Hedefler, Hayaller, Gerçekler ve Şaşırtmayan Büyüme – Osman Aydoğuş (İTD 81)


Bu yazımızda önce yüzüncü yıl hedeflerinin neden birer hayal haline geldiğine bakacağız, sonra da sorunlu ve çok tartışmalı Aralık 2016 milli gelir revizyonu sonrasının ilk milli gelir büyüme tahminlerinin bir değerlendirmesini yapacağız.

Yüzüncü Yıl Hedefleri Hayal Oldu

Cumhuriyet’in 100. yılı için önemli bazı somut iktisadi ve sosyal hedefler 2010 yılının sonunda bizzat dönemin Başbakanı tarafından açıklanmıştı. Liman, demiryolu, nükleer enerji santralleri, köprüler, otoyollar ve bölünmüş yollar gibi altyapıya ilişkin hedeflerin yanı sıra, eğitim, sağlık ve toplumsal alanlardaki “2023 yılında 23 hedef” arasında yer bulan ve iktisatçıları en çok ilgilendiren ekonomik hedefler şöylece sıralanıyordu:

  • 2023 yılında Türkiye 2 trilyon dolarlık milli gelir düzeyine ulaşacak ve dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında girecek,
  • Kişi başına düşen gelir 25 bin dolara çıkacak,
  • İhracat ve ithalat 500’er milyar dolara ulaşacak ve dış ticarette denge sağlanacak
  • İşsizlik oranı %5’e düşecek

Yüzüncü yıl hedeflerinin açıklanmasının üzerinden alt buçuk yıl geçti, 2023’e de sadece altı buçuk yıl kaldı. Milli gelir, kişi başına milli gelir, ihracat-ithalat ve işsizlik oranına ilişkin ekonomik hedeflere ne ölçüde ulaşılabileceğini çok daha sağlıklı bir biçimde değerlendirebilecek bir noktadayız. Değerlendirmelerimizi, “geçmişteki büyüme performansının gelecekte de aynen devam edeceği” varsayımına dayanan temel gelişme (baseline) projeksiyonları üzerine kuracağız. Temel projeksiyonlarda, AKP hükümetinin 2003-2015 dönemindeki büyüme performansını esas alacağız.

İlk olarak, 2 trilyon dolarlık milli gelir düzeyi ile dünyanın 10. büyük ekonomisi olma hedefine bakalım. Dünya Bankası verilerine göre Türkiye’nin cari ABD doları cinsinden milli geliri 2003-2015 döneminde yıllık ortalama %7,5 hızıyla (bileşik) büyümüştür. Bu büyüme hızıyla gerçekleştirdiğimiz projeksiyona göre Türkiye’nin GSYH’si Cumhuriyet’in 100. yılında ancak 1 trilyon 276 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaşabilecektir. Öte yandan, yine Dünya Bankası verileri ile dünyanın 20 büyük ekonomisi için benzer şekilde gerçekleştirdiğimiz temel projeksiyonlar, 2015 yılında dünyanın 18. büyük ekonomisi olan Türkiye ekonomisinin, 2023 yılında gelindiğinde 2 basamak gerileyerek 20. sıraya ineceğini göstermektedir (Tablo 1). Projeksiyonlarımızda 2023 yılında 2 trilyon 355 milyar dolarlık GSYH ile dünyanın 10. büyük ekonomisi olacağı öngörülen Avustralya’nın üzerine çıkıp onuncu büyük ekonomi olabilmesi için Türkiye’nin yıllık ortalama %10 gibi yüksek bir hızla büyümesi gerekecektir. Dolar cinsinden böyle bir büyüme hızının gerçekleşebilmesi için, 2023’e kadar TL cinsinden söz gelimi ortalama %5 büyüme hızı sağlanıyorsa, Türk lirası da dolar karşısında nominal olarak kabaca ortalama %5 değer kazanmalıdır. TL’nin bu ölçüde değerlenmesinin ekonomide yol açacağı tahribat bir yana bırakılsa bile, küresel likidite genişlemesinin, yerini daralmaya bırakacağı bir dönemde bunun gerçekleşme olasılığının zaten çok da yüksek olmadığı açıktır. 2 trilyon dolara ulaşan milli gelir ve dünyanın 10. büyük ekonomisi hedefleri ne yazık ki hayal haline gelmiştir

