TARİHÇE
Osmanlı Devlet-i Fahimesi, Rus Çarlığı ile yaptığı Küçük Kaynarca (1774) Barış Antlaşmasında, toprak kaybetmemiş ama yönetim ve denetimindeki Hıristiyanların himayesini Ruslara bırakarak dağılma sürecine girmişti. Batılı güçler, “Doğu Sorunu” diye bilinen ‘Osmanlı Mirasını paylaşmak’ politikasında gecikmediler. Yükselen Almanya’dan müneccim isteyen Osmanlı’ya, İmparator Bismark kendi sarayından üç müneccim önermişti: Güçlü Ordu, Sağlam bir Hazine (maliye) ve Müspet İlim! Düyunu Umumiye ile yarı sömürge olan Devleti Aliyye (Çavdar), Nizam-ı Cedid, Vak’ayı Hayriye, Tanzimat ve Meşrutiyet girişimleriyle, mukadder çöküşü belki geciktirdi ama önleyemedi. Ortaylı’nın “En Uzun Yüzyılı”, aslında tam yüz elli yıl sürdü (Andersen 1774-1923).
Birinci Dünya Savaşı’nda son umut Almanya ile birlikte yenik düşen Devlet Ebed Osmanlı, Sevr planıyla bölüşüldü. Bu plan, yalnız Osmanlı’nın değil, Küçük Asya’daki bin yıllık tarihi Türk Varlığı’ nın da sonu olacaktı. Kuzey Anadolu’da Türklere bir yer verildiği söylemi gerçek değildi. Sevr Haritasında,“TÜRKEİ” olarak gösterilen bölge, İstanbul’daki kukla Halife’nin silahlı kuvvetlerinin yöneteceği bir Turkey olacaktı. ‘Barbar Türkler’ buraya sığmazlarsa, geldikleri Asya bozkırlarına serbestçe dönebilirdi…
Osmanlı tükenmişti, çaresizdi; kayıtsız şartsız teslim oldu (1920).
1.CUMHURİYET DEVRİMİ
Milli Mücadele’yi örgütleyen ve yöneten Mustafa Kemal, Batılı müttefiklerin niyetlerini ve hedeflerini öğrenmişti; Amasya Genelgesi’nde, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde tespit ve Osmanlı Mebuslar Meclisi’nce kabul edilen Misak-ı Milli’de “Tam Bağımsızlık ve İstiklal” yeminleri yer alıyordu.
İstiklal Savaşı
Sivas Kongresi’ndeki özenli ve Batılı giyimini sorgulayan Alman gazeteciye, Mustafa Kemal, “Giyimimde çelişki yok, sömürgecinin anladığı en iyi dildir, çağdaşlığa değil, emperyalizme karşı savaştığım mesajını veriyorum.”
Mustafa Kemal (Sivas, 1919) Sivas ‘tan Diemen’s varışında, İstanbul’daki Misak-ı Milli karşıtı gösterileri, “Bireyler düşünmezse, kitleler her yöne güdülebilir,” diye yorumlayan lider, sömürgecilerle kader birliği yapan Hilafet’e karşı, istiklal ve bağımsızlık bilincini nasıl yaratacaktı? Namık Kemal ve Tevfik Fikret gibi şairler bu boşluğu görmüşler ama dolduramamışlardı. Dr. Abdullah Cevdet, İçtihat dergisinde, hayal ettiği “Cumhuriyet” rüyasını yazabilmişti ancak. Osmanlı aydını Süleyman Nazif, aynı İçtihat dergisinde, Türkçü Ahmet Ağaoğlu ile giriştiği bir tartışmada, “Önce Müslüman, sonra Osmanlı, en sonra Türk olduğunu açıklıyor; kızkardeşimi Müslüman olmayan bir Türk’e vermem de Türk olmayan bir Müslüman’a veririm,” yollu övünüyordu. Şair-i Âzam (!) Abdülhak Hamit şöyle arka çıkmıştı Süleyman Nazif’in İslamcı dünya görüşüne (1916):
Hemen anlar halkımız
Milliyetin diyanet olduğunu
Siyaset olduğunu Şeriat’ta
Hilafetteki İslam Birliğini.
