskısı için yazdığı kapak yazısında kısa ve öz bir şekilde anlatır.

Hasan neoklasik genel dengeden çok refah kuramı (ya da onun deyimiyle gönenç kuramı) üzerine kafa yormuştur. Konunun değer yargısı, adalet, eşitlik gibi ideolojik ve felsefi boyutları onu hayli cezbetmişti. Eşitliğe çok önem veriyor, bunun nasıl sağlanacağını pasta örneğiyle sık sık anlatıyordu; “sen kes ben seçeyim ya da ben keseyim sen seç”. Bir gün birilerinin pastayı tamamen götüreceği o günlerde muhtemelen aklına gelmedi – bizim de gelmemişti.

Aritmetik eşitliğin her zaman adalet sağlayamayacağını, adalet konusunda değer yargısı taşıyan bazı normların kaçınılmaz olduğunu vurgulardı. Refah kuramının bu konulardaki yetersizliğini en yalın biçimde Nejat Bengül’e Armağan kitabına yaptığı katkıda anlatmıştı. Bu konuları bizler daha Mülkiye’ye girmeden önce yayınladığı “İktisadi Refah Teorisinin Başlıca Meseleleri” kitabında enine boyuna inceleyen, bunun sınırlarını saptayan Nejat Bengül sadece Tuncer Hoca değil Hasan ve bizler için de Türk iktisadının öncülerinden bir düşünürdü. Hasan’ın Nejat Bengül’e Armağan kitabına yaptığı katkı hem onu hem de Bengül’ü anlamak için olmazsa olmaz bir yapıttır.

70’li yılları sürekli olarak bunları aramızda ve doktora öğrencileri ile konuşarak, doktora programıyla cebelleşerek geçirdik. Sonra darbe ve tasfiyeler geldi. 1402 ile ilk giden Tuncer Hoca oldu. Tuncer Hocayı ve daha sonra tasfiye edilen diğer bazı hocalarımızı yakından tanıdığımız için olayın basit bir “aşırı solu tasfiye planı” olmadığını, çok daha ciddi boyutlara uzandığını görebiliyorduk. Ortak tepkimiz hemen istifa edip ayrılmaktı. Tuncer Hoca bundan yana değildi ama durumun sürdürülemez olduğuna da görüyordu. Tasfiyeler devam edince ve ben de sıkıyönetimden aynı mektubu alınca Hasan ve Nuri istifa ettiler.

İşsiz kalmıştık – ülkede fazla bir olanak görmediğimiz için yurt dışına bakmaya başladık. Benim için doğal olan İngiltere idi. Ama orada da Margaret Thatcher üniversitelere Kenan Evren kadar zarar vermişti. Bu arada Tuncer Hoca bizi topladı ve şöyle bir öneri yaptı: “Dünya Bankası’nda hayli üst pozisyonda olan Atilla Karaosmanoğlu benim çok sevdiğim, yakın bir dostumdur. İsterseniz ona yazarım.” Fazla düşünmeden teşekkür edip öneriyi reddettik ve başımızın çaresine bakmaya giriştik.

Tasfiyeler öncesinde ben çok sevdiğim dostum, rahmetli Fahrettin Yağcı’nın teşvik ve desteği ile Türkiye Sınai Kalkınma Bankası’ndan “Türkiye’de Mali Yapı ve İlişkiler” konulu bir araştırma projesi almıştım. Başta Tuncer Hoca olmak üzere bizler üniversite dışından proje almaya pek olumlu bakmazdık. Ama hem konunun cazibesi hem de üniversitenin geleceğiyle ilgili endişelerimiz nedeniyle bu projeyi aldım. Bu Türkiye’de ilk defa yapılan, fon akımları üzerine odaklanan, hayli kapsamlı bir araştırma olacaktı; 14 sektör, 18 mali aracı içeren, 1970-1981 dönemini kapsayan, araçtan-sektöre ve sektörden-sektöre girdi-çıktı tablolarını oluşturmayı gerektiren bir proje.

