6 Şubat Depremleri ve Sosyal Sermaye – Bilal Bağış


Sermaye türleri içinde sosyal sermayenin yeri

İşgücü, doğal kaynaklar ve fiziksel sermaye gibi konvansiyonel üretim faktörlerinin ekonomik büyüme veya yeniden toparlanma gibi konuları açıklamakta zorlandığı malumdur. Örneğin, Türkiye’deki AB ortalamasına göre düşük gelir seviyesine rağmen, refah seviyesinin, yaşam standartlarının ve hayat kalitesinin yüksekliğini; ülkenin yeni sorunlarla ve krizlerle mücadeledeki başarısının matematiğini açıklamakta yetersiz kalır.

Bu durum aslında biraz da sosyal sermaye (veya beşerî sermaye) gibi denkleme eklemeyi unuttuğumuz değişkenler ile ilgilidir. Sosyal sermaye, üretimde doğrudan kullanılan diğer faktörlerin verimliliğini de doğrudan etkiler. Sosyal sermayenin ulusal kalkınma, yerel ve bölgesel kalkınma açısından da önemi yadsınamaz. Tüm Türkiye’yi derinden etkileyen Kahramanmaraş merkezli iki deprem ve deprem sonrası dayanışma ise bu konuyu afetler boyutuyla yeniden düşünme gereğini ortaya koymaktadır.

Konu ile ilgili çok geniş bir literatür de mevcuttur.[1] Deprem ise tıpkı daha önceki farklı afetler veya ortak acılar örneklerinde olduğu gibi, tam da bu noktada bu potansiyeli harekete geçiren bir dürtme görevi görmüş görünmektedir.[2] Ancak, elbette Türkiye’nin uzun vadede bu güçlü potansiyelini doğru kullanabilmek için, kutuplaşma yerine, birlikteliği sağlayacak daha sağlıklı dürtülere ihtiyacı bulunmaktadır.

Sosyal sermaye

Son zamanlar daha sık karşılaştığımız sosyal sermaye kavramı, karşılıklı ilişkilerin, toplumsal ilişkiler ağının ekonomik bir değer olarak karşılığının veya anlamının da olduğunu ortaya koyan ilgi çekici bir iktisat kavramıdır. Birlikte hareket etme güdüsüne dayanan ve toplumu bir arada tutan bu harç, birlikteliğin ortaya çıkardığı sinerji gibidir.

Bu tür sivil ilişkiler, iletişim ve sosyal bağlar, toplumları da bir arada tutar, güçlendirir. Güven kavramı ile de iç içedir. Dünya Bankası’ndan, OECD’ye farklı kurumlar ile Bourdieu, Putnam ve Coleman gibi öncüler sosyal sermayeyi iş-birliğini sağlayan değerler ve networkler; güven, ilişkiler ve normlar olarak tanımlamaktadırlar.[3]

Sosyal sermaye, uzun yıllar, sosyolojik bir kavram olarak da tartışıldı. Örneğin, Putnam, Amerikan toplumundaki artan bireysellik ve alarm zilleri çalan çöküşe dikkat ederken, sosyal sermaye kavramına başvurur. Putnam’a göre, Amerika’yı asıl var eden sosyal sermaye, çökme yolundadır.[4]

Bourdieu ve Coleman tarafından bu kavram siyaset bilimine de kazandırıldı.[5] Bourdieu’ye göre, sosyal sermaye daha çok sınıfsal bir olgudur ve sonraki nesillere de aktarılır. Bourdieu, sosyal sermayenin eğitim ile ilişkilerinin, sosyal ve sınıfsal boyutlara etkilerini incelemiştir. Coleman ise sosyal sermayenin işlevsel boyutu ile ilgilidir. Karşılıklı güven, yükümlülükler ve toplumsal faydaya daha çok odaklanır.

Karşılıklı güven, güçlü ilişkiler ağı ve normlar, değerlerden oluşan bu güçlü network ve iletişim ağı, toplumun gerçek gücüdür aslında. Sosyal sermaye, bu doğrultuda, toplumun, bu değerlerle, ortak bir hedef için eşgüdümsel olarak aksiyon alma eğilimidir. Toplumdaki karşılıklı güveni, iyilik yapma heyecanını ve sorunların üstesinden birlikte gelme güdüsünü ifade eder.

