Marx ve “Özgürlük Yanılsaması” – Hüseyin Özel


Eğer iktisat, yanlış olan gerçekliği yansıtmakla yetiniyorsa kendisi de yanlış olacaktır.

“İnsan özgür doğar; ama her yerde zincirlenmiştir. Başkaları üzerinde efendilik taslayan kişi aslında onlardan daha fazla köle olmayı sürdürür. Bu değişme nasıl ortaya çıkar? Bilmiyorum…” Rousseau, Sosyal Sözleşme1

Metin Sarfati, İktisat ve Toplum Dergisi’nin Temmuz 2021 sayısındaki ufuk açan önemli yazısında,2 iktisadın benimsediği insan modelinin, “özgür iradeden” yoksun olduğunu ikna edici bir biçimde ortaya koyuyor. Ancak bununla da kalmayan Sarfati, bir ölçüde Spinoza’nın görüşlerinden hareketle, özgür irade kavramının, giderek de insan özgürlüğü kavramının kendisinin de bir yanılsama olduğu düşüncesini benimser görünüyor. Sarfati’nin iktisat konusundaki görüşlerine olmasa da, özgürlük sorunsalının kendisine ilişkin görüşlerine iki noktada karşı çıkılabilir. İlk olarak, özgür iradenin varlığı konusunda kuşkulu olan, Spinoza ile Hegel gibi düşünürlerin insanın özgürlüğünden çok, “mutlak” olanı (Spinoza’da Tanrı, Hegel’de “Ruh”) “özne” olarak gören, bu yüzden de bu “öznenin”, deyim yerindeyse “özgürlüğü”nü (“kendi kendisini gerçekleştirme” anlamında), sorun edinen bir varlık felsefesini benimsediklerini söylemek yanlış olmaz. Bu durumda, insanı gerçek “özne” olarak gören, bu yüzden de insan özgürlüğünü temel alan örneğin Kant, hatta Marx gibi düşünürlerin, özellikle varlık felsefesi konusundaki görüşleri tartışılmadan, özgürlüğün bir “yanılsama” olduğu düşüncesini savunmak pek kolay olmayacaktır. İkinci olarak, Sarfati’nin görüşleri, eğer doğru anladıysam, özgürlüğün, yine deyim yerindeyse mutlak bir “ide” olduğunu ya da statik bir “durum” olduğunu (kaba bir deyişle, “ya vardır ya da yoktur”) varsayıyor; dolayısıyla da Rousseau’nun yukarıdaki sözlerinin gösterdiği gibi, özgürlüğün “yitirilmesi” ve/ veya “yeniden kazanılması” gibi daha “dinamik” diyebileceğimiz bir kavrayışı dikkate almıyor görünmektedir. Böyle, “statik” bir kavrayışın, özellikle özgürlüğün, “pozitif ” anlamda, bir “insan olanağı”nın3 gerçekleştirilme “serüveni” olarak, kişinin kendisini, olanaklarını gerçekleştirmesi süreci olarak kavranmasının önünde büyük bir engel olduğu görülebilir. Bu durumda, örneğin, Sartre’ın “insan, özgürlüğe mahkumdur”4 sözünün gösterdiği gibi, özgürlüğün bir olanak, dolayısıyla da bir “hedef ” olarak, hatta Marx’ın, Rousseau’nun sorusuna bir yanıt olarak görülebilecek olan “yabancılaşma” kuramında olduğu gibi, “yitirilen” ve “geri kazanılması” gereken bir insan özelliği olarak kavranması türünden bir yaklaşımın önü kapatılıyor görünmektedir. Bu yüzden, hem insan özgürlüğünü temel alan hem de özgürlüğü bir “insan olanağı” olarak gören bir anlayış, özellikle iktisadın özgürlük düşüncesinin değerlendirilmesi bakımından, bana daha önemli görünüyor. Bu yüzden toptan bir biçimde insan özgürlüğünü tümüyle yadsımak, en azından benim kabul edebileceğim bir bakış açısı değil.

Sayı: İktisat ve Toplum Dergisi 130
Sayfa Aralığı: 90-116

Bu makalenin tamamını okumak için satın almalısınız.

Hacettepe Üniversitesi'nde öğretim üyesidir. İlgi alanları arasında, iktisadi düşünce tarihi, politik iktisat, iktisatta yöntem ve sosyal teori bulunmaktadır. Piyasa Ütopyası (BilgeSu, 2009) adlı kitabın yazarıdır.

Bir cevap yazın