Tasfiyeler sırasında henüz araştırmaya tam anlamıyla başlamamıştım ve bunun altından tek başına kalkmanın hayli zor olacağından endişeliydim. Hasan’a bu araştırmaya katılmasını ve verilerinin ve girdi-çıktı tablolarının hazırlanmasında yardımcı olmasını teklif ettim. Biraz tereddüt ettikten sonra tamam dedi. Ancak bir sorun vardı; çalışmayı nerede yapacaktık? İmdadımıza Hasan’ın anne ve babası yetişti. Melek Hanım ve Reşat Bey Aşağı Ayrancı’daki mütevazı evlerinde bize bir oda vermeyi, çalışmalarımızı orada yürütmemizi teklif ettiler. Hemen kabul ettik. O zor günlerimizde bize fiziksel bir çalışma ortamının ötesinde çok şey verdiler ve huzur içinde çalışmayı tamamlayabildik. Onları burada saygı ve sevgi ile bir kere daha anıyorum.

Bu araştırma sayesinde üniversiteden ayrıldıktan sonraki bir yıl içinde Hasan ile çok daha fazla birlikte vakit geçirdik, sohbet ettik. Babasının Harp okulundaki günlerinden, çok meraklı olduğu uçak ve gemilerden söz ederdi. Müziğe ayrı bir tutkusu vardı. Uzun uzun Türk Beşlerini, Atatürk’ün katkılarını anlatırdı. Karajan’a hayranlık diyebileceğim bir ilgisi vardı. Onunla ilgili anlattığı bir anekdotu unutmam: “Karajan bir gece Berliner Philharmoniker’le bir konser yönettikten sonra binanın arka kapısından ayrılırken, çöp tenekelerini didikleyen kedilerin kaçışıp çangır çungur gürültü çıkarması üzerine duraklar ve Tannhäuser der.”

Daha sonra Yapı Kredi’de çalışmaya başlayınca bankanın kültür faaliyetlerine önemli katkılar yaptığını hatırlıyorum. Yapı Kredinin Zekai Dede Efendi, Hacı Arif Bey, Şevki Bey gibi büyük ustalarının eserlerini bir arada toplayan CD’leri gerçekten çok keyifli, önemli katkılardır. Bunlar 90’ların başında birkaç arkadaş ve eşlerimizle birlikte yaptığımız Gökova tekne turlarındaki akşam sefalarımızın vazgeçilmez parçalarıydı. Bu CD’leri hâlâ saklar, zaman zaman dinlerim.

Bilim ve insanlığı bir arada yoğuran bu ilkeli ve dürüst insanın boşluğunu doldurmak çok kolay olmayacak. Üstelik bugünlerde.

 


 