Sosyal sermaye, bu anlamda, bir bakımdan da kaliteli ilişkiler ağıdır.[6] Herhangi bir anda, sahip olduğunuz güçlü networkun, paradan daha önemli olabileceğinin iktisadi bir başka ifadesidir. Örneğin, sıkıntılı bir anda, sizde para yoksa da size destek olabilecek birilerini, bir arkadaşınızı biliyorsanız; bu da en az kendi paranız kadar (hatta çoğu zaman likit olmayabilecek kendi paranızdan daha çok) fayda sağlar. Para ile birlikte gelecek psikolojik destek de cabası![7]

Sosyal sermaye, tüm bu nedenlerle, önemli sermaye türlerinden biridir. Birçok kişi için de en kritik olanıdır. Bireyselliğin çok fazla arttığı modern toplumlarda, bugün, önemi daha fazla hissedilmektedir.[8] Türkiye de refah seviyesi henüz yükselme yolunda bir ülke olsa da, bugün, toplumsal dayanışmanın, özellikle de kritik zamanlarda, ne kadar yararlı ve faydalı olabileceğini bire-bir gözlemlemektedir.

Pratik örnekler

Öte yandan, sosyal sermaye, sivil toplumun kendi kendini örgütlemesi çabalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden de sivil toplumun önünün açılması önemlidir. Bu bağlantılar, diğer sermaye türlerinin etkisini artıran roller de üstlenir. Toplumun faydasını gözetecek, belli konular ve sorunların çözümüne odaklanan; fedakârlık gerektiren ve demokratik toplum yapısına da katkı sağlayacak bu katılımcı sosyal yapılar, sosyal sermaye potansiyelinin de kaynağıdır.

Sosyal sermaye, bölgesel veya yerel, ailevi, siyasi örgütlenmelerin, köylerdeki imece usulü yardımlaşma ve sinerjinin, şehir ve büyük kent versiyonudur. Şehir hayatının getirdiği işçi hakları gibi hareketler, şehirlerin sorunlarını çözmek için oluşan kent konseyleri, ülke sorunlarını çözmek için oluşturulan yaşlılar veya ak-sakallılar meclisleri de buna farklı boyutlardan destekleyici birer örnektir.

Bireyler için sosyal sermaye, sosyal statü, üye olunan dernekler, aile veya diğer sosyal gruplar olabileceği gibi; farklı toplum kesimleri için ise bu sermaye, inanç grupları, sosyal örgütlenmeler, iş ve gönüllü STK’lar da olabilmektedir. Son depremde ortaya çıkan adı-sanı bilinmeyen dernekler, vakıf ve yardım kuruluşları da birer sivil girişim olarak bu sosyal sermayeyi oluşturan inisiyatiflerdir.

İş dünyasında ise sosyal sermaye, sosyal statü ve toplumdaki konum; cemiyet hayatındaki bilinirlik ile paralel ilerler. Aynı örneği, toplumda STK’lara katılım oranları, gönüllü faaliyetler ile de genişletebiliriz. Dernekler ve medeniyetimizde sağlam bir yeri olan vakıflar, kooperatifler, spor kulüpleri de bu sermayenin oluşum biçimlerini ifade eder. Spor kulüplerinin bu deprem sürecindeki aktif üstlendikleri rol de bunun güzel bir başka kanıtıdır.

Eğitim hayatına etkiler ve çevresi geniş, sosyal sermayesi yüksek insanların Batıdaki en iyi okullara kabulleri de bu kavram ile bağlantılıdır. Yine bu konu ile bağlantılı, örneğin, Asyalı zenginlerin tüm çabalarına rağmen çocuklarını en iyi okullara yollayamaması, ama toplumda etkin ve öncü kişilerin çocuklarının iyi okullara kolay kabul görmesi hikayesi de bu kavrama aşina olmayan birçoklarının kafasını kurcalamaktadır.[9]

Bu doğrultuda da sosyal sermaye, dünyadaki büyük üniversitelerin öğrenci alımlarında da baz aldığı temel kriterlerden biridir. Nihayetinde, mezuniyet sonrası, öğrencilerin üniversiteye geri kazandıracakları da daha çok bu sosyal sermaye ile ölçülmektedir. Bu yüzden de dünyanın en iyi üniversitelerine giremeyen zenginler bir yana, iyi networke sahip veya toplumda iyi konumlarda, topluma liderlik edebilecek kişilerin iyi üniversitelere kolay kabulleri şaşırtmamalıdır.

