Direnci Kalkınmanın Merkezine Yerleştirmek – Helen Clark (İTD 19-20)


Dünya nüfusu, bir bütün olarak ele alındığında, bugün hiç olmadığı kadar sağlıklı, zengin ve iyi eğitimlidir. Yine de, bu inanılmaz ilerlemeye rağmen, kaygı verici gerçeklikler varlığını inatla sürdürmektedir.

Ekonomilerin hızla büyüdüğü yerlerde dahi, pek çok insan aşırı yoksulluk içinde yaşamaya devam etmektedir. Dünya nüfusunun yüzde yirmiden fazlası, hassas ve oldukça savunmasız olarak görülen ülkelerde yaşamaktadır. Küresel ekonomik ve mali sistemler, hala istikrarsız durumdadır. Silahlı şiddet ve organize suç ağları, pek çok ülkede insanlığın güvenliği açısından giderek artan bir tehdit oluşturmaktadır. Kadınlar, halen gerçek bir güçlenmenin önündeki ciddi engellerle karşı karşıyadır. Gezegenimiz, sınırlarının sonuna yaklaşmaktadır.

Bugün yedi milyar olan dünya nüfusunun 2040 yılında yaklaşık dokuz milyara yükselmesi öngörüldüğünden, ve mevcut tüketim ve üretim anlayışı devam ettiği takdirde, gezegenimiz ve kaynakları üzerindeki bu baskı kuşkusuz artacaktır.

Siyasal, toplumsal, ekonomik ve teknolojik araçlarımızın yanı sıra politikalarımızın da, bu zorlukların üzerine gitmek üzere bir an önce güçlendirilmesi gereklidir ve bu çabanın tam merkezinde, direncin inşası yer almalıdır.

Direnç Kavramı

Direnç, bir sistemin, ne kadar beklenti dahilinde ya da ne kadar şaşırtıcı olursa olsun, dışsal şokların üstesinden gelebilme yeterliğini ifade eder.

UNDP’ye (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) göre, direncin sağlanması, bireylerin, onların içinde yer aldığı toplulukların ve kurumların içsel ya da dışsal, doğal ya da insan yapısı, ekonomik, sağlıkla ilgili, siyasal ya da toplumsal her türlü şoku önleme, bu şokların etkilerini hafifletme ve bu şoklardan ders çıkarma gücünü geliştiren, dönüştürücü bir süreçtir.

2000 yılında, kasırganın yol açtığı bir sel baskını Mozambik’i vurarak geride 800 ölü ve yarım milyon evsiz bırakmış, bir milyondan fazla insanı geçim kaynaklarından kopararak toplamda 4,5 milyon insanı etkilemiştir.

Benzer büyüklükteki sellerin Mozambik’i yeniden vurduğu 2007 yılına gidelim. Daha önceki 800 ölü ile kıyaslandığında, bu kez ölü sayısı 29’du ve bir milyon kişi ile kıyaslandığında, yerlerinden olan insan sayısı 70.000’di. Mozambik ikinci kez vurulduğunda, toplum çok daha hazırlıklıydı, afet riski daha kapsamlı bir biçimde ele alındı ve hükümet, liderlik yaparak açık bir stratejik vizyon ortaya koydu. Uluslararası toplum; kurum, politika ve kapasite gelişimine destek vermek için devreye girdi. Toplumsal ve geçim sıkıntısına dair riskleri azaltmaya dönük programlar başlatıldı ve acil müdahale sistemleri güçlendirildi. Bağışçılar ve Uluslararası Finans Kuruluşları, altyapının geliştirilmesini destekledi. Sivil toplum örgütleri ve Kızılhaç, toplum temelli hazırlığın sağlanması konusunda yerel hükümetler ve BM ile birlikte çalıştı.

Mozambik deneyiminden çıkarılan temel ders, sıkıntılı süreçlerden ders almaya zaman ayıran toplumların gelecekte böylesi süreçlere göğüs germeye daha hazırlıklı olduklarıdır. Devlet kurumları ve yerel yönetim yapıları 2007’de daha hazırlıklıydı ve daha tutarlı müdahale stratejilerine sahipti. Toplulukların kendi başlarına yürüttüğü çalışmalar, herhangi bir dış müdahalenin yapabildiğinden daha fazla hayat kurtarılmasında hayati roller oynadı. Toplumun özrgütlenmesi ve toparlanması çok daha kısa sürdü.

Direnç, aynı zamanda, toplum işlevi görme yeteneğini kaybetmeksizin sıkıntılı süreçlere göğüs gerebilmeyi ifade etmektedir.

2004 yılında Hint Okyanusu’nda meydana gelen deprem ve tsunami, Endonezya’nın Açe bölgesini vurarak yaklaşık dört milyonluk toplam nüfusun yüzde dördünün hayatını kaybetmesine yol açtı. Benzer büyüklükte bir deprem ve tsunaminin Japonya’yı vurduğu 2011 yılında, Açe’nin iki katından büyük bir alanda yer alan ve afetten en fazla etkilenen şehirlerde hayatını kaybedenlerin sayısı, Açe’dekilerin onda biriydi. Afet karşısında, Japonya kurumlarını ve örgütsel yapısını büyük ölçüde muhafaza ederken; Açe’de yaşanan afet, toplumun tüm hayati fonksiyonlarını altüst etmişti. Geçen Ocak ayında, 7,6 büyüklüğünde güçlü bir deprem Açe’yi vurduğunda, hükümetin yürüttüğü etkin bilinçlendirme kampanyası ve UNDP sponsorluğundaki afete hazırlık eğitimi sayesinde hiç kayıp verilmedi.