Hasan Ersel: Bir Dingin Güç

Gülay Günlük-Şenesen

Sevgili Hasan Ersel ile kesişmelerim aralıklı oldu ama bende hep derin izler bıraktı. Çeşitli toplantılarda, kongrelerde karşılaştık, görüştük elbette ama burada benim için dönüm noktası olanlara değineceğim. Onunla ilk karşılaşmam 1979 yılında. Ankara Üniversitesi SBF’deki efsanevi İktisat-Maliye Doktora programına kaydolduğumda tanıştığım ilk hocaydı. Danışman göreviyle dersler için gerekli altyapıyı oluşturmam için bir okuma listesi verdi.  O denli sıcak ve yapıcı bir yaklaşımı vardı ki gözümde büyüttüğüm programı başarabileceğim duygusunu uyandırdı. Ankara’ya da kuruma da duyduğum yabancılık hissi hafifledi. 1981’e kadar süren Ankara maceramda hep öğretici ama çok demokratik yol göstericiliğinden yararlanma ayrıcalığım oldu.  Tanışlığımız 1990’ların başında İstanbul’da tazelendi. Onu İTÜ İşletme Fakültesi’nde düzenlediğimiz iktisat seminerlerinden birine davet ettik, katılımı ile ufkumuzu açtı, “teori olmadan analiz olmaz” sözü hep aklımda.  2001-2002 döneminde TESEV için hazırladığım Savunma Harcamaları konulu araştırmanın danışmanlarından biri olması benim için büyük sürprizdi. Konunun hassasiyeti çeşitli ortamlarda dile getirilip cesaretim kırılırken (Günlük-Şenesen, 2002) çalışmama yön verdi, “Her konu incelenebilir. Gördün mü bak kıyamet kopmadı” diyerek beni yüreklendirdi.  Bu kapsamda giriştiğim bir özel sayı derlemesi için kendisinden yazı istediğimde “Hoca öğrencisinden yazı ister, sen tersine çevirdin” diyebilen bir bilim insanıydı. Ersel (2004) makalesi savunma ve refah harcamaları arasındaki optimal kaynak dağılımını irdeler. 2006 yılında Beyrut’taki MENA toplantısı vesilesiyle onun iktisat konusundaki yetkinliğinin yanı sıra tarih, müzik ve gezi tutkusuna tanık oldum, önayak olmasıyla o coğrafyada bir tam gün keşfe çıktık. Benim için eşsiz bir deneyimdi. 2011 yılında İÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde bir vergi atölyesi düzenlerken ilk aklımıza gelen isimlerdendi. Toplantı sonrasında basım için bildiri metnini gönderdiğinde “Kitaba koymayı uygun görmezsen, lütfen için rahat etsin. Bana haber bile vermene gerek yok” diye yazan da oydu. Küreselleşme döneminde vergileme sorunlarını inceleyen Ersel (2012) bu yazısıdır. Matris cebiri ile uğraşırken boyumu çok aşsa da Aleskerov, Ersel ve Piontkovski (2011) hep elimin altında idi.  Hastalığının izleri belirmişken 2017 güzünde çok sevdiğini söylediği Bebek Oteli’nde bu sefer sohbet etmek için buluştuk. Sohbet konularımızdan biri Ersel (2010) yazısı idi; Küresel Kamu Malları dersimde kullanıyordum. Birkaç gün sonra dersim için yararlı olacağını düşündüğü için “yeni gördüğü” bir Çevre ve Doğal Kaynak Ekonomisi kitabının künyesini iletecek kadar duyarlı idi. Güvenlik sorunsalının odağının ulusal güvenlikten insani güvenliğe kaymasını öneren Ersel (2017) de dersin okuma listesine eklendi. Hocamın dersini en son Aralık 2018’de dinledim. Ersel (2018) benim kuşağımdaki öğrencilerine bir armağan olduğu kadar iktisat ve siyaset çevrelerine halen de geçerli ince uyarılarla doluydu. Sevgili hocam engin donanımı, inceliği ve esprili kişiliği ile bir dingin güçtü, onu çoktandır özlüyorum.

Kaynakça

Aleskerov, F., Ersel, H. ve Piontkovski, D. (2011). Linear Algebra for Economists. Springer.

Ersel, H. (2004). Optimal growth under military threat. Defence and Peace Economics, 15(2), 133-143.

Ersel, H. (2010). Bir küresel kamusal mal olarak mali istikrar ve G20. İktisat ve Toplum, 1(2), 16-25.

Ersel, H. (2012). Küreselleşen dünyada vergi toplamak neden zor? İçinde: A. Yakar Önal ve S. Temelli. (Der.) Küresel Dönemde Vergileme-Dönüşüm ve Türkiye’ye Yansımalar. 17-35, Beta.

Ersel, H. (2017). Putting human security at the heart of public policy-making. https://theforum.erf.org.eg/2017/10/08/putting-human-security-heart-public-policy-making/#.

Ersel, H. (2018). “İktisat politikası iktisat teorisinden ne kadar esinlenir?” Merih Celasun’u Anma Dersi, 5. Merih Celasun’a Saygı Günü.  https://www.tepav.org.tr/tr/haberler/s/4426; https://www.youtube.com/watch?v=qbNsZlUEJas.

Günlük-Şenesen, G. (2002). Türkiye’de Savunma Harcamaları ve Ekonomik Etkileri. 1980-2001, TESEV.

 

 


 

Hasan Ersel’e erken veda

İnsan Tunalı

Bir hayata üç kariyer sığar mı?  Adınız Hasan Ersel ise pek âlâ sığar!  Mülkiye’de Doçent’liğe kadar uzanan öğretim üyeliği, Sermaye Piyasası Kurulu ve Merkez Bankası gibi düzenleyici kamu kuruluşlarında yöneticilik, Bankacılık sektöründe yöneticilik…  Hasan bunların her birinde iz bırakarak kaydı geçti dünyamızdan.

