Özgür Eğitim Olmadan
Türkiye ekonomisinde kriz tartışmaları sürdürülürken, toplumun sosyal dokusundaki aşınma ihmal ediliyor. Sıradan yurttaş otoyol, köprü peşinden giderken, hemen yanı başındaki çocuğunun aldığı eğitimin yerler de süründüğünü göremedi. Ya da kömür, patates yardımının peşinden koşarken çocuğunun aylardır işsiz gezmesini görmezlikten geldi. Ancak işsiz sayısı Şubat döneminde 4 milyon 730 bine dayanınca biraz uyanır gibi oldu. Üstelik bu işsizlerin yaklaşık 1 milyondan fazlası genç işsiz.
İşsizlik öyle bir duvara dayandı ki, artık eğitimli olmak istihdam edilmek için yeterli olmadığından, üniversiteye giren gençler eğitimden vazgeçiyor, üniversitede okumanın cazibesi kalmadığı için üniversite kontenjanları dolmuyor. Üniversite sayısı 206’ya ulaşmış iken, hükûmet yeni üniversitelerin açılmasına izin veriyor, rektörler atandıktan sonra kendilerini iktidardaki partiye bağımlı hissediyor, yetinmiyorlar bu duygularını kamuoyu ile paylaşarak kendilerine rant çıkarmaya çalışıyorlar. Yani özgür üniversite adeta rafa kaldırıldı.
Diğer yandan özel okul işletmeciliğinde başarılı, ancak eğitim politikaları konusunda değerleme dışında kalmış Milli Eğitim Bakanı, sürekli sistem değişikliğine gitmeye çalışırken, YÖK Başkanı, adeta bakanı yok sayıcı açıklamalar yapıyor. Sadece bu örnekler bile artık hükûmetin eğitimde ülke gerçeklerinden koptuğunu gösteriyor.
Bu ortamda üniversitelerde ciddi bir biçimde erozyona uğrayanların başında İktisadi ve İdari Bilimler Fakülteleri olurken, kaybeden bölümlerin başında da iktisat bölümü geliyor. İktisat bölümleri ister devlet ister vakıf üniversitesinde olsun kontenjanlarını dolduramıyorlar. Şu anda dekanlık yapan eski bir öğrencim bana durumu şöyle anlattı: “Hocam böyle giderse seneye bölümü kapatmayı önereceğim”. Sosyal bilimlerin kral koltuğunu dolduran felsefe bölümleri, İlahiyat Fakültelerine son yirmi yıl içinde yenilmişti, anlaşılan sıra iktisat bölümlerine geldi.
Nisan ayı sonunda Bingöl Üniversitesi İİBF’lerin içine düştüğü bu tabloya, bir çalıştay yaparak dikkat çekmeye çalıştı. Sağ olsunlar, bana da açılış konuşması yapan iki misafir öğretim üyesinden birisi olma şansını verdiler.
Bingöl’deki çalıştayda, bu yılın ilk beş ayında konferans verdiğim, panelist olduğum toplantılarda (yaklaşık bir yılda 15 farklı üniversiteye gittim, 20 toplantıya katıldım) gördüm ki, nasıl ekonomideki gerçekler apaçık ortaya çıktı ise, sosyal dokudaki aşınma da apaçık ortaya çıkmış. Daha da güzel olanı gençler (öğrencisi de, akademisyeni de) bunun farkında. Gençler özgür eğitim olmadan, şeffaf üniversite yönetimi olmadan sorunların çözülemeyeceğinin farkında. Gelinen bu noktadan çok memnunum. Belki biraz kendime övgü çıkarmış olacağım ama bu durumu daha önce görmüş ve 2017 yılı sonunda yayımladığım (2018 yılında ikinci baskısı yapılan) “Ekonomide Masallar Gerçekler” kitabımın ön sözünde şunları yazmıştım: “… Tüm bu olumsuzlukları üzerimizden atabileceğimize inanmaktayım. Çeşitli üniversitelerde verdiğim konferanslarda şunu gördüm; bu ülkenin muhafazakâr gençliği de, Atatürkçü gençliği de, sosyalist gençliği de özgürlük istiyor. Özellikle kadınlarımızın özgürlük çığlığı sürekli yükseliyor.” Kitabın sonuç bölümünde de şu saptamayı yapmıştım (kısaltarak veriyorum): 2002 sonrası “Kentin eski sahipleri sustular, korktular. Tüm değerleri yerlerde sürünürken sessizce izlediler. Çünkü azınlıkta idiler. Ancak bu baskı kendilerini boğacak hale gelince, kentliler ayaklandı. 2013 yılındaki “Taksim Direnişi”nin (daha sonraki adlandırma ile Gezi Olayları) altında bu süreç yatmakta. Kentin asıl sahipleri seslerini yükseltmişlerdir, üstelik artık yanlarında yeni kentliler, kente sahip çıkanlar da vardır. Kentin kültürü onları birleştirdi. Direniş, iktidar ve TBMM’deki muhalefet partilerine ciddi
dersler verdi. …. Aslında güç sahipleri direnişçilerin şu sözlerini dinleseler hepimizin içi umut dolacak: Karışma bana, karışma özgürlüğüme, karışma dinime, karışma özelime, karışma kamusal haklarıma. Bu sözleri haykıranların çoğu gençti, o tarihlerde gazete köşemde onlar için ‘teşekkürler gençler, teşekkürler bu ülkeyi gençlere emanet eden Mustafa Kemal ATATÜRK’ diye yazmıştım.”
Ahval böyle olunca, biz de bu sayımızda iktisat eğitimi özelinde İİBF dosyasını tartışmaya açtık. Katkı veren tüm akademisyenlere teşekkür ediyoruz.
Sevgiyle ve okuyarak kalın.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.