İkinci olarak, kişi başına gelir için gerçekleştirdiğimiz projeksiyonlar da benzer sonuçlara işaret etmektedir. Türkiye’nin 2003 yılında 4 bin 587 dolar olan kişi başına geliri, yıllık ortalama %5,9 bileşik hızıyla artarak, 2015 yılında 9 bin 126 dolara yükselmiştir. Bugün çok iyimser büyüme hızını kullanarak yaptığımız temel projeksiyona göre, Türkiye’nin kişi başına GSYH’si 2023 yılında 14 bin 436 dolara çıkacaktır ki, hedeflenen 25 bin doların çok altında olduğu apaçıktır. Kişi başına milli gelir sıralamasına bakıldığında ise, Türkiye’nin dünyadaki yerinin 55. sıradan 54. sıraya yükseleceğini öngörebiliyoruz. 25 bin dolar kişi başına gelir hedefine ulaşılabilmesi için ise, kişi başına milli gelirin 2016-2023 döneminde yılda ortalama yüzde 13,4 bileşik hızıyla büyümesi, yani geçmiş büyüme performansını ikiye katlaması gerekecektir. Bunun da tam bir hayal olduğu açıktır.

Üçüncü olarak, 500 milyar dolarlık ihracat ve ithalat ve sıfır dış ticaret açığı hedeflerini irdeleyelim. 2002-2016 döneminde ihracat ve ithalat %10’nun biraz üzerinde, dış ticaret açığı ise biraz altında büyümüştür.

Grafik 1’de ihracat, ithalat ve dış ticaret açığının temel projeksiyonları verilmiştir. Buna göre, 2023 yılında ithalat 408, ihracat 298 ve dış ticaret açığı da 110 milyar dolara ulaşacaktır. Öte yandan, 2023 yılında hedeflenen 500 milyar dolarlık ihracat hedefine ulaşılabilmesi için, ihracatın 2017-2023 döneminde yıllık %20 hızıyla, yani geçmiş büyüme hızının iki katı bir hızla artması gerekmektedir ki, gerçekleşmesi mucize olur. Öyle görünüyor ki, Cumhuriyetin 100. yılında sıfır dış ticaret açığı ve 1 trilyon dolarlık dış ticaret hacmi hedefleri de hayale dönüşmüştür.

Son olarak, işsizlik hedefine bakalım. Grafik 2’den görüleceği üzere, işsizlik oranı 2003-2016 döneminde %9,2 ila %14 arasında dalgalanmış ve dönem ortalaması %10,7 olarak gerçekleşmiştir. 2009’da zirveye çıkan oran, 2012 sonrasında çok belirgin bir artış eğilimine girmiştir. Temel projeksiyon 2023 yılında işsizlik oranının %11’in biraz üzerinde olacağına işaret etmektedir. AKP iktidarının işsizlik konusundaki performansının net bir göstergesini veren bu resimden, işsizlik oranının 2023 yılında %5’e nasıl ineceğine ilişkin en ufak bir ipucu çıkarılması mümkün değildir. 2023’te %5 işsizlik hedefine ulaşılabilmesi için 2016’da %10,9 olan işsizlik oranının her yıl ortalama %11 oranında gerilemesi gerekecektir ki, böylesine olağanüstü yüksek bir performansın yakalanması olanaksızdır. %5 işsizlik oranı hedefi de ham bir hayal haline gelmiştir

Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında, 2010 yılı sonunda Cumhuriyet’in 100. yılı için ilan edilen milli gelir, kişi başına milli gelir, ihracat ve işsizlik oranı hedeflerine ulaşılması pek olanaklı görülmemektedir. Tutturulamayacağı belli olan bu hedeflerin gözden geçirilmesi ve Cumhuriyet’in 100. yılına yakışan, daha gerçekçi, ayağı yere basan ve daha alçak gönüllü hedefler saptanmalıdır. Gerçekçilik, büyük hedeflerin olmazsa olmazıdır. Aksi durumda hüsran kaçınılmazdır.