Hasan’ı 1970’li yılların ortalarında Mülkiye’nin efsanevî hocalarından Prof. Tuncer Bulutay’ın başlattığı, Prof. Sadun Aren, Prof. Korkut Boratav gibi devlerin de katıldığı “tartışmalı ekonomi sohbetleri” adlı toplantılar vasıtasıyla tanıdım.  Konuşulanları kavrayacak birikimim yoktu ama Tuncer Hocanın Malinvaud’nun işsizlik kuramı üzerine yazdığı, Klasik ve Keynesyen yaklaşımları karşılaştırdığı incecik, ama zor kitabı anlamaya ve anlatmaya çalıştığı toplantıları çok iyi hatırlıyorum.  Doktoramı yaptığım yıllarda ve 1980 darbesi nedeniyle uzayan ABD dönemimde Stanford ve Pennsylvania Üniversitelerini ziyaretleri sırasında Hasan ve eşi Tülin ile bağları güçlendirdik.  Kızları Zeynep’in düğünü yukarıda listelediğim kariyerler sırasında edindikleri dostları bir araya getirmek için bir fırsat oldu.  Sanırım Hasan’la benzeşen bir yanımız bu tür toplantılarda çektiğimiz sıkıntılardır…  Şüphesiz Hasan, Özal döneminin “prens” olarak anılan pırıltılı bürokratları arasında olduğundan kendini yabancı hissettiği sosyal ortamlarda benden çok daha fazla vakit geçirdi.  Ölümünün ardından Tülin’le konuştuğumda bu durumu “yutkundu, yutkundu, en sonunda yutkunamamaktan gitti…” cümlesiyle özetledi.

12 Eylül darbesi hayatlarının akışını alt üst ettiğinde Hasan Mülkiye’de Tuncer Hoca’nın başında olduğu Ekonometri Kürsüsünde, Yılmaz Akyüz, Ercan Uygur ve Nuri Yıldırım’la birlikte çalışmaktaydı.  O dönem gündemde olan konular üzerine yayınlanmış başyapıtların çoğunda adı vardır.  Hasan, Tuncer ve Korkut hocaların 1402 sayılı yasa ile işten atılmalarını protesto etmek amacıyla istifa edenler arasında yer aldı.  Ama ekonomi yazınındaki gelişmelerin peşinde koşmaya, politika tartışmaları için platform oluşturan düşünce kuruluşlarında ve merkezlerde aktif kalmaya, her fırsatta bildiklerini öğrencilerle paylaşmaya devam etti.  Mülkiye sonrasındaki kariyerinde Türkiye’de krizlerin ne şekilde oluştuğunu yakından izledi ve damıtılmış analizleri ile hepimizi aydınlattı.

Hasan iş dünyasının acımasız temposunda çalışırken Sabancı Üniversitesinde ders vermek, Açık Radyo’da programlar yapmak suretiyle esas yaşamak istediği hayatla bağlarını sürdürdü.  Ömer Madra Açık Radyo’nun karasal yayınının 29 Ekim 2024’te durdurulmasından, Apaçık Radyo adı altında internet üzerinden yayın hayatına geri dönmesinden sonra yaptığımız sohbette 2000 yılındaki 15 günlük yayın kapatma cezasıyla ilgili bir anısından bahsetti.  Radyoda müzik programları yapan Hasan bu ceza tebliğ edildiğine stüdyoda imiş.  Onun önerisiyle Ömer Madra süreli kapatma haberini verdikten sonra yayınına şu anonsla devam etmiş: “Şimdi değerli bestecimiz Hasan Ersel’in eserine kulak verelim: ‘John Cage’in 4 Dakika 33 Saniye Sessizlik Eseri Üzerine Çeşitlemeler’.  İcra Eden: Açık Radyo Senfoni Orkestrası.”