Kazanlı Yusuf Akçura, Kahire’de basılan Üç Tarzı Siyaset denemesinde (1905), “Türk Kültürü politikasından başka izlenecek yol kalmadığını savunmuş; ama, Sarayı ve Halife Sultan’ı ikna edememişti. Osmanlı düşüncesinda, “Türk ve Türklük” kavramları bulunmadığını söyleyen Ziya Gökalp, kişisel kimliğini/dünya görüşünü,“Türk Harsından, İslam Dininden, Batı Medeniyeti’ ndenim” diye sıralamış, ama diyalektik bir senteze varamamıştı.
Ankara’daki ilk Meclis’in açılış töreninde (1920) dikkatleri çekmeyen “Hakimiyet-i Milliye” (Ulusal Egemenlik) posterleri, Frenkçe “Res-publica” (Cumhuriyet) kavramının Osmanlıcasıydı. Reis Mustafa Kemal gönlünden geçen devrimi kurulan Meclis’ten gizlememişti..
İnkılap mı, İhtilal mi?
İstiklal Savaşı kazanıldıktan sonra sıra elbet Halk Eğitimi’ne gelecekti.
Mustafa Kemal, Sakarya Savaşı sırasında Ankara’daki Muallimlere “Savaş ertesi için planlar yapma görevini vermişti (1921). Mustafa Kemal’in zihninde Eğitim Seferberliği vardı (Kocatürk):
1922 Hanımlar, ailenizin ve milletin öğretmeni olacaksınız.
1922 Asıl savaş şimdi eğitimle başlıyor.
1924 Tevhid-i Tedrisat, Medrese-Okul ikilemine son verecek.
1924 Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.
1924 Cumhuriyet fikren, ilmen, bedenen güçlü koruyucular ister.
1928 Halkımız artık Türk alfabesiyle okuyup yazacaktır.
1933 Seçen ve seçilen Türk kadınları şimdi yurttaş olacaklar.
Mustafa Kemal, çağdaşlık için eğitime inanıyor ama Yeni Çağlar’ın filozofları bu konuda neler diyordu acaba? Çağdaşlaşmanın yolu eğitimden mi geçiyordu? Eğitimle yeni bir toplum / kültür ve insan yaratmak mümkün müydü?
- TABLO 1. YAKIN ÇAĞ FELSEFESİNDEN GÖRÜŞLER
- J. Locke 1700: İnsan –doğmakla değil– eğitimle insan olur !
- A. Pope 1733: Eğitim, topluma ortak bir akıl verebilir.
- Helvetius 1748: Din-min yok, her şey eğitim.
- D’Holbach 1770: İnsan-kültür-insan döngüsü eğitimle aşılır.
- Hegel 1837: Geist (akıl / ruh / hayalet) yönlendiriyor Tarihi.
- Marx 1859: Toplum Tarihini Üretim ilişkileri yönlendiriyor.
- Nietzsche 1870:Tanrı öldü, insanı yaratmak insana kaldı.
- Tylor 1871: İnsan-Kültür ilişkisi toplum ve eğitimle kurulur.
Kaynak: Güvenç 2010.
Mustafa Kemal’in bu filozofları okuyup okumadığı pek belli değil. Ancak H.C. Wells’in (1920) ünlü Dünya Tarihi’nin Fransızcaya çevirisini incelediği biliniyor. İnsan türü eşit doğuyor, eğitimle değişip gelişiyorsa, insan ve toplum, eğitimle “Muasır Medeniyet” düzeyine erişebilirdi. Lider Mustafa Kemal (!925) “İnkılaplarımızın hedefi öz ve biçimde çağdaşlıktır!” sözüyle ülküsünü dile getiriyordu. İngiltere Büyükelçisi Lindsay, 1925 yılında Bakan Chamberlain’a gönderdiği raporda: “Dikkat! Bu, bir Devrimdir. Türkler tepeden tırnağa her şeyi değiştirecekler!” uyarısında bulunmuştu. (Bilal Şimşir)
Devrim’in gizlisi saklısı yoktu. İslam ve Batı hukukunu tanıyan Ostrorog, “Hukuku tümden değiştiren ‘Angora Reformu’ (1927) en büyük devrimdir.” Diyecekti..
