Erken sanayisizleşme, sanayi sektörünün teknolojik açıdan dinamik bir sektör olmasının yanı sıra, ticarete konu ürünlerin menşei olması ve vasıfsız işgücüne istihdam sağlaması nedeniyle olumsuz büyüme sonuçları doğurabilir. Başka bir deyişle, sanayi, ülkenin verimlilik artışına katkıda bulunur, kırsal kesimden gelen göçmenlere istihdam sağlar ve dış ticaret yoluyla iç pazar talep kısıtlarının aşılmasına vesile olur. Bu nedenlerle de, erken sanayisizleşme gelişmekte olan bir ülkenin kalkınması bakımından kaygı verici bir durumdur.
Gelişmiş ülkelerin ekonomik tarihlerindeki en önemli gerçeklerden biri, kalkınma süreçlerinde tanık oldukları sektörel değişimlerdir. Birinci ve ikinci sanayi devrimleriyle, bu ülkeler, tarımdan sanayiye doğru kaymış, üçüncü ve dördüncü sanayi devrimlerini içinde barındıran son elli yıl içinde ise sanayiden hizmetlere geçmiştir.
Dani Rodrik 2016 tarihli çok okunan çalışmasında erken sanayisizleşmenin sonuçlarının gelişmekte olan ülkelerde artık fark edilebildiğinden söz eder.[1] Latin Amerika’da sanayi küçüldükçe kayıt-dışılık artmış ve ekonomi genelinde üretkenlik zarar görmüştür. Afrika’da, kentsel göçmenler sanayi yerine ikincil ve oldukça küçük hizmet sağlayıcılarına akmıştır. Çin’in büyük Afrika hamlesine rağmen Afrika sanayisinde önemli bir canlanmanın işaretleri yok gibidir Rodrik’e göre.
Türkiye’ye gelince… Ülkemiz son 100 yılda ekonomisinin ana sektörleri arasında önemli geçişler yaşamıştır (Şekil 1). Bunlardan en göze çarpanı tarımın payındaki düşmedir. Türkiye’de tarımdan uzaklaşmanın kaynakları ve sonuçları ekonomi yazınında kapsamlı şekilde incelenmiş bir konudur. Özetlemek gerekirse, bu değişim başlıca iki faktörden kaynaklanmıştır: (i) Tarım politikasının 1950-1980 kalkınmacılığından 1980-sonrası küreselleşmeciliğine dönüşümü ve (ii) siyasi elitlerin büyük seçim kayıplarına neden olabilecek kapsamlı reformları uygulamadaki isteksizliği. Sonuç olarak, uluslar-ötesi tarım şirketlerinin mutlak hâkimiyetinin ortaya çıktığı yıllarda Türk tarımının yeniden yapılandırılması, 1980 sonrasında tarımdan uzaklaşma olgusunda büyük rol oynamıştır. Bu arada, kırsal kesimden kentsel alanlara göç, istihdamın tarımdan üretime değil, verimsiz hizmet sektörlerine kaymasının kapısını açmıştır.
Şekil 1’de görüldüğü gibi, 1923-2016 yılları arasında cari gayrisafi yurtiçi hâsıla (GSYH) içinde tarımın payı %33’ten % 7’ye düşmüştür. Sanayinin payı neredeyse bir asırlık bu sürede ancak %16’dan %20’ye yükselirken, hizmetlerin payı %50’den %73’e yükselmiştir.
Şekil 1. GSYH Sektör Payları (1923-2016, yüzde)
Not: 2009 bazlı son GSYH serisi (cari fiyatlarla) TCMB web sitesinin arşivlenmiş GSYH’sinin yıllık artışları (eski baz yıllarla birlikte) kullanılarak geriye doğru uzatılmıştır.
Şekil 1’de 2000’li yıllar sonrasına yoğunlaştığımızda, sanayinin payının %23’ten %20’ye düştüğünü, hizmet sektörünün payının ise %66’dan %73’e yükseldiğini görüyoruz. Bu yapısal değişimde, 2000’li yıllarda gelişmekte olan ülke ekonomilerinde zamanın ruhu denilebilecek nitelikte bir hizmetleşme olgusu olduğu kadar, AKP politika uygulamalarının da katkısı var diye düşünüyorum.
AKP’nin Türkiye’deki uzun siyasi egemenliğinin temel açıklayıcılarından biri, partinin toplumun tabanından güç alan geniş bir ittifak kurabilme becerisi olmuştur. AKP hükümeti, yönetimde olduğu süreçte, sanayinin yeni milenyumda dünya pazarlarında anlamlı bir rekabet düzeyi elde etmesi için gerekli acil ihtiyaçlarını pek de dikkate almamıştır. Bunun yerine, iktidar, yönetimde olduğu yıllar boyunca, inşaat gibi sanayi-dışı ekonomik faaliyetleri teşvik ederek büyümeyi gerçekleştirmeye çalışmıştır. Ve ister katılın ister katılmayın büyüme konusunda başarılı da olmuştur.