Hasan’ın nükte anlayışının derinliği üzerine verilecek daha pek çok örnek var.  Bunlardan birisi uçuk ve mesnetsiz çıkarımlarla karşılaştığında kullandığını duyduğum “bu kadar az gözlemle regresyon yapılmaz” mealinde bir tümce.  Meğer bu özdeyişi ilk kez istifa sonrası işsizken o sırada Devlet Yatırım (ya da Kalkınma) bankasında çalışan eşi Tülin’in işle ilgili anlattıkları üzerine söylemiş…  Son yıllarında kendini çok özleten, ama şimdiden sonra daha da çok özleyeceğimiz hoş sohbet dostumuza bu anıyla veda ediyorum.

 


 

Hasan Ersel’in Ardından…

Suzi Apalaçi, Ahmet Çimenoğlu, Muhammet Mercan, Cenk Tarhan, Yelda Yücel

Hasan Ersel’i tek ve eşsiz yapan en büyük özelliği, entelektüel derinlik, akademik disiplin ve ulvi insanlık değerlerinin üçüne birden ve en mükemmel seviyede sahip olmasıydı. Hasan Hoca’nın ekonomi, finans ve matematik konularında ne kadar derin bir birikime sahip olduğunu zaten herkes anlatıyor. Lakin Hasan Hoca’yı eşsiz ve sohbetlerini tadından yenmez kılan yönü, klasik müzikten şarap gurmeliğine, askeri uçaklar ve savaş tarihinden uluslararası politikaya kadar bu çok farklı alanlardaki engin bilgisiydi. Hasan Hoca’nın bu konulara ilgisi belki üzerinde doktora yapacak seviyede değildi ama onun kişiliğinin bir parçası haline gelen akademik merak, entelektüel ahlak ve disiplini sayesinde Hasan Hoca bu konularda da değme uzmanlardan daha derinlikli bilgilere sahipti. Daha da güzeli, Hasan Hoca bunca bilgi ve tecrübeyi karşısındakine öylesine büyük bir zarafet ve alçakgönüllülükle aktarırdı ki, son zamanlarda çokça gördüğümüz ukala ve nobran entelektüel portresinin aksine, onunla sohbet hiç bitmesin isterdiniz.

Hasan Ersel 1993 yılında Yapı Kredi Bankası’nda çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra Türkiye’de özel sektörde yer alan en genç, kalabalık ve akademik araştırma bölümünü kurdu. Onunla birlikte hemen hepsi üniversiteden yeni mezun araştırmacılar (Suzi Apalaçi, Ahmet Çimenoğlu, Ahmet Burak Emel, Veyis Fertekligil, Belma Evin Fırat, Muhammet Mercan, Özlem Onaran, Cenk Tarhan ve Yelda Yücel) ve bölümün yöneticiliğini yürüten Reha Yolalan’dan oluşan ekip Türkiye’nin en önemli sektör ve bilimsel araştırmalarına imza attı. Hasan Hoca bu genç araştırmacıların her birinin iyi birer ekonomist ama hepsinden öte, iyi birer insan olmaları için uğraştı. Bunu sadece kırmızıya boyayıp düzeltmeleri için yolladığı araştırma raporları ile değil, hepsinin çalışırken doktora düzeyinde eğitim almasını teşvik ederek, doktora tezlerini bizzat okuyup gölge danışmanlığını yaparak, her birinin farklı ilgi ve meraklarına uygun konferans, sektör buluşmalarına katılımını kolaylaştırarak, onların yaşamlarında olup bitenlerden de haberi olarak, deyim yerindeyse, onlara mümkün mertebe yaşamın her anında kol kanat gererek yaptı. Hasan Hoca için çalışanlarının iş-özel hayat dengesi son derece önemliydi. Bizlerin araştırmacı olarak Boğaz’da bir yalıda, kot pantolonlarımızla esnek çalışmamız gerektiğine inanır, araştırma işinin rutinlere sığmayacağından, zamansızlığından, ne zaman biterse o zaman biteceğinden sıkça bahsederdi. Bilgiye öylesine değer verirdi.