Yıllar sonra Medeni Kanun (1926) tasarısını hazırlayan Mahmut Esat Bozkurt (1972), ilk Türkçülerden Azeri asıllı Ahmet Ağaoğlu (1942), ve Siyasal bilimci Suna Kili (1981) Atatürk İnkılaplarının doğru anlamıyla bir “Kültür Devrimi” olduğu görüşünde buluştular. Devrim’in Türk ve Türklük kavramları, Cumhuriyet’in kendisi kadar yeni ve cesur atılımlardı. Osmanlı ve Türk tarihini inceleyen Batılı tarihçiler, Mustafa Kemal’i bir Devlet Kurucusu olarak överler. Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura son yıllarında ‘Devlet varlığının temelinde millet vardır, ya da olmalıdır’ görüşünde uzlaşmış görünürler. Türk Milleti konusunda tarihçilerin görüşleri farklıdır:
Peyami Safa (1935), Osmanlı töresinde Türk yoktu ki uyusun;
Bernard Lewis (1962), Türk milleti uyanmadı, yaratıldı;
Paul Dumont (1983) Mustafa Kemal, Türk Milletini inşa etti;
Turgut Özakman (2010), Türk millet yaratılmadı, dirildi.
Siyasal bilimci Prof. Kemal Karpat (1970), kültür, din ve medeniyet kavramlarını yan yana sıralayan “Ziya Gökalp’i diyalektik bir senteze varamadığı” için eleştirmekte son derece haklıydı.
Devrimci bir Mustafa Kemal çıkagelmiş, “Efendiler, bunun adı ‘Cumhuriyet’tir” demişti. Yasaları, eğitimi, kurumları değiştirmek görece kolaydı; ama, tortuları temizlemek, inançları değiştirmek zor zanaattı. Cumhuriyetin özlemini duyduğu çağdaş İnsanı yaratmak görevi ve onuru efsane eğitimci Hasan-Âli Yücel’e nasip oldu.
Cumhuriyet Devrimi
Bir kültür devrimi olan Cumhuriyet, bütün devrimler gibi karşıtını yaratmaktan kaçınamadı, kaçınamazdı. Tarih boyunca, nerede devrim olmuş ya da yapılmışsa, daima karşıtını yaratmıştı. Diyalektiğin değişmeyen kuralı böyleydi. İngiliz, Amerikan, Fransız, Meksika, Rus, İspanyol, Çin, İran devrimleri karşı devrimlerini yaratmışlar ve onlarla bir iç savaşla hesaplaşmak zorunda kalmışlardı. Tabii her genel kural veya deyimde olduğu gibi devrim tarihinin de istisnaları olmuştu.
Japonlar, Meiji Devrimi’ni ‘Restoration’ (Onarım) olarak gördü; devrimci Stalin, karşı devrime aman vermedi, devrim karşıtlarını birer birer veye toptan temizledi ama savaşla kurulan Sovyetler Birliği’nin kansız dağılmasını önleyemedi. Küba devrimi karşıtını yarattı ama Castro iç çatışmayı önledi. Barışçı Türk Devrimi, halen Laik Cumhuriyet’le çatışmayı ve bölünmeyi önlemeye çalışıyor.
İsmet İnönü Lozan Barış konferansına giderken, Mustafa Kemal’i Etlik’te sıygaya çeken yakın silah arkadaşları ve Rauf Bey, Meclis’in (belki kendilerinin) Cumhuriyet’ten kaygılı olduklarını dile getirmiş ve Meclis Başkanı’ndan bu kaygıyı gidermesini istemişlerdi. Mustafa Kemal talebi kabul etmiş, ertesi günü Meclisi yatıştırmıştı: “Cumhuriyet, yüce Meclisinizin kararı ile ilan edilebilir.” Bu demokratik tutum bile karşı devrimi önleyemedi.