Şaşırtmayan Büyüme

TÜİK’in ilk tahminlerine göre, 2017’nin birinci çeyreğinde, GSYH geçen yılın aynı çeyreğine göre %5, önceki çeyreğe göre ise %1,4 hızıyla büyüdü. Beklentilerin oldukça üzerinde gelen ve ekonomi yönetimince yeniden %5 büyüme patikasına dönüşün ilk adımı olarak yorumlanan bu yüksek (!) büyüme hızı ne anlama geliyor? Sürdürülebilir mi?

Cevaplara geçmeden önce büyüme hızıyla ilgili önemli bir hususu hatırlamakta fayda var. TÜİK, 2016 yılının aralık ayında yeni milli gelir serilerini ve büyüme hızlarını açıklamıştı. 1998-2009 arasında yeni ve eski GSYH büyüme hızları arasında yöntemsel değişikliklerden kaynaklanan makul ve anlaşılabilir küçük farklar varken, 2010 sonrasında farkların olağanüstü yüksek oranlara ulaştığı görülüyordu. 2010-2015 döneminde yeni ve eski büyüme hızlarının ortalamaları arasındaki fark tam 2,1 puandır, yani yeni büyüme hızları ortalama olarak eskisinden %41 daha yüksektir. Bu yüksek büyüme hızlarının idari kayıtlara geçişten kaynaklanan bir köpük içerdiği açıktır. Büyüme analizlerinde bu husus gözden
kaçırılmamalıdır

İlk olarak, bu milli gelir tahminlerinin bazı iktisatçılar, analistler, köşe yazarları ve uluslararası kuruluşlar tarafından şaşkınlıkla karşılandığına dikkat çekelim. Şaşkınlığın gerisinde sanayi üretim endeksi başta olmak üzere birçok öncü göstergenin çok daha düşük bir milli gelir artışına işaret etmesi yatıyordu. Oysa, TÜİK’in milli gelir ve hasıla tahminlerinde aynı zamanda öncü gösterge işlevini de üstlenen kısa dönemli iş istatistiklerinin yerine artık Gelir İdaresi Başkanlığı ve SGK verilerini kullanmaya başladığını biliyoruz. Çok vahim sonuçlara yol açan bu sorunlu revizyon nedeniyle birçok öncü gösterge yeni milli gelir serileri ile uyumsuz hale gelmiş ve çöpe gitmişti. Zaten bu yüzdendir ki, TÜİK kısa dönemli iş istatistiklerini, resmi kayıt verilerini kullanarak yenileyeceği yönünde bir açıklama yapmış bulunuyor. Yerinde bir adım, ama eski milli gelir serileri ile büyük uyum gösterdiği halde yeni milli gelir serileri ile uyumsuz hale gelen toplam istihdam ve sektörel istihdamlar, enerji tüketimi, vb. pek çok serinin ne olacağı sorusu ortada duruyor.

İkinci olarak, sanayide %5,3, hizmetlerde %5,2 ve tarımda %3,2, inşaatta ise %3,7 büyüme hızlarının gerçekleştiği görülüyor. Geçen yılın ilk çeyreğindeki büyüme hızları ile karşılaştırıldığında sanayi, imalat sanayi ve inşaatta çok belirgin bir yavaşlama, buna karşılık tarım ve hizmetlerde ise hızlanma olduğu görülmektedir. Sanayi, imalat ve inşaat büyüme hızındaki gerilemeler sırasıyla 2,7 puan, 2,6 puan ve 1,7 puandır.

Üçüncü olarak, harcamalar açısından bakıldığında, devletin nihai tüketim harcamalarında (%9,4), mal ve hizmet ihracatında (%10,6) ve hanehalkı tüketim harcamasında yüksek artışlar (%5,1) gerçekleşirken, sabit sermaye yatırımlarında (%2,2) ve ithalatta (%0,8) çok küçük artışlar olduğu dikkat çekmektedir. Öte yandan, net ihracatın büyümeye katkısı uzunca bir süre sonra ilk kez pozitife dönüşmüştür ve GSYH büyüme hızının yarısına yakınını oluşturmaktadır.