Öner Günçavdı’nın pek çok yazısında belirttiği gibi, AKP hükümeti iktidara geldiğinden bu yana hem düşük gelir hem de orta gelir gruplarına hitap edecek politikalar uygulamıştır. Bir dizi transfer politikası ile düşük gelirli seçmenleri yanına alırken, düşük faiz politikasının tetiklediği kredi genişlemeleri ile de orta ve üst-orta gelir gruplarının 1990’ların istikrarsız siyasi ve ekonomik ortamı nedeniyle erteledikleri harcamalarını gerçekleştirmelerine vesile olmuştur. Bu da AKP’nin iktidar olduğundan beri yapılan tüm seçimlerden zaferle çıkmasına, benim kanımca da, en büyük katkıyı yapmıştır. Ancak, bu politika tercihlerinin hükümet tarafından pek de hesaba katılmamış verimlilik (sanayi ve hizmet sektörlerinde) yansımaları olduğu da son dönem mikro-temelli araştırmaların ortaya koyduğu bir gerçek.
Kendi araştırmalarımın da sonucunda vardığım bir kanı olarak, AKP döneminde Türkiye’de sektör pay değişimleri ve firma verimlilik dinamiklerinde önemli rol oynamış olan üç büyük gelişmeyi burada anlatmak isterim.
Kredi yapısı sanayi aleyhine bozulmuştur.
2000’li yılların başında küresel likiditenin bolluğu ve 2001 krizinden sonra kamu maliyesinin güçlenmesi, Türkiye’deki bankaların özel sektör ve kamuya borç verme olanaklarını azaltmış ve Türkiye’de daha önce eşi görülmemiş bir tüketici kredisi patlamasına sebep olmuştur. Bu büyük artışın menşei konut kredileridir. 2003 yılı sonunda toplam tüketici kredileri içinde %9,5 olan konut kredilerinin payı, 2017 yılının sonuna gelindiğinde %48,2’ye sıçramıştır (Şekil 2).
Bu durumda, sanayici tarafından fiziksel ve beşeri sermaye kapasitesini artırıcı yeni yatırımları finanse etmek için kullanılabilecek hanehalkı tasarruflarının, üretime katkısı olmayan konut inşaatını finanse etmek için kullanıldığını görmek pek de zor olmasa gerek. Ayrıca, yeni konut kredisi faizleri incelendiğinde 2004 yılında %25,2 olan bu oran, 2013 yılına geldiğimizde %9,7’ye kadar düşmüştür.[2] Sonuç olarak, toplam konut ipotek borcu 2003 yılında 361,6 milyon Amerikan dolarından 2017 yılında 50,7 milyar Amerikan dolarına yükselmiştir (Şekil 2). Artış oranı yüzde 13.906! Yanlış duymadınız, dolar olarak neredeyse 140 kat artış!
Bu şartlar altında bile, Türk sanayisi işgücü verimliliğinde önemli artışlar gerçekleştirebilmiştir.[3] Politika uygulamalarının sanayiye öncelik verdiği bir senaryoda, bu artışın daha yüksek olabileceğini uzun uzun açıklamaya gerek yok sanırım.
Şekil 2. Konut Kredilerinin Gelişimi, 2003-2017
Not: Yazarın Türkiye Bankalar Birliği (TBB) verileri ile kendi hesaplamaları.
İnşaat sektörü lehine olan bariz siyasi tercih, sanayi üretiminde dışlama etkisi yaratmıştır.
İnşaat sektörünün GSYH içinde payı 2003 yılında %4,6 iken 2017 yılında %8,6’ya ulaşarak neredeyse ikiye katlanmıştır. Dahası, 2003 yılında Türkiye’deki tüm işletmelerin %2’si inşaat sektöründe ve %13,5’i sanayide iken, 2017 yılında inşaat firmalarının toplam içindeki oranı neredeyse dörde katlanarak %8’e yaklaşmış fakat sanayinin payı %12,5’e gerilemiştir (Şekil 3).
Şekil 3. Girişim Sayısı Oranı, 2003-2017
Not: Yazarın TÜİK Yıllık Sanayi ve Hizmet İstatistikleri verileri ile kendi hesaplamaları.