Harvard’daki meşhur bir mutluluk araştırması da iyi ve güçlü ilişkilerin en büyük sermaye, en büyük zenginlik olduğunu; huzur ve yaşam kalitesinin de temel kaynağı olduğunu göstermektedir.[10] Buna göre, uzun vadeli mutlu ve sağlıklı bir hayat, yakın ve iyi ilişkiler ile mümkündür; iyi ilişkiler de aile, arkadaşlar ve toplum üzerine kurulur. STK’lar üzerinden geliştirilen toplumsal ilişkileri de bu kapsamda değerlendirmek yanlış olmaz.

Birlikteliğin sinerjisi, örneğin farklı işlerle meşgul insanların, bir vakıf veya dernek çatısı altında para veya tecrübelerini biriktirerek, birlikte iş yapması, sinerji yaratması ve toplumsal faydaya dayalı iş-birliği projeleri gerçekleştirmesi de sosyal sermayenin güzel bir başka ifadesidir.

Dahası, beşerî sermayenin etkinleşmesi ve diğer üretim faktörlerinin verimliliğinin artması da sosyal sermaye ile çok daha kolaydır. Sosyal sermaye kapasitesi yüksek toplumlarda, beşerî sermayenin etkinliği hızlıdır. Deprem zamanı, ülkedeki farklı sektör ve iş kollarındaki tecrübenin ve potansiyelin çok hızlı harekete geçirilmesi de biraz bununla ilgilidir.

Sosyal sermayenin, bu doğrultuda;

  • Eğitim hayatı,
  • İş yaşamı (işletme ve kurumlar arası ilişkiler gibi),
  • Aile yaşamı ve akrabalık ilişkileri,
  • Komşuluk ilişkileri,
  • Sosyal yaşam,
  • Sosyal ve siyasal örgütlenmeler ve örgütlere,
  • Beşerî sermayenin etkinleşmesi konusuna,

ciddi katkıları olur.

Türkiye, depremler ile ilgili geçmiş tecrübelerden de önemli dersler çıkarmış durumdadır. 1999’daki Marmara Depremi, doğal afetlere hazırlık, arama-kurtarma faaliyetleri, afet sonrası süreçlerin organizasyonu ve yönetimi noktalarında kritik bir dönüm noktası oldu. Bu depremden sonra hem kamunun hem diğer STK’ların örgütlenmesi ve etkinliği ciddi anlamda artmış durumdadır. Beşerî ve sosyal sermaye de güçlendi.

AFAD gibi kurumların kuruluşu, Kızılay’ın daha profesyonel bir yapıya kavuşması, Ahbab ve AKUT gibi sivil oluşumların sayılarının artması, UMKE’nin (Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi) kuruluşu, kritik birer dönemeç oldu.

Krizler ve afet zamanlarında sosyal sermayenin işlevi

Devletin, ihtiyaç zamanları, vatandaşını yalnız bırakmayacağından şüphe yok. Ancak, her şeyi her an devletten beklemek de zaman ve kaynak yönetimi açısından risklidir. Bunu özellikle önemsemek gerekmektedir. Sadece devlete bel bağlama ise bir yandan pozitif bir yönümüzü, sosyal devlete ve devlet anaya güveni ifade eder; ancak, diğer yandan da sürekli yönlendirilme, her şeyi devletten beklemeye ne kadar alıştırılmış olduğumuzu da ifade etmektedir.[11]

Oysa, deprem gibi afetler ve acil konularda, Batı’daki iyi örneklerden de yola çıkarak, STK’lar da daha aktif görevler üstlenmelidir. STK’lar, toplumun önemli, dinamik bir yapı taşı olarak; bireylerin tek başlarına üstlenemeyecekleri sorumlulukları yerine getirmede, farklı alanlarda sinerjiyi yaratma, birlikteliği ve dayanışmayı, kaynaşmayı sağlama ve hatta her tür kamuyu ilgilendiren politika, kanun ve yönetmeliğin çıkarılmasından tutun, uygulanmasına dek daha aktif ve öncü olmalıdırlar. Gerektiği yerlerde, kamu adına, siyaseti de doğru yönde yönlendirmelidirler.