Yapı Kredi Stratejik ve Ekonomik Araştırmalar bölümünün bir başka önemli katkısı da uluslararası indekslerde yer alan ve yine Türkiye’nin en önemli bilimsel dergilerinden biri olan Yapı Kredi Economic Review dergisi idi. Bu dergi Türkiye’de ekonomi ve finans alanında akademik yayın mecrası sıkıntısı çekilen bir dönemde Hasan Ersel’in katkılarıyla yerli ve yabancı araştırmacıların buluştuğu bir platform haline geldi.

Hasan Ersel’i herkesin Hasan Hoca’sı yapan şey ise, bitmek tükenmek bilmeyen öğretmek ve bildiklerini paylaşmak isteğiydi. Bunu yaparken Hasan Hoca, bilimsel metot ve entelektüel etik çerçevesini her daim korur ve buna göre hepimizi yönlendirirdi. Yani onunla çalışanlar sadece engin bir bilgi ve tecrübe kaynağından faydalanmaz, aynı esnada kendisini entelektüel olarak da geliştirme şansı bulurdu.

Hasan Hoca’nın en ulvi insanlık değerlerine haiz olması ise belki ilk duyanlara çok abartılı gelebilir ama onu yakından tanıyanların herhalde üzerinde en kolay mutabık kalacakları özelliği budur. Bu kıymetli özellikleriyle bize örnek olan Hasan Hoca sadece iş ve akademik alanda hocamız olmanın ötesinde etik değerlere saygılı, dürüst birer insan olma yolunda çok değerli bir öğretmen olarak hepimizin kalbinde değişmez yerini aldı. Hocanın müthiş zekasının ürünü ince esprileri en stresli ortamları bile yumuşatır, bütün ekibi en sıkıntılı anlarda bile yeniden motive ederdi. Ekibi, ona haber vermeden öğle tatilinde topluca ortadan kaybolup, biraz da arayı fazla kaçırınca, bölümün kapısına “Bu işyerinde Lokavt vardır” yazacak kadar muzip ve hınzır bir yöneticiydi. Hasan Hoca akademik disiplin ve entelektüel etik konusunda çok tavizsiz birisi olmasına rağmen, ekibine bu özellikleri hiçbir zaman zorba ve baskıcı bir yönetici olarak benimsetmeye çalışmadı. Hasan Hocamız geldiği aile, aldığı eğitim ve bulunduğu çevreler itibarıyla tam bir cumhuriyet entelektüeliydi. Atatürk ve cumhuriyet devrimlerinin anlamını özümsemiş, bunları yaşatmanın hayatının şiarı olduğunu benimsemiş bir insandı. Onu çok ama çok özlüyoruz.

 


 

Hasan Ersel’i Anarken

Sübidey Togan

Türkiye’nin yetiştirdiği en değerli iktisatçılardan biri olan Hasan Ersel aynı zamanda iyi bir bürokrat ve iyi bir idareci idi. Hasan Ersel, lisans ve doktora derecelerini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden aldı. 1971 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde ders vermeye başladı, daha sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde de ekonomi dersleri verdi. 1972-1974 yılları arasında UNDP araştırma bursuyla Minnesota Üniversitesi’nde ve 1980-1981 yılları arasında Fulbright bursiyeri olarak Stanford Üniversitesi’nde bulundu. Ersel 1986-1987 yılları arasında OECD ve Dünya Bankası Araştırma Bursu ile Doktora sonrası araştırmalar yaptı. 1984 yılından sonra Sermaye Piyasası Kurumu, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, Yapı ve Kredi Bankası ve Türkiye İş Bankası’nda üst düzey yönetici olarak çalıştı. Bu süre içinde Ersel üniversite ile bağını sürdürerek Boğaziçi ve Sabancı Üniversite’lerinde ders vermeğe devam etti. Çok yönlü müstesna bir şahsiyet olan Hasan Ersel, Radikal ve Referans gazetelerinde ekonomi yazıları yazmanın yanı sıra, Açık Radyo’da programlar yaptı ve birçok farklı konuda oluşturduğu derin bilgi birikimi ile de hepimizi kendine hayran bıraktı. Ne yazık ki Hasan Ersel 15 Haziran 2025 tarihinde 79 yaşında aramızdan ayrıldı.

