TCMB Para Politikaları – Erdem Başçı (İTD 17)


Küresel finans krizi sonrasında gelişmiş ülke merkez bankalarının krizin etkilerini sınırlamak amacıyla uyguladıkları parasal genişleme politikalarının, birçok gelişmekte olan ülke üzerinde olduğu gibi Türkiye’de de önemli yansımaları olmuştur.[1] Bu dönemde kısa vadeli yurt dışı finansman imkânlarının bol ve düşük maliyetli olarak sağlanabilmesi, hızlı kredi genişlemesine ve Türk lirasının giderek değerlenmesine yol açmıştır. Bu durum, 2010 yılının ikinci yarısından itibaren makro finansal risklerin ve dış dengesizliklerin birikmesine neden olmuştur (Çınar ve diğerleri, 2010). Finansal istikrara ilişkin risklerin artması orta vadede fiyat istikrarını tehdit etme potansiyeli taşıdığından, para politikası stratejisinde finansal istikrarı da dikkate alan farklı yaklaşımlar gündeme gelmiştir (Goodhart, 2010 ve Borio, 2011).

Türkiye’de 2001 yılında yeniden düzenlenen Merkez Bankası Kanunu ile Merkez Bankası, fiyat istikrarı temel amacına ilave olarak finansal istikrara katkıda bulunacak tedbirleri almakla görevlendirilmiştir. Bu kapsamda Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), küresel dengesizliklerin ülkemiz ekonomisi üzerinde oluşturduğu makro finansal riskleri sınırlamak amacıyla, 2010 yılının sonlarından itibaren yeni bir politika stratejisi tasarlamış ve uygulamaya başlamıştır. Yeni politika yaklaşımında fiyat istikrarı önceliği korunurken, finansal istikrar da destekleyici bir amaç olarak gözetilmiştir. Bu kapsamda, politika faizinin yanı sıra zorunlu karşılık oranları ve faiz koridoru gibi birbirini tamamlayıcı nitelikteki araçlar bir arada kullanılmaktadır. Bu politikalarla orta vadeli enflasyon görünümünü bozmadan, ekonomideki dengesizlikler kademeli olarak azaltılarak daha sağlıklı bir büyüme kompozisyonuna doğru yönlendirme amaçlanmıştır. Bu çerçevede, bir yandan döviz kurunun iktisadi temellerden aşırı ölçüde sapmasına karşı politikalar uygulanırken, diğer yandan aşırı borçlanmanın engellenmesi amacıyla kredilerin makul oranlarda büyümesi için diğer kurumların katkısıyla birlikte gerekli tedbirler alınmıştır.[2]

 Yeni Politika Bileşimi

Yeni politika çerçevesine geçilen 2010 yılının Kasım ayından, Avrupa ekonomisindeki belirsizliklerin hızla yoğunlaştığı 2011 Ağustos ayına kadar olan dönemde, para politikası iki eksen doğrultusunda belirlenmiştir. Bu kapsamda, bir yandan kısa vadeli sermaye akımlarının uzun vadeye yönlendirilmesi ve Türk lirasının aşırı değerlenmesinin önlenmesi amaçlanmıştır. Diğer yandan da, yurt içinde krediler ve talebin daha kontrollü biçimde büyümesi ve iç taleple dış talep arasındaki ayrışmanın dengelenmesi hedeflenmiştir. Bu dönemde, risk iştahının güçlü olması ve sermaye akımlarının kısa vadede yoğunlaşması nedeniyle, faiz koridoru aşağı doğru genişletilmiştir. Böylelikle, gecelik piyasada oluşan faiz oranlarının zaman zaman politika faiz oranından daha düşük seviyede oluşmasına izin verilerek çok kısa vadeli sermaye girişlerinin caydırılması mümkün olmuştur. Aynı dönemde, aşırı kredi genişlemesini engellemek ve iç talebi kontrol altında tutabilmek amacıyla zorunlu karşılık oranlarında da güçlü bir artışa gidilmiştir. Ayrıca, bu dönemde açılan düzenli döviz alım ihaleleriyle güçlü sermaye girişlerinden rezervleri güçlendirmek amacıyla yararlanılmıştır. Alınan bu tedbirler, Türk lirası üzerindeki aşırı değerlenme baskısının giderilmesine önemli katkıda bulunmuştur (Başçı ve Kara, 2011). Ayrıca, başta Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu olmak üzere, diğer kurumların aldığı tedbirlerin de katkısıyla, kredilerde 2011 yılının ortasından itibaren belirgin bir yavaşlama görülmüştür. Bu gelişmelere bağlı olarak, talep kompozisyonunun ve sermaye akımlarının kalitesinin arzu edilen yönde değişmeye başladığı ve Türkiye ekonomisinin 2011 yılının ortalarından itibaren dengelenme sürecine girdiği gözlemlenmiştir.

