Küreselleşme kavramı, ekonomide daha çok son elli yıldır kullanılmakta ise de tarihi eski. Amerika Kıtası’nın keşfi, uzun yol ticaretinin başlaması ve hemen ardından gelen Sanayi Devrimi küreselleşmeyi başlattı. Bu uzun dönemde bazı ülkeler öne çıktı. Ülkelerinde refah düzeyi artarken, yeni emperyalist devletler oldular. İmparatorluklar yıkıldı, yeni devletler kuruldu.
Öne çıkan ülkelerin ortak özelliklerinin başında, bu ülkelerin kapitalizmin gerektirdiği kurumsallaştırmayı başarmış olmaları geliyor. İngiltere’nin İspanya’nın önüne geçmesi ve ABD’nin I. Dünya Savaşı sonrası dünyanın lider ülkesi konumuna gelmesi kurumsallaşmada gösterdikleri başarıda başat rol oynadı. Kurumsallaşma siyasal yapılanmadan eğitime, mülkiyet ve sözleşme özgürlüğüne kadar uzansa da asıl temeli hukuki altyapı.
Türkiye de kurumsallaşma yönünden büyük adım atan ülkeler arasındaydı. Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşlarınca Cumhuriyet’in kurulması tek başına önemli bir adımdır. Cumhuriyet’in kurucu kadrosu kurumsal yapılanmadaki bozulmanın nelere mal olduğunu bilenlerden oluşuyordu. Osmanlı Devleti’nin kurumsal yapılanmasının erozyona uğraması ve daha sonra emperyalist güçlerin egemenliği altına girmesinin sonuçlarını savaşlarla yaşamış, adeta bir yıkıntı toprak parçasını ülke haline dönüştürmüşlerdi. Cumhuriyet’in Osmanlı Devlet’inin kalan kurumsal yapısının üzerinden silindir gibi geçtiği doğrudur. Ancak kurulan yeni yapı işlemiştir; örneğin hukuk alanında yapılan reformlar, kadınlarımızın İsviçre’den önce seçme ve seçilme hakkını elde etmesini sağlamıştır.
Kurulalı 102 yıl olmuş bu ülkede, elbette gelgitler oldu. 1960 ve 1980 yılındaki askeri darbeler ülkeye büyük zarar verdi. Özellikle Türk-İslam sentezi temeline oturan 12 Eylül 1980 darbesinin demokrasimiz üzerindeki olumsuz etkisi halen devam etmekte. AB üyeliğine adım atma yönünde yapılan düzenlemeler, ülkeye kısmen soluk aldırmıştı. Bunun etkisiyle 1994 ve 2001 krizleri kısa sürede atlatılmıştı. 2002 yılına kadar yaşanan siyasal ve iktisadi krizlerin aşılmasında hükümetlerin seçimle gelip seçimle gitmesi önemli rol oynadı. 1994 Krizi, DYP ve SHP’yi; 2001 krizi, DSP, ANAP ve MHP koalisyonunu alaşağı etmişti. Bu seçimlerin ortak özelliği, özgürce yapılmış olmasıydı.
Türkiye, 2010 Anayasa değişikliğiyle kurumsallaşmada önemli bir kayba uğradı; yargı, yürütmenin emri altına girdi. 2017 Anayasa değişikliğiyle de rejim değişti ve parlamenter demokrasiden “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”ne geçildi. Böylece yargının yanında yasama da yürütmenin denetimi altına girdi. Sistemin Türkiye’ye dar geleceğini daha 2019’da bir üniversitede verdiğim konferansta dile getirmiştim. Nitekim öyle de oldu. Bu dar elbise, 19 Mart’ta patladı. Ekonomiye büyük bir yük bindi. Ülke 2018’den bu yana krizde, mevcut sistemle de bu girdabın içinden kurtulmamız pek mümkün değil.
İTD bu sayısında 19 Mart krizini öne çıkardı. Yine dopdolu bir sayıyla karşınızdayız. Destek veren akademisyen dostlarımıza çok teşekkür ediyoruz.
Sevgiyle ve okuyarak kalın.





Bir cevap yazın