Türk Devrimi’nin özgünlüğü, biçimsel de olsa, halk iradesine saygılı kalmış olmasıydı. Bitti gitti denen, Cumhuriyet Devrimi, dimdik ayakta duruyor ve yarattığı Karşı Devrim’i, çoğulcu demokratik yöntem ve önlemlerle sürdürmeye çalışıyor.
2.DEMOKRATİK KARŞI DEVRİM
Devrim ve Karşı Devrim
Etlik sırtlarında 1922’de dile getirilen “karşı devrim” tepkisi dinmedi, sinmedi, sadece gizlendi ve beslenerek güçlendi; “Türk Demokrasi Hareketi” “YETER” sloganı ile açığa vuruldu (1945 ).
Gerçi Üniversitelerin özerkliği yasası yürürlükteydi ama milliyetçi gençlerin baskısıyla DTCF’de, araştırmacı birkaç “solcu” hocanın derslerine son verildi. Köy Enstitülerini kuran Milli Eğitim Bakanı Yücel ile Tonguç ve yardımcıları “komünist” olmakla suçlandı. 1945 baskın seçiminde umduğu desteği bulamayan CHP, Toprak Reformu ve Köy Enstitüleri konusunda ödünler verdi ama 1950 seçiminde) açık ara yenilgiden kurtulamadı .
Edebiyat Profesörü A. H. Tanpınar, Huzur romanında, şair Yahya Kemal’i yedeğine alarak, “Kültür Devrimi” nin kapsamlı bir eleştirisini yaptı. Devrim kaçınılmazdı ama Cumhuriyet yönetiminin ciddi eksikleri ve yanlışları vardı. Şair Nâzım Hikmet kaçıp kurtulmuş; yazar Sabahattin Ali kaçar veya kaçırılırken Trakya sınırında ölü bulunmuştu.
Yazar, çözümü bilemiyordu; bilseydi, Yunus gibi meydana çıkar, “Buldum” diye haykırırdı (1950).
1930’larda sosyalist İnsan dergisini yayımlayan Sosyoloji-Felsefe Profesörü Hilmi Ziya Ülken Hoca, DTCF’deki ideolojik ve politik tasfiyelerden korkmuş olmalıydı; Tarihi Maddeciliğe (Komünizme) Reddiye (1950) denemesinde, sonradan pişmanlık duyacağı “Diyalektik Mantığın yanlışlığı” tezini savundu. Oysa, Diyalektik mantık komünizmin tekelinde değildi.
Büyük Doğu’lu Necip Fazıl ile Fatih Harbiye romanının yazarı Peyami Safa, Babıâli’de, Demokrat Parti iktidarının güçlü ikizleri oldular. Türk İnkılabına Bakışlar (1935) eserinde, zamanın ruhuna uyarak Cumhuriyet Devrimi’ni desteklediğini saklamayan Peyami Safa, kendine ve tarihi bazı gerçeklere gerçeklere saygılıydı. Türk Düşüncesi dergisinde savunduğu görüşlerini Doğu-Batı Sentezi’nde (1962) şöyle özetlemişti:
“Demokrasi, halkın karşı devrimi’ dir!”
Bu doğru tanı, ‘devri sabık” yaratmayacağız vaadiyle gelen Başbakan Adnan Menderes’i yanıltmışı; DP Meclis Grubunda nde Hükümeti istifaya zorlayan toplu ayaklanmayı,“Sizler, isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz” manevrası ile bastırdı; “Sabık” olmaktan kurtuldu, “sakıt” Başbakan oldu.
Laik Cumhuriyete Karşı Demokratik Devrim?
Türk Demokrasi Hareketi ve DP geleneğini sürdüren iktidar partileri, varlık gerekçelerini, devrimci CHP’ye değil, Cumhuriyet’e karşı algıladılar. Çağdaş Demokrasiyi, Cumhuriyete karşı yorumladılar. Oysa demokrasi, Cumhuriyet Devrimi’nin tarşıtı değil, ileriye yönelik bir aşamasıydı ya da olmalıydı.