Bu arada, inşaat sektörünün içyapısı da önemli bir değişim yaşamıştır bu dönemde. İnşaat sektörü Avrupa Topluluğunda Ekonomik Faaliyetlerin İstatistiki Sınıflaması’na (NACE) göre üç ana başlık altında sınıflandırılır: (i) Bina inşaatı (yapı projelerinin geliştirilmesi, konut ve konut dışı binaların inşası); (ii) inşaat mühendisliği (yol, demiryolları, köprüler, tüneller ve kamu hizmetleri projeleri inşaatı) ve (iii) özel inşaat faaliyetleri (yıkım, saha hazırlama, elektrik, dolgu, kanalizasyon faaliyetleri vb. )
Şekil 4, inşaat sektörü üretiminin sektör-içi kompozisyonunu gösteriyor. Bina inşaatının sektör üretimindeki payı 2003’te %50,3’ten 2017’de %57,1’e yükselmiş ve hatta dönem içinde daha yüksek oranları da görmüştür. Bu sektör, ikamet amaçlı konutların yanı sıra havaalanı ve hastane inşaat projelerini de içerir ve bu projeler sizin de bildiğiniz gibi AKP iktidarı boyunca çoğunlukla kamu-özel işbirliği programları ile yürütülmüştür. Ayrıca, inşaat mühendisliği alt sektörünün payı (çoğunlukla kamu sektörü aracılığıyla üstlenilen ve altyapı geliştirmenin önemli bir parçası olan sektör) %25 civarında sabit kalmış ve özel inşaat faaliyetlerinin (çoğunlukla işgücü yoğun) payı 2003 yılındaki %25,4 seviyesinden 2017 yılında %16,1’e gerilemiştir.
Şekil 4. İnşaat Alt Sektörleri Üretim Payları (2003-2017, yüzde)
Not: Yazarın TÜİK Yıllık Sanayi ve Hizmet İstatistikleri verileri ile kendi hesaplamaları.
Başka bir deyişle, inşaat sektöründe zaten baskın olan bina inşaatı 2003-2017 yılları arasında rekor bir hızla büyümüştür. Şekil 5, AKP iktidarı döneminde verilen yapı kullanım ruhsatları hakkında size bilgi vermek üzere hazırlandı. Panel (a)’dan da görebileceğiniz gibi, bu dönemde hem konut-dışı hem de konut yapı ruhsatları yükselişte ancak konut ruhsatlarının büyümesi çok daha hızlı.
Şekil 5. Yapı Ruhsatları (2003-2017)
Not: Yazarın TÜİK Yıllık Sanayi ve Hizmet İstatistikleri verileri ile kendi hesaplamaları.
Burada belirtmek isterim ki, sanayisizleşme açısından daha belirleyici olan, sanayi yapı ruhsatlarının izlediği seyirdir. Şekil 5 Panel (b) endüstriyel yapı ruhsat sayısının 2003-2017 döneminde oynaklığını göstermenin yanı sıra konut-dışı binalar içindeki payının %16’dan %12’ye düşüşünü de belgelemekte. Bu da, bana göre, AKP döneminde Türkiye’de devam eden sanayisizleşmenin en belirgin göstergelerinden biri.
Dönemin sanayi politikası tercihi, barındırdığı pek çok eksikliğin eseri olarak, sadece potansiyel verimlilik artışını engellemekle kalmamış aynı zamanda sanayinin teknolojik yapısının yerinde saymasına da neden olmuştur.
Bu eksiklikler İzak Atiyas ve Ozan Bakış tarafından şöyle sıralanmıştır[4]: (i) 2000’li yılların teşvik politikasının sektörel bir seçiciliği yoktur. Ta ki 2009 yılına kadar. (ii) Teşvik rejiminin önemli bileşenlerinin çok sık değiştirilmesi nedeniyle sanayi politikasının tahmin edilebilirliği azalmış durumdadır. (iii) Verilen teşviklerin tamamı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş ancak teşvik süreçlerinin şeffaflığı konusunda ilerleme kaydedilmemiştir. Çoğu teşvik uygulaması gerekçelendirilmeden veya kamu istişaresi olmadan AKP Kabinesi tarafından belirlenmiştir. (iv) Koordinasyon eksikliği vardır. Öyle ki, aynı amaca hizmet eden pek çok teşvik programının arasında hiçbir bağlantı yoktur. (v) Verilen teşviklerin hemen hemen hiçbiri için etki analizi yapılmamıştır.