Beşerî sermayenin etkin kullanımı, kaynakların heba edilmemesi önemlidir. Tüm bu nedenlerle de her ihtiyaca koşmayı sadece devletten bekleme alışkanlığını bir tarafa bırakmak gerekmektedir. Devlet ise zaten toplumun kendisidir. Onu oluşturan toplumun üyelerinin sözleşmesi ile kimlik kazanmış bir organdır. STK’lar, bu nedenle, devletin fırsat maliyeti nedeniyle giremeyeceği veya gecikeceği noktalarda daha aktif devreye girmelidir. Elbette bunun için de STK bilincinin oturması, STK’lara katılım oranlarının artırılması önemlidir.

Sivil savunma ve STK’lar

Kriz zamanları tüm süreçlerin, afetlerin yıkıcı etkilerinin minimize edilmesinin de kamunun koordinasyonu, yardımı ve desteği olmadan sürdürülmesi çok mümkün değildir. Ancak, kamu kurumları ve yerel otoriteler, bu süreçlerde tek başlarına yeterli olamazlar. STK’lar gibi sivil savunmanın diğer unsurlarına da ciddi iş ve sorumluluklar düşmektedir.

Devletin AFAD, belediyeler ve bakanlıklar gibi kurumlarının yanında Kızılay ve TDV, IHH, Ahbab ve AKUT gibi sivil oluşumların da gösterdiği gibi sivil savunma, sadece devletin üstesinden gelebileceği bir iş değildir. Toplumun, STK’ların da bu süreç içinde olması, yeterlilik, zamanında müdahale ve zamanla mücadele konularında hayati önem arz-eder.

Afet zamanları, yardımların etkin ve zamanlı ulaşması için, sivil memurlar ile STK’ların koordinasyonu, verimli çalışmaları desteklenmeli; yeterli ve etkin yardım için toplumun bu tamamlayıcı kuvveti veya unsurları da harekete geçirilmelidir. Kamu kurumları ve kamu görevlileri de sivil savunma ve sivil inisiyatifleri desteklemeli ve teşvik etmelidir.

Bu anlamda da afetler, sivil savunmanın, STK’ların ve sivil örgütlenmelerin gücünün ortaya çıktığı eşsiz örnek zamanlardır. Toplumsal huzurun, düzenin, afet zamanları hayat kurtarmanın; bakım, hemşirelik ve diğer sosyal desteklerin daha geniş kesimlere zamanında ulaşması noktasında hayati önem arz-ederler.

Bu tür sosyal ağlar ve STK’lar, kaynakların ve desteklerin, insani yardımların ve gönüllülerin, ihtiyaç duyulan bölgelere daha hızlı ulaşması açısından da ciddi önem arz-ederler. Nitekim, Türkiye’deki deprem bölgelerinde de bugün STK’lar, işçi örgütleri, iş örgütleri, belediyeler ve iş dünyasının kendisi birlik olarak, kaynaklarını ve çabalarını aynı amaç için birleştirmiş görünmektedirler. Tıpkı, Putnam’ın sosyal sermaye tanımındaki kaynakların aynı amaç için koşullanması vurgusunda olduğu gibi.

STK’lar, iç ve dış sosyal sermayenin aktive edilmesi noktasında da özel önem arz-ederler.  Deprem zamanı, konvansiyonel yöntemlerin yanında, kripto para cüzdanları ve yurt-dışındaki Türk veya uluslararası örgütlerle iş-birlikleri yoluyla, hem dışarıdan gelecek yardımları koordine etmiş hem de TV programları, mesajlar ve banka hesapları üzerinden yürütülen kapsamlı iç yardım kampanyalarını hayata geçirmiş durumdadır.

Bu yolla da hem içerideki hem dışarıdaki sosyal sermaye kapasitesini aktive etmişlerdir. Örneğin, sadece Türkiye’deki TV kanallarının “Türkiye Tek Yürek” kampanyası, bir gecede topladığı 115 milyar TL’nin üzerinde para ile Türkiye’deki sosyal sermaye ve birlikteliğin gücünü ortaya koymaktadır.

Sosyal sermaye kapasitesinin büyütülmesi

Bu geniş özet ve pratik örneklerin ardından asıl önemli konu ise Türkiye’nin sosyal sermaye kapasitesinin büyütülmesi ve bu potansiyelden daha etkin faydalanılabilmesi için neler yapılabilir mevzusudur. Örneğin, bu noktada,

  • STK’lara katılım oranlarının artırılması,
  • STK aktiviteleri ve organizasyonlarının artırılması,
  • STK’ların etkinliklerinin artırılması,
  • STK’lara güven ve bağlantılı kamu kurumlarına güvenin artırılması çabaları,
  • STK’lara güveni artırmak için açıklık ve hesap verebilirliğin artırılması

gibi konular, öncelikli olarak akla gelen birkaç konu başlığını oluşturmaktadır.