Dördüncü olarak, sabit sermaye yatırımlarındaki gelişmeler her açıdan endişe vericidir. Sabit sermaye yatırımlarının artış hızı 2016’nın birinci çeyreğinde %6,6 iken, 2017’de %2,2’ye gerilemiştir. Bu cılız artışın kaynağı ise esas itibariyle inşaat yatırımlarıdır. İnşaat yatırımları geçen yılın ilk çeyreğine göre %10 oranında artarken, makine ve teçhizat yatırımları – %10,1 oranında gerilemiştir. Yeni yatırım serilerinde TÜİK ne yatırımların kamu-özel dağılımını ne de inşaat yatırımlarının konut-konut dışı dağılımını vermektedir. Bu nedenle, özellikle inşaat yatırımlarının ne kadarının kamuya ne kadarının özel sektöre ait olduğunu bilmiyoruz. Yeni milli gelir serisinde inşaat sektörü katma değerinin ve inşaat yatırımlarının çok abartılı olarak yukarıya doğru revize edilmiş olduğu ve 2017 ilk çeyreğinde de inşaat yatırımlarının gerçekte olduğundan daha yüksek tahmin edildiği görüşündeyiz. Buna rağmen, kıt kaynakları inşaata gömme eğiliminin ve inşaatla büyüme sevdasının devam etiğini ileri sürmek hiç de yanıltıcı olmayacaktır. Buna karşılık, makine-teçhizat yatırımlarındaki kan kaybı, artarak devam etmektedir ki, özel sektörün yeni kapasite yaratmaktan ısrarla kaçındığının açık göstergesidir.

Beşinci ve son olarak, milli gelir ve harcama bileşenlerinin zımni fiyat deflatörlerinde gözlemlediğimiz ilginç gelişmelere dikkat çekelim. Zımni fiyat deflatörlerini, nominal (cari fiyatlarla) GSYH ve harcama bileşenlerini, karşılık gelen hacim değerlerine bölerek elde ettiğimiz hemen belirtelim. 2017 yılının birinci çeyreğinde önceki yılın aynı dönemine göre nominal GSYH ve harcama bileşenlerinin artış oranlarını, hacim endekslerinin büyüme hızlarını ve zımni fiyat deflatörlerinin artış oranlarını Grafik 3’te verdik. Nominal büyüme hızı kabaca iki bileşenin katkılarına ayrıştırılabilir: hacim endeksinin artış oranı (reel büyüme hızı) ve zımni fiyat deflatörünün

artış oranı (zımni fiyat artış oranı). Örneğin; nominal (cari fiyatlarla) GSYH’deki %14,3 oranındaki artışın 8,9 puanı zımni fiyat deflatöründeki artıştan, 5 puanı ise reel büyümeden (hacim endeksindeki artıştan) kaynaklanmaktadır.

Birinci çeyrekte GSYH ve hanehalkının nihai tüketim harcamasındaki nominal artışlar makul düzeydedir; buna karşılık, nominal ihracat ve ithalat değerlerindeki artışlar çok yüksektir. Birinci çeyrekte, geçen yıla kıyasla cari fiyatlarla ihracatta %33,4, ithalatta ise %31,9 gibi çok yüksek oranlı artışlar kaydedilmiştir. Nominal ithalattaki artışın neredeyse tamamı (30,8 puan) zımni fiyat artışından kaynaklanmıştır ve ithalattaki reel artış sadece %0,8’dir. Buna karşılık ihracattaki reel artış %10,6, zımni fiyat artış oranı ise %20,7 olarak gerçekleşmiştir. Kuşkusuz, bu durum yüksek oranlı kur artışlarıyla yakından ilgilidir.

Öte yandan, devletin nihai tüketim harcamalarındaki %12,3 oranındaki nominal artışın sadece 2,6 puanının zımni fiyat artışından, 9,4 puanlık çok büyük bir kısmının ise hacim artışından (reel artış) kaynaklandığını belirtelim. Tüketici enflasyonunun %10’un üzerinde seyrettiği bir dönemde devletin satın aldığı nihai mal ve hizmetlerdeki zımni enflasyonun %2,6 ile sınırlı kalmış olması dikkat çekici ve açıklanmaya muhtaç bir gelişmedir.

