Dünya, bir yıl öncesine göre iktisadi ve politik olarak daha istikrarsız. Dünya ekonomisine yön veren ülkeler otoriter liderler tarafından yönetilmekte. Bu ülke yöneticileri sorun çözmekten çok, sorun üretmekte. Dünya son yüzyılda böyle bir durumu ikinci defa yaşamakta. İlkini II. Dünya Savaşı öncesinde yaşamıştı.
Liberal demokrasiyle yönetilen ülkeler, iktisadi olarak güçlerini büyük ölçüde korusa da siyasal ve askeri güçleri dünyaya yön vermekten uzak. AB, göç ve borç sorunuyla boğuşmakta. Japonya’da ise son yıllarda şaşırtıcı gelişmeler olmakta. Kamu borç stokunun yüzde 217,2’ye yükselmesi sonrasında faiz oranı yüzde 2,22 düzeyine kadar ulaştı.
IMF’in Nisan ayında yayımladığı Dünya Ekonomik Görünümü Raporu’na göre 2025 yılında küresel ekonomi, tahminlerin altında, yüzde 2,8 büyüyecek. Bu durum mevcut iktisat politikaları nedeniyle öncelikle yoksulları vuracak. Zaten gelir eşitsizliğiyle mücadele edenler daha da yoksullaşacak, çünkü varsılların sahip olduklarından vazgeçmeye hiç niyetleri yok.
Türkiye’nin bu kaotik ortamdan sıyrılması mümkün değil. Hatta yaşanacaklardan daha fazla etkileneceğini söyleyebiliriz. 2017 yılı Anayasa değişikliği sonrasında parlamenter rejimin yıkılması sonrasında yasama ve yargının yürütmenin emrine girmesiyle kamu yönetiminde etkinlik ciddi ölçüde zayıfladığı gibi uygulanan para ve maliye politikası da istikrar yerine sorun yaratmakta. Nitekim Nisan ayında kamu borcu faiz ödemeleri, anapara ödemesinin üstüne çıktı; TCMB, politika faiz oranını tekrar yükseltmek zorunda kaldı.
Mevcut faiz oranlarıyla yatırım yapmak mümkün değil. Yoksullar, yüksek faiz oranlarına rağmen kredi kartı ve ihtiyaç kredisi kullanarak yaşamını idame etmeye çalışmakta. Bireylerin ve KOBİ’lerin geri dönmeyen kredi oranı sürekli olarak yükselmekte. Halkın önemli bir kısmı adeta yaşamının geriye kalanını ipotek altına almakta. Elbette bu yapılanmanın uzun dönemde sürdürülebilirliği bulunmamakta.
Tüm bu olumsuz tablo ülkenin sosyal yapılanmasının değiştirmekte. Toplam doğurganlık hızı ve evlenme yaşı düşerken, hane halkında yaşayanların sayısı hızla azalmakta. Türkiye tıpkı Batı ülkeleri gibi yaşlı ve çekirdek ailelerden oluşmaya doğru gitmekte. Bu tablo ülkenin iktisadi, siyasi ve sosyal yapısını farklı bir noktaya taşırken, neredeyse çeyrek yüzyıldır ülkeyi yöneten siyasi erk bu gelişimi görmezden gelmekte. Seçmeni tüketmekte zorlandığı otoyollar, köprüler, havaalanlarıyla kontrol etmeye çalışmakta. Üstelik bunu ATATÜRK Havaalanında olduğu gibi eskiyi yok ederek yapmakta. Bundan dolayı da yapılan her yatırımın maliyeti daha yüksek olmakta.
Türkiye sadece iktisadi olarak değil, kültürel olarak da yoksullaşmakta. Lümpen kültürü topluma egemen oldu. Bu sonuç bizler için şaşırtıcı değil. Çünkü izlenen eğitim politikası bunu yaratmak için kullanıldı, halen de kullanılmakta. Çünkü bu eğitim sisteminden geçenlerden prekaryalar yaratılabilir. Ülke bu şekil de daha kolay yönetilir. Siyasal erkin üç çocuk politikasında da, kindar ve dindar nesil yaratma projesinin altında da bu yatmakta.
Her şeye rağmen İTD olarak iktisat politikası üretmek için çabalamaya devam ediyoruz. Sizden de bu çabamıza destek olmanızı bekliyoruz.
Sevgiyle ve okuyarak kalın.





Bir cevap yazın