Unutmamak gerekir ki sosyal sermayesi çok zayıf toplumlar, bireyselleşir, aşırı ben-merkezci hale gelirler. Sosyal sermaye ise bireysel çıkar çatışmalarının, toplumun geri kalanına negatif yansımalarının minimize edilmesini amaçlar. Bu nedenle de STK’lar üzerine daha derinlikli çalışmalar yapılmalı; STK üyelikleri, STK’ların ağırlıkları ve işlevsellikleri artırılmalıdır.

Sosyal sermayenin zayıflaması; çıkarcılığın, bencilliklerin, ben-merkezcilik ve bireyselleşmenin artması da toplumdaki eşitsizlikleri, adaletsizlikleri artırır. Sosyal sermayesi veya kapasitesi yüksek toplumlar ise genellikle,

  • Daha mutlu,
  • Daha güvenli,
  • Daha sağlıklı,
  • Daha kültürlü,
  • Daha başarılı,
  • Daha müreffeh,
  • Daha demokratik ve iyi yönetilen,
  • Birlikte hareket etme güdüsü (collective action nudge) yüksek,
  • Beşerî sermayenin etkinleşmesi daha kolay,

toplumlardır. Sosyal sermaye ise, tüm bu nedenlerle, dayanışmanın, birlikteliğin, ilişkilerin önemini ve ekonomik değerini ortaya koyan kritik bir kavramdır. Güven de bu sermayenin ve toplumsal uzlaşının en kritik unsuru ve harcıdır.

6 Şubat depremleri, STK’lar ve sosyal sermaye

Türkiye’de olağan dönemlerdeki gerginlik ve kutuplaşmaya rağmen, afet zamanları tekrar ortaya çıkan güçlü sosyal ilişkilerimiz, birliktelik ve dayanışma kültürü en büyük sermayemizdir. Kahramanmaraş depremi gibi doğal afetler de bu konuda çok da zayıf olmadığımızın en büyük kanıtıdır. Asrın felaketi tüm Türkiye, deprem acısını, birliktelik, güçlü iş-birliği ve dayanışma ile aşmaya odaklanmış durumdadır.

Deprem mağdurları için bölgeye, ülkenin ve dünyanın dört bir yanından kurtarma faaliyetleri ile birlikte yardım ve bağışlar akmaktadır. AFAD ve Kızılay başta olmak üzere, kamu ve kâr amacı gütmeyen yardım kuruluşlarına destek yağmaktadır. Depremin hemen sonrasında ulusal TV ve radyoların canlı yayınında düzenlenen büyük yardımkampanyasının da gösterdiği gibi dayanışma dürtüsü, zor zamanlardaki toplumsal birlikteliği, ilişkileri ve iletişim ağı çok güçlü bir milletiz.

Türkiye adeta tek yürek oldu. Bu dayanışma ruhu, iş-birliği ve her şeye rağmen devam ettirdiğimiz güçlü destekler, birliktelik ve insani ilişkiler de bir sermaye türüdür aslında. Finansal ve fiziksel sermaye birikimimiz görece zayıf olsa da bu birliktelik ve dayanışmanın ortaya koyduğu sosyal sermaye potansiyelimiz oldukça güçlü durumdadır.

Bunların yanı-sıra da yurtdışındaki yardım kampanyalarından ve bireylerden depremin ilk anından itibaren AFAD gibi kurumların hesaplarına akan milyarlarca TL; Türkiye’deki diğer STK’ların, büyük şirketlerin ve bireylerin doğrudan yardımları ile toplam destek rakamları, onlarca milyar dolara çıkacak gibi görünmektedir. Bu sayede de depremlerin acısı sürerken, biraz ferahlama ve umutlu olmak için fazlaca nedene sahip olduğumuzu fark ettik.

Birliktelik ve dayanışma, en büyük sermayemiz

Türkiye’nin en büyük gücü, bu tür zor zamanlarda kendini gösteren bu dayanışma, birliktelik, iş-birliği ve güçlü toplumsal bağlarıdır. En büyük sermayemiz bu sosyal birlikteliğimiz ve sosyal sermayemizdir. Sosyal sermaye ise son dönemler, Dünya Bankası ve IMF gibi kurumların da radarına girmiş yeni bir odak konusu konumundadır.