Bu yazıda Hasan Ersel’in iktisat konusunda yaptığı katkılardan biri üzerinde duruyor ve bu çerçevede Ersel’in göreli olarak az bilinen 1976 yılında, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi yayını olarak çıkan ‘Kaynak Dağıtım Süreçleri için Kuramsal bir Çerçeve’ eserini ele alıyorum. Ersel, Kaynak Dağıtım Mekanizmasını, ekonomik ortamı girdi olarak kullanan ve ekonomideki tüketiciler, üreticiler ve kamu kurumları gibi ögeler arasında kaynak dağıtımını sağlayan fiyat sistemi ya da planlama gibi bir mekanizma olarak tanımlamaktadır. Ersel kaynak dağıtım mekanizmalarının sağlaması arzu edilen özelliklerini iki başlık altında toplamaktadır: yapılabilirlik (feasibility) ve etkinlik (efficiency). Yapılabilirlik özelliğini üç alt başlık altında ele alan Ersel bu alt başlıkları şöyle tanımlamaktadır: Sonuç açısından yapılabilirlik (outcome feasible), habersel açıdan yapılabilirlik (informationally feasible) ve dürtü uygunluğu (insentive compatible). Etkinlik ise iki alt başlık altında ele alınmaktadır: Sonuç açısından etkinlik (outcome efficiency) ve habersel açıdan etkinlik (informationally efficiency).

Bu kavramları daha anlaşılır kılmak için Adam Smith’in “Milletlerin Zenginliği” kitabında ele aldığı “görünmez el” (invisible hand) sistemini, diğer bir ifade ile fiyat sistemini, ele alalım. Smith, 1776 yılında yayınladığı ünlü çalışmasında sosyal organizasyon olarak fiyat sisteminin en uygun kaynak dağıtım mekanizması olduğunu söylemektedir. Ancak, Smith çalışmasında uygunluktan ne kastettiğini açık olarak belirtmemiştir. Bu konu 1950’lerde Gerard Debreu ve Kenneth Arrow gibi iktisatçılar tarafından incelenmiş ve fiyat sisteminin klasik ekonomilerde var olduğunu (sonuç açısından yapılabilir olduğunu) göstermişlerdir. Ayrıca, Debreu ve Arrow fiyat sisteminin sonuç açısından Pareto etkin (outcome efficient) olduğunu göstermişlerdir. Ek olarak hem Adam Smith hem de Debreu ve Arrow fiyat sisteminin dürtü uygun (incentive compatible) olduğunu belirtmişlerdir. L. Hurwitcz, 1960 yılında yayınlanan “Mathematical Methods in the Social Sciences” isimli kitapta “Optimality and Informational Efficiency in Resource Allocation Processes” adlı makalesinde fiyat sisteminin habersel açıdan yapılabilir ve aynı zamanda habersel açıdan etkin olduğunu göstermiştir. Debreu, Arrow ve Hurwitcz çalışmalarında klasik ekonomileri ele almış, klasik ekonomilerin dışladığı ölçeğe göre artan getiri, dışsallıklar, kamusal mallar ve habersel açıdan asimetri durumlarını incelememişlerdir. Halbuki ekonomilerde elektrik, telekomünikasyon ve taşımacılık gibi hizmet sektörleri ile kamu ihaleleri ve gıda güvenliği gibi alanlar önemli paylara sahiptir. Kaynak dağıtım mekanizmaları çerçevesinde son derece önemli olan bu konular daha sonraki senelerde incelenmiş ve söz konusu mekanizmaların yapılabilirliği, etkinliği ve dürtü uygunluğu düzenlemeler (regulation) yolu ile sağlanmaya çalışılmıştır.

İşte Hasan Ersel kaynak dağıtım mekanizmalarını ve bu mekanizmaların sağlamasının arzu edildiği özellikleri 1976 senesinde ele almış ve konuyu Türkiye’deki akademisyenlere ve okuyuculara sunmuştur. Doçentlik tezimi hazırlarken ben de bu çalışmadan çok yararlandım, sevgili Hasan ile o yıllarda bu çalışması vesilesi ile tanıştık ve dostluğumuz da son günlere kadar sürdü.