Yeri burası değil ama Darbelerin meşruiyeti yanılgısına değinmek gerekir. Mustafa Kemal, Silahlı Kuvvetlere, “Cumhuriyeti savunmak ve korumak görevi” vermişti – yönetmek değil! ABD’de “İş yapmanın doğru, yanlış ve bir de askerce yöntemi vardır,” derler. Milli Birlikçiler, 147 akademisyeni üniversiteden attılar: Çok çalıştığı, bilim yaptığı ya da yapmadığı gerekçeleriyle (Koçaş). Yanlış düzeltildi ama kapısı açık kaldı. Peyami Safa’nın “Karşı Devrim” bayrağını, 1960’larda Muallimler Cemiyeti taşıdı. Cumhuriyete Karşı Devrimi, 1970’lerde Aydınlar Ocağı sahiplendi. Ocağın, Türkiye’nin Meseleleri Görüşü (Ergin), 12 Mart’a yetişmedi ama 12 Eylül Cuntası’nın“El Kitabı”, DPT’nin Milli Kültür Planı (1983), yürürlükteki Türk-İslam Sentezi’nin ruhsatlı kaynağı oldu (Güvenç ve Ark). Sentez’in hukuk danışmanı ve yürütücüsü olan Ord. Prof. Sulhi Dönmezer, “Zamanın Ruhu” söylemine sığınarak kısaca, “Öyle gerekiyordu” dedi.
Karşı Devrimin politik hedefi, laik Cumhuriyet ve laik eğitimdi. 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat [ Öğretimin Birliği] Kanunu ile 1973 tarihli Temel Eğitim Kanunu yerine bugün, ‘’Diyanet Vakfı”nın, Batı rayihalı, 444 rötuşlu, 1996 modeli –ve Laikliğe- Alternatif Perspektif uygulaması sürüyor.
Laik Cumhuriyete karşı iç ve dış güçlerin desteği ile Refah Partisi yerel ve belde seçimlerini kazanınca, Türkiye İran mı oluyor? telaşı yaşandı (1994). Ancak, Batı karşıtı Erbakan Hoca, Türk İslam Cumhuriyeti ne zaman? sorusunu, dürüstçe, “Kanlı mı Kansz mı” yanıtını verince, ‘Post Modern’ (1998) bir darbeyle, iktidardan düşürüldü. Özel görevli Kemal Derviş, koalisyon hükümetini seçime ikna etti (2001§), AK Parti’nin kısmeti açıldı Elhamdülllah Müslüman Ocağı’ndan ABD ruhsatlı Milli görüşçüleri, modern zamanların Halife adayı Gülen Hoca’nın gözetim ve denetimi altında AKP iktidara geldi (2002). Büyük Ortadoğu (ılımlı İslam) Projesinin eş-başkanı oldu. Üst üste seçimler kazandı. Türk Lirası’nın değersiz sıfırlarını atıp öyle güçlendi ki, Erbakan Hoca’yı deviren laik komutanları, ithal malı senaryolarla ve hukuka da müdahale ederek, ömür boyu hapse mahkûm ettirdi, Orduyu kışlasına kapattı. Yılların PKK ve bölünme tehdidini, demokratik bir barış süreci vaadiyle, ilk yirmiye girdi, Cumhuriyet’in Yüzüncü Yılında, ‘İlk On’a girmeye hazırlanırken, beklenmeyenler oldu, her şey birden ters gitmeye başladı.
Cumhuriyetimiz, komşularla ‘sıfır sorun’ politikasında sıfır çekti, Irak’ta seyirci, Suriye politikasında yalnız kaldı. Kürtler ve Alevilerle, Demokratik barış süreci durdu. Ülke olarak umut bağlanan İstanbul 2020 oylamasında, Batı Bloku, hizmet yılları dolmuş görünen AK Parti’yi kurtarma sorumluluğunu üstlenmedi. Yabancı ortakların balayı sona erdi. .