Ağustos 2011 Avrupa Kamu Borcu Sorunu

2011 yılının Ağustos ayından itibaren ise, küresel büyümeye ve bazı Avrupa ülkelerindeki kamu borcu sorununa ilişkin endişelerin derinleşmesi nedeniyle küresel ölçekte riskten kaçınma eğilimi artmış ve risk iştahı oynaklığı yüksek seviyelere gelmiştir (Eichengreen ve diğerleri, 2011).[3] Bu dönemde gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkışlarının hızlanması üzerine, uygulanan yeni politika çerçevesi dâhilinde politika araçları sermaye girişlerinin hızlı olduğu dönemdekinin tersi yönünde kullanılmıştır. Öncelikle, gecelik borç alma faizi yükseltilerek faiz koridoru daraltılmış ve bankacılık sisteminin likidite ihtiyacını azaltmaya yönelik olarak Türk lirası zorunlu karşılıklarda düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca, döviz piyasasındaki dalgalanmaları sınırlamak amacıyla da bir dizi likidite tedbiri alınmıştır.

Türk lirasında Ağustos ayından itibaren küresel risk iştahının bozulmasıyla ortaya çıkan aşırı değer kaybı ve yılın son çeyreğinde fiyatı yönetilen/yönlendirilen ürünlerdeki ayarlamalar nedeniyle, enflasyondaki yükseliş öngörülenden daha hızlı olmuştur. Bu durumun orta vadeli enflasyon beklentilerini ve görünümünü etkilemesini engellemek amacıyla, Ekim ayında borç verme faizleri önemli ölçüde artırılarak faiz koridoru yukarı doğru genişletilmiştir. Bu çerçevede, piyasaya yapılan fonlama ayarlanarak para piyasasındaki gecelik faiz oranlarının politika faizinden daha yüksekte oluşmasına izin verilmiştir. Diğer taraftan, gecelik faiz oranlarındaki artışın likidite koşullarında arzu edilmeyen bir sıkılaşmaya yol açmaması için de zorunlu karşılık oranları düşürülmüştür.

Nitekim Ağustos ayından itibaren alınan önlemler, Avrupa ekonomisindeki belirsizliklere paralel olarak ortaya çıkan dalgalanmaların Türkiye ekonomisi üzerindeki olumsuz etkilerinin azaltılmasına önemli katkıda bulunmuştur. Döviz piyasasına yönelik alınan tedbirler ve faiz koridoruna ilişkin Ağustos ve Ekim aylarında alınan kararlar neticesinde, döviz kurlarındaki oynaklık diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha sınırlı kalmıştır. Öte yandan, Ekim ayından itibaren uygulanan parasal sıkılaştırma oldukça etkili olmuştur. Bu sayede önümüzdeki dönemde de kredilerdeki artışın makul oranlarda seyredeceği ve iç talebin de ılımlı bir seyir izleyeceği öngörülmektedir.

 Sonuç

TCMB, 2011 yılında olduğu gibi önümüzdeki yıllarda da, hızla değişen küresel koşullar çerçevesinde para politikasının esnekliğini korurken, öngörülebilirliği ise diğer politika metinleri ve iletişim araçları aracılığı ile sağlamaya devam edecektir. Bu anlamda para politikaları, fiyat istikrarı ve finansal istikrarın bir arada gözetilmesi yoluyla sürdürülebilir büyümeye ve istihdam artışına katkı vermeye devam edecektir.

Kaynaklar

Başçı, E. ve H. Kara (2011), “Finansal İstikrar ve Para Politikası”, İktisat, İşletme ve Finans, Cilt 26, Sayı 302.

Bloom, Nicholas (2009), “The Impact of Uncertainty Shocks”, Econometrica, 77(3): 623-685.

Borio, C. (2011), “Central Banking Post-Crisis: What Compass for Uncharted Waters?” BIS Working Papers, No. 353.

Cecchetti, S., M. S. Mohanty ve F. Zampolli (2011), “The Real Effects of Debt”, BIS Working Papers, No. 352.

Çınar, B. ,Ö. Erdoğan, T. Gürgür ve T. Polat (2010), “Küresel Kriz Etkileşim Kanalları ve Türkiye Ekonomisi”, TCMB Ekonomi Notları, No. 10/07.

Eichengreen, Barry; Mohamed El‐Erian, Arminio Fraga, Takatoshi Ito, Jean Pisani‐Ferry, Eswar Prasad, Raghuram Rajan, Maria Ramos, Carmen Reinhart, Hélène Rey, Dani Rodrik, Kenneth Rogoff, Hyun Song Shin, Andres Velasco, Beatrice Weder di Mauro ve Yongding Yu: Committee on International Economic and Policy Reform (2011), “Rethinking Central Banking”, Brookings and Alfred P. Sloan Foundation e-Book, www.brookings.edu/reports/2011/09_ciepr_central_banking.aspx.

Goodhart, C. (2010), “The Changing Role of Central Banks”, BIS Working Papers, No. 326.

Reinhart, C. ve K. Rogoff (2008), “This Time is Different: A Panoramic View of Eight Centuries of Financial Crises”, NBER Working Paper, No. 13882.

[1] Küresel finans krizi için bakınız: Reinhart ve Rogoff, 2008.

[2] Aşırı borçlanmanın etkileri için bakınız: Cecchetti ve diğerleri, 2010.

[3] Risk şoklarının etkileri için bakınız: Bloom, 2009.

Bir cevap yazın