Hasan Ersel’in bahsettiğim çalışmasının son derece önemli olan sonuçlarının Türkiye’de karar vericiler tarafından dikkate alınacağı ümidiyle yazıya burada son veriyor, sevgili dostum Hasan Ersel’i özlem ve rahmetle anıyorum.

 


 

SONY DSC

Süreyya Serdengeçti’nin ardından…

Hakan Kara

Süreyya Bey’le ilk tanışmam 2002 yılında yurt dışında doktoramı bitirip çiçeği burnunda bir ekonomist olarak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na (TCMB) döndüğüm dönemde oldu. Sonrasındaki dört yıl kendisi ile birebir yakın çalışma ve uzun sohbetler yapma şansı buldum. Kariyerimin en keyifli ve tatmin edici yıllarıydı diyebilirim. TCMB’den ayrıldıktan sonra da ne zaman bir bilge insan görüşüne ihtiyacım olsa soluğu yanında aldım.

Çalıştığım kamu yöneticileri içinde Süreyya Bey’i en üst sıralara, hatta bazı yönlerden bir numaraya koyabilirim. Görevine çok yakışan ve mesleğinin hakkını vermek için elinden gelenin en iyisini yapmaya gayret eden gerçek bir liderdi. İyi bir şey ürettiğinizde fark edeceğini, samimi çaba gösterirseniz takdir edeceğini bilirdiniz. Bu özelliği o dönemde bizleri motive tutan faktörlerin başında gelmiştir.

TCMB, Başkan odaklı bir kurumdur. Kritik kararlar genelde Başkanın sorumluluğundadır. Süreyya Bey önemli bir karar verilecekse öncelikle konuyla ilgili uzman ve yöneticileri davet eder, tartıştırır, dikkatle dinler ve notlar tutardı. Nihai kararı alır ve sorumluluğunu sonuna kadar üstlenirdi.

Piyasalar biriminde yetişmiş olmasına rağmen ekonomik araştırmalara önem verir, saygı duyar ve desteklerdi. Araştırma biriminin yeniden yapılanması ve raporlarının para politikası üretimini de içerecek bir bakışla tasarlanması onun döneminde olmuştur.

Enflasyonu bir performans kriteri olarak alırsak, TCMB tarihinin en başarılı başkanlarından biri olduğunu söyleyebiliriz. 30 yıllık kronik yüksek enflasyonu 4 yılda tek haneye düşüren başkan olarak tarihe geçti.

Şüphesiz ekonomi politikalarında şans da önemlidir. Ekonomiyi dipten devralması, arka planda kapsamlı bir reform ve IMF programı olması ve destekleyici küresel konjonktür de başarısını destekleyen önemli faktörlerdi. Yine de Süreyya Bey’in 2001 krizinden sonra ateşten gömleği giyip, 2006’da temizlenmiş ve tadilatı yapılmış bir gömlek olarak devretmesi takdire şayan bir katkıdır. Para reformu, enflasyon hedeflemesine geçiş, para politikası karar alma sürecinin kurumsallaşması, iletişim ve şeffaflık seferberliği, enflasyonda tek hanelere iniş… Her biri kendi başına önemli dönüm noktalarıdır ve hepsi onun zamanında gerçekleşmiştir.

Merkez Bankası’nda beş farklı Başkanla birebir çalışmış biri olarak söyleyebilirim ki, kurum içinde yetişmiş başkanların siyaset ve çıkar çevreleri karşısındaki duruşu farklı olmuştur. Bana göre Süreyya Bey’in başarısının arkasındaki en temel faktörlerden biri Bankaya memur olarak girip basamakları hakkıyla tırmanırken Türkiye’nin 80’lerden sonraki dönüşümünün her aşamasına içeriden tanık olmasıydı. Bu formasyonunun, kurumsal hafıza ve devlet tecrübesi yoluyla birçok isabetli karara imza atmasında büyük katkısı olduğunu düşünüyorum.

Süreyya Serdengeçti dürüst, vatansever, liyakatli ve ilkeli bir bürokrat olarak Türkiye iktisat tarihine ismini yazdırdı. Anısının önünde saygıyla eğiliyorum.

Bir cevap yazın