“Müslüman Kardeşler” Gerçeği
Yaşadığımız son gelişmelerde Müslüman Kardeşler gerçeği veya daha da temelde, Demokrasi ve İslam çelişkisi yatıyor gibiydi. Tanrı buyruğu İslam Şeriatı, “Hakimiyet-i milliye” (milli egemenlik) Respublica (Cumhuriyet) veya onun ileri bir aşaması olan demo-krasi (Orta sınıf) ideolojisiyle uzlaşabilir mi? “İslam Cumhuriyeti” olarak bilinen devletlerde yetkinin nihai kaynağı, halk değil, imam ya da mollalar idi. Cenabı Allah rahimdi ama şirk (ortak) koşulmayı asla bağışlamıyordu. Müslüman Ümmeti dışında hiçbir gücü, kurumu, gerçek veya tüzel kişiyi tanımıyordu. İslam dünyasında egemenlik Allah’a aitti. Sorunu inceleyen siyasi tarihçilerin ve ilahiyatçıların ortak yargısı bu yönde görünüyordu.
Kural’ın tek istisnası Türkiye Cumhuriyeti olmuştu. Ortadoğu, Osmanlı ve Türkiye tarihçisi Bernard Lewis (1994), başarı vaat eden tek örnek olarak gördüğü laik Türk Demokrasisi’nin geleceğinden kaygı duyduğunu açıklamıştı. Haksız değildi. Yıllar önce ‘demokrasi’nin amaç mı araç mı olduğunu?” sorgulayan Başkan Erdoğan, bugün “Kahrolsun Demokrasi” diye haykıran sopalı yandaşlarını denetlemekte zorlanıyordu.
Müslüman Kardeş Mursi’yi göreve getiren askeri darbeye sesini çıkarmayan AKP iktidarı, Müslüman Kardeş Mursi’yi görevden alan darbeci askerlere, demokrasi adına, ateş püskürüyordu.
Temel çelişki açıkça ifade edilmiştir: “İnsan, ya Müslüman olur ya laik! Müslüman laik, Laikler de Müslüman olamaz !” Fay hattı asla kapanmaz, Bu konuda ödün verilemez. İslam’la demokrasi bağdaşamaz.
Cemaat Lideri Gülen’in stratejisine uyarak, devlet varlığını adım adım içerden fetheden AKP, Sultanlığa değilse bile, Halife Adaylığına yükselince, Cemaat ile çatıştı. Güvenlik örgütlerini ve Medya’yı ele geçirip Gülen’i saf dışı bıraktı. Gençler, Taksim Gezisi’nde, “Yıkacağım, yapacağım” diye övünen ‘Tek Adam’ın, sınır ve yasa tanımayan dokunulmazlığına son verdiler. On yılda inşa edilen imaj on günde eridi. Hayaller suya düştü. Mağrur öfkesinin yıkıntıları altında tek başına kalan Başbakan, yalnızları oynuyor. Barış’tan değil Savaş’tan medet umuyor. Akıllı rakipler ve dostlar, ağız birliğiyle, Türkiye ile sorunumuz yok, diyorlar.
Sayın Başbakan hatırladığı “Demokrasi için ölürüm,” diyor. “Ölmek, öldürmek kolaydır, marifet yaşamak ve yaşatmaktır” demişti, devrimci bir genç şair (1920’lerde.)
“Her yer Taksim, her yer Direniş” posterleri ile forumlarından “Kimse ölmesin, gelin, barış içinde kardeşçe yaşayalım” sesleri yükseliyor. Barışçı çözüm seçim sandığında; ekonomik koşullar seçmenden önce davranabilir. Yakıtsız kalan refah araçları parka çekilirse, iktidar ayakta kalabilir mi?
Dünya’daki Yerimiz
Adını sanını duymadğımız “Legatum Enstitüsü”nün 2012 Başarı ve Huzur Göstergeleri’ne göre:
Kamu yönetimi (46), Girişimcilik (53) ve Sağlıkta (58) ile ÜST ORTA; Ekonomi (74), Eğitim (91), Emniyet ve Güvenlikte (93) ile ALT ORTA; Kişisel Özgürlükler (127) ve Beşeri Sermayede (133) ile EN ALT gruplarda yer alıyoruz. Çok yakındığımız kamu yönetimi, girişimcilik-eşitlik ve sağlık göstergeleri ile ÜST ORTA’da; tartışmalı ekonomi, eğitim ve güvenlikte ALT ORTA’da; özgürlükler alanı ile beşeri sermayede ise EN ALT gruptayız. Buna karşılık, Doğu Avrupa, Orta ve Kuzey Asya ve Peru dışındaki Güney Amerika ile Suudi Arabistan’ın ÜST ORTA grupta yer alması ulusal verilerin güvenirliği, ağırlıklı işlemlerin nesnelliği açısından düşündürücüdür.