Son olarak, vergi indirimleri ve ertelemeleri, kredi genişlemesine yönelik önlemler, istihdam artışı sağlamaya yönelik teşvikler ve devlet harcamalarındaki artışların kısa dönemde devam edeceği dikkate alındığında, ikinci çeyrekte daha hızlı (en az %6), üçüncü çeyrekte de baz etkisiyle daha da hızlı (en az %7) bir büyüme gelmesi hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Bütçe açığı, kamu borcu ve faiz giderlerindeki artışlar ve kredi genişlemesini sürdürmenin zorlukları, merkez bankasının ortalama fonlama maliyeti, mevduat ve kredi faiz oranlarındaki yükselme eğilimleri dikkate alındığında, son çeyrekte ve ondan sonrasında büyümenin nasıl gelişeceği meçhuldür. İlk çeyrek için açıklanan %5 oranındaki büyümenin (bunun 1-1,5 puanın milli gelir tahminlerinde bürokratik kayıtların kullanılmasından kaynaklanan bir köpük olduğu kabul edilse dahi), dördüncü çeyrek sonrasında sürdürülebilir olduğu kuşkuludur.

Sonuç Yerine

Referandum öncesinde başlatılan ve ekonomik canlanmada etkili olan genişlemeci maliye politikalarının daha ne kadar devam ettirilebileceği ve mal ve hizmet ihracatındaki artışın daha ne kadar süreceği kuşkusuz iki önemli belirleyici olacaktır. İlki, hükümet için kabul edilebilir bütçe açığının sınırının nerede başladığı ile ilgilidir ve tam bir bilinmezdir. İkincisi ise, bir ölçüde kurların nasıl gelişeceğine ve çok daha büyük ölçüde dünya ekonomisinde ve özellikle AB’deki canlanmanın kalıcı olup olmadığına bağlı olacaktır. AKP hükümeti 14 yıldır aynı neo-liberal büyüme anlayışını küçük değişikliklerle sürdürmeye çalışıyor. Dışa bağımlılıkları artarak devam eden ve giderek daha kırılgan hale gelen Türkiye ekonomisinin, 2012 sonrasında içine düştüğü durgunluk içinde enflasyondan çıkmaya başladığını ve yüksek büyüme patikasına geri döndüğünü ileri sürmek için ne yazık ki hiçbir neden yok. İnşaat yatırımlarına dayalı, üretken yatırımları ısrarla göz ardı eden ve günü kurtarmaya odaklı bu birikim modeli ile Türkiye ekonomisinin geçmişteki vasat performansı yakalama olanağı dahi yoktur.

 

 

1954 yılında Afyonkarahisar, Çakırköy’de doğdu. Burdur Lisesinde parasız yatılı öğrenci olarak okudu. Lise eğitimi boyunca TÜBİTAK bilim adamı yetiştirme bursunu aldı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ekonomi Bölümünden lisans (1979) ve yüksek lisans (1983), Gazi Üniversitesi İktisat Bölümü’nden doktora (1988) derecelerini aldı. 1980 yılında A.İ.T.İ.A. Ekonomi fakültesinde Kantitatif İktisat Kürsüsü’nde asistan olarak akademik kariyerine başladı. 2000-2001 döneminde Fulbright bursu ile Maryland Üniversitesi Tarım ve Doğal Kaynak Ekonomisi Bölümü’nde ziyaretçi araştırmacı olarak bulundu. 2001 yılında geçtiği Ege Üniversitesi’nde İktisat Bölüm Başkanı ve senatör olarak görev yaptı. Makro iktisat, büyüme-kalkınma, girdi-çıktı analizi, tarım ekonomisi ve uygulamalı iktisat alanlarında çok sayıda makale, araştırma, kitap ve çevirileri vardır. Radyo Ege Kampus’te ve Ege Üniversitesi Televizyonu’nda uzun yıllar Egenomi adlı haftalık ekonomi programını yaptı. İktisat ve Toplum Dergisi’nde Hal ve Gidiş köşesinde yazmaya devam etmektedir. Evli ve bir kız babasıdır.

Bir cevap yazın