Ancak, alarm zilleri çalan Batı toplumları kaygısına karşın, Türkiye’nin yüksek potansiyelinin aktive olması için küçük bir dürtme yetmektedir. Sosyal sermayenin doğrudan ölçümü zor olsa da deprem örneğinin de gösterdiği gibi, ortaya çıkardığı sonuçlar genelde muazzamdır. Ancak, elbette ölçümü ile ilgili sorunlar devam etmektedir.

Ülkemizdeki iyi komşuluk ilişkileri de bu güçlü sosyal sermaye potansiyelinin en güzel ifadelerinden biridir aslında. Örneğin, bugünkü depremin merkez şehirlerinden Gaziantep’te 2014’te yapılan bir çalışma, komşuluk, karşılıklı ilişkiler ve güven açısından oldukça güçlü, pozitif sonuçlar ortaya koymaktadır.[12] Ancak, aynı çalışma bu potansiyelin olağan dönemlerde aktive edilemediğine; örneğin, komşularca ortak herhangi bir faaliyet yapılamadığına da vurgu yapmaktadır.

6 Şubat depremlerinin, olağanüstü hallerin ve Türkiye’nin kronik deprem gerçeğinin sürekli hatırlattığı ve kalbimizi okşayan bu dayanışma kültürünün, yardımlaşmanın ve birlikteliğin ölmemesi de önemlidir. Toplumdaki bu eşsiz dayanışma gücünü ve potansiyeli, devletin de kolaylaştırması; şartları hazırlaması gerekmektedir. Putnam’ın haklı kaygısı ile uyumlu olarak, bu medeniyeti de binlerce yıldır ayakta tutan temel değerlerinden biri de güçlü sosyal sermaye potansiyelidir.[13]

2023 depremleri

6 Şubat’taki Kahramanmaraş merkezli 7,8 ve 7,6 şiddetindeki iki deprem, tüm Türkiye’nin yüreğini yaktı. Devamında da AFAD’a göre bazısı 6 şiddetinin üzerinde binlerce artçı depremler takip etti. 11 şehirde (sonradan Elâzığ da eklendi) ciddi hasar ve kayıplar yaşanırken; deprem bölgesi için devleti ve milleti ile tüm ülke seferber oldu.

Türkiye, deprem sürecindeki aktif destekleri, fiziki ve manevi yardımları için tüm dünyaya müteşekkirdir. Ancak, bu süreçteki kazanımların daha önemlisi, içerideki toplumsal dayanışmanın ve sönmeyen güvenin, birlikteliğin en güzel örneklerine de şahit olunmasıdır. Türkiye’nin sosyal ve beşerî sermaye kapasitesi, bu deprem örneğinde olduğu gibi, bu tür afet zamanları güçlü bir şekilde kendisini belli etmektedir.

Neredeyse tüm STK’lar deprem sürecinde en fazla etkilenen güneydeki 11 ilde idi (Görsel 1). Tüm Türkiye’den dernek ve vakıflar adeta bölgeye akın etti. STK’lar, kamu kurumları başta olmak üzere AFAD ve Kızılay gibi kurumlara da ciddi destek sunmaktadırlar. Bu anlamda da deprem, bize aslında nasıl bir toplum olduğumuzu, dayanışma potansiyelimizi de tekrar hatırlattı.

Toplumdaki birlikteliğin, güçlü iş-birliğinin, karşılıklı güvenin, ortak iş yapma iradesinin ve iyiyi ortaya koyma çabasının ürünü olan STK’ların; bu ülkeyi farklı kılan yardım kuruluşları ve buralardaki çalışanların, gönüllülerin ortaya çıkardığı güzelliklerin, gücün ve birlikteliğin resmi karşımızda durmaktadır.

Ancak, bu yenilenen sosyal ve beşerî sermayenin ve STK’ların insani, arama-kurtarma ve deprem sonrası dayanışma dahil yardım ve destek kapasitelerinin artırılması da gereklidir. Nitekim, Türkiye’nin güçlü kurumsal altyapısı, dinamik ekonomisi ile birlikte; bu sosyal ve beşerî sermaye potansiyeli de, aslında, en büyük gücüdür.

6 Şubat Depremleri, sosyal sermaye kapasitemizin aslında ne kadar yüksek olduğunu yeniden hatırlatmış oldu.[14] Depremler, bu potansiyeli yeniden aktive de etmiş durumdadır.[15] Ancak, bundan sonrasının nasıl yol alacağı ise tamamen yeni dönemin toplumsal uzlaşısına bağlı durumdadır.