On yılda buraya nasıl düştük? (Bkz. Turhan Selçuk 1921-2009 Seçkisi).
(Bu karikatür Türk Kimliği’nden alınabilir HA Yücel’in fotosu gibi.)
3.CUMHURİYET’ IN YAKIN GELECEĞİ
Tam Bağımsızlık ve İstiklal
Yurtta barış Dünyada barış
“Ne Mutlu Türküm!” dersek:
Savunma-Koruma görevimizi yaparsak
Cumhuriyetimiz elbet yaşayacaktır !…
Yurdumuzun üretici kurumları ve kaleleri: Küre-markalı,
AB-takılı, mahalle-baskılı, medya-havalı, “Demokrasi
yaftalı”, popülist politikalarla, haraç mezat satılıyor.
Tüketime bağımlı ”bir refah” sınıfı yaratılıyor.
Durum ciddidir; ama, henüz umutsuz değildir:
Devrim-Karşı devrim çatışması sürecektir, sürmeledir.
Turgut Özakman’ın “Cumhuriyet Destanı” uzun derseniz…
Atatürk’ün Gençliğe Seslenişi her gün okunmalıdır.
Atatürk bunalımı görmüş çözümünü göstermiştir.
Seçilmiş Kaynaklar ve Yayınlar
Akçura, Y. Üç Tarzı Siyaset. Gazete Türk (Kahire) 1905
Anderson, M.S. Doğu Sorunu 1774-1923 YKY 2001
Aydemir, Ş. S. Tek Adam, İkinci Adam, Menderes. Remzi
Aydınlar O. Türkiye’nin Meseleleri A.O. 1973
Boyut, La Turquie Kamaliste 2010
Bozkurt, M. E. Ataürk İhtilali 1967
Çavdar, T. Osmanlı’nın Yarı Sömürge Oluşu. İst. 1970
Diderot, Fransız Devrimi. YKY 1996
Diyanet Vakfı. TES Alternatif Perspektif. TDV. 1004
DPT, Milli Kültür Planı Raporu DPT 1983
Dumont, P. Mimar M. Kemal 1983
Ergin, M. Aydınlar Ocağının Türkiye Görüşü. A.O. 1975
Gökalp, Z. Türkçülüğün Esasları 1924
Gültepe, N, Osmanlı Türk müydü? İleri 2013
Güvenç, B. Türk Kimliği. Boyut 2010 (Remzi 1993)
Güvenç ve Ark., Türk İslam Sentezi Dosyası. Sarmal 1992
Güvenç, B. Kümtürün ABC’si, YKY 2007
Kemal, M. Nutuk (1919-1927) TTK 1928
Kili, S. Atatürk Devrimi. Türkiye İş Bankası 2011(1981)
Kocahasanoğlu, O. Selim. Atatürk–Karabekir Kavgası. 2011
Kocatürk, U. Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri. AYK-AAM 1999
Koçaş, S. Atatürk’ten 12 Marta, Anılar-Acılar. May 1977
Lewis, B. Modern Türkiye. TTK 1984 (1961)
Lewis, B. “The Only Muslim Democracy?” MEQ 1994
Lewis, B. “Bir Ortadoğu Tarihçisinin Yüzyıla Bakışı” (İngilizce 2012)
Ortaylı, İ. Osmanlı’nın En Uzun Yüzyıl. Boyut 2006 (1986)
Özakman, T. Cumhuriyet Bilgi 2010
Peyami Safa, Doğu-Batı Sentezi. Dergah 1962
Sayılı, A. En Hakiki Mürşit İlimdir. Gündoğan 1989
Şimşir, B. İngiliz Belgeleriyle TürkiyiDe Kürt Sorunu 1975.
Tylor, E.B, Kültür Kavramı, 1871 (Bz. Güvenç 2010)
Uyar, H.E. “Herriot’da Çağdaş Türkiye, ” Boyut 2010.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.