Hem Japonya hem de Mozambik, doğal afet olarak gerçekleşen bu şoklar karşısında direnç sergilediler. Bununla birlikte, politik çatışmalardan ekonomi, gıda ve enerji krizlerine kadar başka şoklar da insanları geçim kaynaklarından koparabilir ve hane halkları ile toplulukları ağır bir şekilde etkileyebilir.

Direncin İnşası

Direnç inşa edilirken birinci öncelik, toplumsal kırılganlıkları azaltma yönündeki belirgin çabalar ve toplulukları, kurumları ve ekosistemleri muhafaza etme taahhüdü ile desteklenen bir “önleme” olgusu olmalıdır. Bunlar, direncin temelleridir.

Direncin inşası aktif, etkin, dürüst ve adil bir yönetişimden yararlanır ve bu, yalnızca gelişmekte olan ülkeler için geçerli değildir. Son finansal krizin de gösterdiği gibi, gelişmiş ülkelerin tümü, ekonomik şoklara karşı sistemik bir direnci muhafaza edememiştir. Gelişmiş ülkeler, sıkıntılı süreçlerin darbesiyle yılların insani gelişme ve ilerlemesinin silinip gitmesini görmek istemiyorlarsa, şoklara karşı sistemik bir dirence sahip olmaları son derece önemlidir.

Kurumlar, özellikle de yönetişim yapı ve sistemleri, direncin inşası için birtakım çerçeveler sunar. Devlet kurumları adalete ve işleyen kamu hizmetlerine erişimi güvence altına alamadığında ve insanların gelişme göstermesine olanak sağlayan bir ortam sunamadığında, toplumlar, bu boşluğu dolduran suç ya da diğer şiddet içerikli oluşumlara karşı daha savunmasız hale gelirler.

Devletin kırılganlığı, yalnız zayıf kurumların değil, baskı altındaki toplumsal sistemlerin de bir sonucudur. Dirençli bir devlet, uyum içindeki bir toplumda güvence altında olur. Katı eşitsizlikler ve adaletsizlikler ise bu durumu baltalar.

Kenya’da 2007 seçimlerinden sonra yaşanan şiddetin seyri, toplumsal uyuma dayalı bir direncin inşasının önemine dair klasik bir kanıt sunmuştur. Etnik gruplar arasında daha fazla uyumun söz konusu olduğu topluluklar, bundan yoksun olanlara göre çok daha az şiddet yaşamıştır.

Yoksulların zorlukların üstesinden gelebilme yeterliğinin geliştirilmesini de gerektiren dirence dayalı sürdürülebilir kalkınmaya, ulusal bir sahiplenme taahhüdü, kapsamlı ve bütünleşik müdahaleler, yenilik ve öğrenme ile uzun vadeli stratejik taahhütler yoluyla yön verilmelidir.

Sosyal koruma sistemlerinin inşası, dirence önemli bir yatırımdır; çünkü en savunmasız olan insanları, şokların en olumsuz etkilerinden korur ve kalkınmada yaşanan ve geri dönüşü olmayan aksaklıkların önlenmesine yardımcı olur. Bunlar, bugün gelişmiş olarak adlandırdığımız ülkelerin 1930’lu ve 1940’lı yıllarda aldığı önlemlerdir.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tahminlerine göre, yeterli bir sosyal koruma zemininin maliyetleri GSYİH’nin yüzde bir ila ikisidir. Ne var ki halen kapsamlı sosyal koruma sistemlerine, çalışma çağındaki dünya nüfusunun, çoğu orta ve üst gelirli ülkelerde bulunan, yalnızca yaklaşık yüzde yirmisi erişebilmektedir.

Dirençli toplumlar, aynı zamanda farklılıkları dostane yollarla bir araya getirebilen, hoşgörü ve diyalog yeterliğine sahip toplumlardır. Bu toplumlar, toplumsal ve yurttaşça bir güven ortaya koyarak, insanların kendilerini toplumun bir parçası olarak hissetmesine ve birlikte çalışma cesareti göstermesine olanak sağlar.

Bir toplumda bu özellikleri yerleştirmek çok çalışmayı gerektirir. Çatışma ve şiddetten zarar görmüş toplumlarda bunu yapmak daha da zordur. Yine de, hoşgörü yeterliğinden yoksun olunduğunda, kırılganlık bir toplumun sahibi olduğu kurumları ve sistemleri ezebilir.

Sonuç

Dünya liderleri, sürdürülebilir kalkınmayı tartışmak üzere, Haziran ayında Rio de Janerio’da bir araya geldiğinde, direnç, bu tartışmanın önemli bir parçasını oluşturmalıdır.

Süregiden bir kalkınmanın sağlanması, ekonomik, toplumsal ve çevresel hedeflerin birbirleri ile değiş tokuş edilmesi anlamına gelmemektedir. Bu, söz konusu hedeflerin, birlikte takip edilmesi gereken ve birbirine bağlı hedefler olarak görülmesi ile ilgili bir durumdur.

Uluslararası toplum, kendini direncin inşasına kolektif olarak adayarak, herkese kalkınma konusunda 21. yüzyılda yaşanan ürkütücü zorluklar ile başa çıkma, bu zorluklara karşı eylem geliştirme ve onların üstesinden gelme yeterliğine sahip olma olanağı sunmaktadır.

Direnç, bir gecede inşa edilemez, zaman alır. Ancak, bugüne kadar kaydedilen ilerlemelere kenetlenerek adil ve sürdürülebilir bir insani gelişmeyi daha ileriye taşımak için sahip olduğumuz en iyi fırsat budur.

[1] İngilizceden çeviren Barış Özçorlu.

Bir cevap yazın