Notlar

[1] Bkz. örneğin, Bilal Bagis ve Dilek Şahin, “A Possible Way Out for Local Development: Efficient Use of the Social Capital”, Development Policies: Local Development and Local Opportunities, ed. Bilal Bagis, (Ekin Basım Dağıtım Yayın, Bursa: 2019).

[2] Richard H. Thaler ve Cass R. Sunstein, Nudge \ Improving decisions about health, wealth, and happiness, (Yale University Press, Connecticut: 2008).

[3] Bilal Bağış, “Güçlü Sosyal Sermaye Potansiyeli, Büyümenin Anahtarı”. Proceedings of the 2nd International Congress of Local Development and Finance, (2017), s. 30-37.

[4] Robert D. Putnam, Bowling Alone: The Collapse And Revival of American Community, (Simon and Schuster, New York: 2000).

[5] Pierre Bourdieu, “The forms of capital”, Handbook of Theory and Research for the Sociology of Education, ed. John G. Richardson, (Greenwood Press, New York: 1986).

James Coleman, “Social capital in the creation of human capital”, The American Journal of Sociology, Cilt: 94, (1988), s. 95-120.

[6] Robert Waldinger ve Marc Schulz, The Good Life \ Lessons from the World’s Longest Scientific Study of Happiness, (Simon & Schuster, New York: 2023).

[7] Bilal Bağış, “Depremin Yeniden Aktive Ettiği Sosyal Sermaye”, Sabah, 18 Şubat 2023.

[8] Robert D. Putnam, “Bowling Alone: America’s Declining Social Capital”, Journal of Democracy, Cilt: 6, Sayı: 1, (1995), s. 65-78.

[9] “Few things worry China’s elite more than getting their kids into Harvard”, The Economist, 11 Temmuz 2019.

[10] Waldinger ve Schulz, “The Good Life: Lessons from the World’s Longest Scientific Study of Happiness”.

[11] Bilal Bağış, “Sosyal adalet, sosyal devlet ve adil düzen”, Researchgate, 20 Haziran 2020, https://www.researchgate.net/publication/342814119_Sosyal_adalet_sosyal_devlet_ve_adil_duzen, (Erişim tarihi: 16 Mart 2023).

[12] Edibe Sözen, “Bir Sosyal Sermaye Olarak Gaziantep’te Komşuluk ve Komşuluk İlişkileri”, Hasan Kalyoncu Üniversitesi ve GENAR, Gaziantep, 2014.

[13] Putnam, “Bowling Alone: The Collapse and Revival of American Community”.

[14] Bağış, “Güçlü Sosyal Sermaye Potansiyeli, Büyümenin Anahtarı”.

[15] Bağış, “Depremin Yeniden Aktive Ettiği Sosyal Sermaye”.

İTÜ’deki mühendislik lisansının (2006) ardından; Sabancı Üniversitesi’nde ekonomi yüksek lisansını tamamladı. Akademik eğitimini ABD’den aldığı burs ile University of California’da devam ettirdi ve 2014’te Ekonomi dalında doktorasını aldı. Dr. Bağış, akademik kariyerinin yanı sıra Akbank, Merkez Bankası, Yapı Kredi Bankası, THY, Globalwonks ve Monarch gibi yurt-içi ve yurt-dışı kuruluşlarda özel sektör tecrübesi kazandı. Yurt içi (Sabancı Üniversitesi) ve yurt dışındaki (University of California Berkeley) önde gelen üniversitelerde akademik ve mesleki bilgisini ders vererek aktarma fırsatı buldu. Lisans ve lisansüstü düzeyde ekonomi, matematik ve finans dersleri verdi. Aralarında Dışişleri Bakanlığı SAM ve SETA’nın da olduğu farklı kurum ve kuruluşlarda çalışmaları ve analizleri yayınlandı. Dr. Bilal Bağış, bugüne kadar, değişik üniversite ve kuruluşlarda akademisyen, ekonomist, stratejist ve danışman pozisyonlarında çalışarak; önemli tecrübeler edindi. Akademik çalışmalarını uluslararası finans, makroekonomi, iktisat politikaları analizi, kamu politikaları ve politik ekonomi alanlarında devam ettirmektedir.

Bir cevap yazın