Meslektaşım Nergiz Dinçer ile yaptığımız çalışmalardan birinin sonuçları da aslında bu bağlamda çok önemli.[5] Bulduklarımız, politika tercihlerinin mahsulü olarak yorumlanabilir. Çıkan sonuçlardan biri, 2003-2015 döneminde Türkiye’de sanayinin verimlilik artışının olumlu olmasına rağmen, en düşük verimlilik artışlarının orta-düşük teknolojili sanayi faaliyetlerinde yoğunlaşmış olmasıdır. Ayrıca, 2003-2015 döneminde Türk sanayisinde hayatta kalan firmalar kendi verimliliklerini artırmış, buna rağmen bu dönemde düşük verimlilikli firmaların pazar payları artmış ve dolayısıyla hayatta kalan firmaların toplam sanayi verimlilik artışına katkısı olabileceğinden daha az olarak gerçekleşmiştir. Son olarak, sanayinin aksine, hizmet sektöründe hayatta kalan firmalar sektörün verimlilik artışına olumsuz bir katkı yapmıştır. Hizmet firmalarının kendi içinde verimlilik artışı olumlu olsa da, bu sektördeki verimsiz firmaların piyasa paylarının muazzam artışı sektör genelinde verimlilik azalmalarına neden olmuştur.
Özetle, 2002 sonrası dönemde sanayi, Türkiye’de, hızlı büyüyen-lokomotif sektör vasfını kaybetmiştir. Erol Taymaz ve Ebru Voyvoda tarafından mükemmel bir şekilde incelenen[6] AKP döneminin politika metinleri ithalata olan bağımlılığın, teknolojik gelişmemişlik, sanayisizleşme ve ülkenin üretim yapısında geriye/ileri bağlantılarının parçalanmasının fazlasıyla farkında aslına bakacak olursanız. Ancak Şekil 6’da görebileceğiniz gibi, AKP
Şekil 6. Ana İktisadi Faaliyet Kolları Payları (Hedef ve Gerçekleşmeler)
Not: Gerçekleşmeler TÜİK Ulusal Gelir İstatistiklerinden, hedefler ise Türkiye’nin 8, 9 ve 10. Kalkınma Plan metinlerinden elde edildi.
döneminde uygulanmış olan üç kalkınma planı da hizmet sektörü hedeflerini yukarı yönlü sanayi sektörü hedeflerini ise aşağı yönlü ıskalamıştır. Bu tablo, kanımca Türkiye ekonomisinin üretken yapısı açısından AKP’nin politika uygulamalarının karne notu olarak değerlendirilebilir.
Yazıyı bitirirken dikkat çekmek istediğim konu, inşaat gölgesinde sanayisizleşen Türkiye’nin ivedilikle yeni bir büyüme modeli bulmasının gerekliliği.
Bir yol, hizmetlerin GSYH içinde ezici payı göz ününe alındığında, hizmet-odaklı bir büyüme modeline geçiş. Böyle bir modelde büyümenin sürdürülebilir olması için bilgi teknolojisi ve finans gibi son derece verimli ve ticarete konu olan hizmetleri üretmek gerekir. Ancak, bu tür hizmet sektörleri kalifiye işgücü ve kurumsallık gerektirir. Üstüne üstlük bu tip hizmet sektörleri, tarım, sanayi ve geleneksel hizmetlerden serbest kalan düşük vasıflı işçileri absorbe etme potansiyeline sahip değildir.
Diğer yol ise sanayileşme hedefine geri dönmek. Daha geleneksel olmak ve ekonomi yazınında büyümenin lokomotifi olarak benimsenen, teknolojik olarak dinamik bu sektörün avantajlarından faydalanmak.
Türkiye’nin şu andaki beşeri, teknolojik ve kurumsal altyapısının bu iki yoldan hangisine müsait olduğu çıkarımını size bırakarak esenlikler diliyorum.
[1] Rodrik, D. (2016). Premature deindustrialization. Journal of Economic Growth, 21(1), 1-33.
[2] Erol, I. (2019). New geographies of residential capitalism: Financialization of the Turkish housing market since the early 2000s. International Journal of Urban and Regional Research, 43(4), 724-740.
[3] Dincer, N., & Tekin-Koru, A. (2019). An Anatomy of Firm-Level Productivity in Turkey in the AKP Era. Economic Research Forum.
[4] Atiyas, I., & Bakis, O. (2015). Structural change and industrial policy in Turkey. Emerging Markets Finance and Trade, 51(6), 1209-1229.
[5] Dincer, N., & Tekin-Koru, A. (2019). An Anatomy of Firm-Level Productivity in Turkey in the AKP Era. Economic Research Forum.
[6] Taymaz, E., & Voyvoda, E. (2015). 2023’e Doğru Sanayi, Yapısal Dönüşüm ve Sanayi Politikaları. Iktisat Isletme ve Finans, 30(350), 25-62.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.