Türkiye’de Gelir Dağılımı : Sınıfta Kalanlar – Alper Duman (İTD 3)


Üstadımız Prof. Korkut Boratav’ın önemle altını çizdiği gibi bir ülkelerdeki gelir dağılımını incelerken kullandığımız kavramsal çerçeve nerede durduğumuzun da temel göstergelerinden biridir. Yerleşik iktisadın çözümleme aracı olan ve hanehalklarının gelir eşitsizliğini ölçmeye yarayan Lorenz Eğrisi ve Gini katsayıları gelir bölüşümü sorununu teknik bir mesele olarak algılamamıza neden olur. Öte yandan gelir dağılımı sınıfsal bir perspektiften ele alındığında sınıflararası gelir dağılımında olmazsa olmaz çatışmanın sosyal ve siyasi bir olgu olduğu gerçeğini önkabul olarak almış oluruz.

Türkiye’de her iki yöntem açısından da en önemli sorun, kapsamlı ve güvenilir veri kaynaklarının olmayışı veya yetersiz oluşudur. 1980’lerden sonra yerleşik iktisat yöntemiyle yapılan Gelir Dağılımı anket çalışmaları, eski adı Devlet İstatistik Ensitütüsü yeni adı Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) olan birim tarafından oldukça düzensiz ve belirli bir tutarlılık kaygısı taşınmadan yürütülmüştür. Buna yonelik çalışmalar 1987’den sonra 1994 yılında daha sonra da ancak 2002 yılında yapılmış; sonraki yıllarda yıllık olarak tekrarlanmıştır. Ancak bu anketlerin örneklem düzeyleri farklı olduğu gibi anket soruları da tutarlılıktan yoksundur. Nitekim WIID (Dünya Gelir Eşitsizliği Veritabanı) değerlendirmesine göre TUİK bilgileri “yetersiz” (inadequate) olarak nitelendirilebilir.

İronik olanı TUİK’in farklı yıllarda yayınladığı Gelir Dağılımı araştırmalarında aynı yıla ait Gini katsayılarının dahi farklılık göstermesidir. Genel eğilim olarak 1994’den 2002’ye hanehalkları arasındaki gelir dağılımında bir düzelme olduğu ve sonraki yıllarda da bu düzelmeyi gösteren Gini katsayısının bir miktar düşerek sürdüğü gözlenmektedir. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD)’nün 2009 tarihli Artan Eşitsizlik (Growing Unequal) adlı çalışmasında Türkiye için Gini katsayısının 1994’deki 0.49 düzeyinden 2003’de 0.42’ye düşmesine rağmen Meksika’dan sonra gelir dağılımının en bozuk olduğu ülke olduğu tespiti yapılmıştır. TUİK’in sonraki rakamları Gini katsayısının 0.38’e kadar düştüğünü de iddia etmektedir!

Çarpıcı olan -bir önceki yazımızda belirttiğimiz gibi- insanların eşitsizlik algısı ile resmi istatistiklerin arasındaki derin uçurumdur. Üstelik 1990’lar ve 2000’ler gelir dağılımı açısından iyileşme yaratacak iktisadi politikalar ya da yapısal dönüşümlere sahne olmamıştır. Yani yerleşik iktisat açısından açıklanması gereken temel bir bilmece vardır: Gini katsayısı nasıl düştü? Neden düşük seyrediyor?

Gelir dağılımına daha makro ve pek de hassas olmayan sınıfsal bir çerçeveden bakarsak sayın hocamız Prof. Osman Aydoğuş’un geçen sayıdaki bilgilendirici yazısından anlaşıldığı kadarıyla gelir yöntemiyle hesaplanan GSYH’dan emek ve sermayeye giden paylar 1990’lardan 2000’lere büyük dalgalanmalar göstermeden küçük oynamalarla sabit bir görünüm sergilemektedir. Uzun dönemli ortalamalara baktığımızda toplam gelirin %65’e yakını sermaye sahiplerine giderken emek payı ancak %35’lerde kalmıştır. Sermaye payı brüt işletme artığı kategorisinden hesaplanmaktadır. Bu kategoride kendi hesabına çalışanların gelirleri de yer almaktadır. Daha hassas bir sınıfsal perspektif işletme artığında kendi hesabına çalışanların gelirlerini ayrıştırmayı ve bu gruptakilerin gelirlerinin ne kadarının sermaye geliri ne kadarının da emek geliri olduğunun belirlenmesini gerektirir. Bir eczacının geliri işletmesine koyduğu emek ve sermayeye karşılık gelen toplam gelirin bileşik bir göstergesidir.

Ne yazık ki makro düzeyde kendi hesabına çalışanların toplam gelirden aldıkları paya ilişkin bir veri mevcut değildir. Bu durumun dolaylı bir çözümü için yukarıda bahsi geçen gelir dağılımı çalışmalarının dayandığı hanehalkı gelir dağılımının mikro veritabanlarından yararlanılabilir.

Örneğin 2002 yılı anketinde kendi hesabına çalışanların gelirlerinin toplam emek dışı hanehalkı gelirlerine oranını hesaplayarak % 21 bulduk. Bu oranı işletme artığıyla çarparak işletme artığında kendi hesabına çalışanların payını bulabiliriz. Buna KHG diyelim. İşletme artığı 65 milyar TL ise kendi hesabına çalışanların geliri de 13.65 milyar TL olacaktır. KHG’yi de emek ve sermaye gelirleri diye ayırmamız gerekecektir. Toplam gelirin emek ve sermaye dağılımında gözlenen orantının kendi hesabına çalışanların gelirleri bağlamında da geçerli olduğu varsayımını yaparsak (literatürde bu kabul gören bir varsayımdır) bu ayrıştırmayı yapmamız olanaklı hale gelecektir. Yukarıdaki örneği kullanırsak 13.65 milyar TL’nin %35’i emeğin, %65’i ise sermayenin payı olacaktır. Bu durumda 4.78 milyar TL emek geliri ve 8.87 milyar TL ise sermaye geliri olarak nitelendirilebilir.

Toplamda emek gelirleri 4.78 milyar TL artmıştır. Dolayısıyla sermaye geliri emek geliri oranı %65’e %35 değil %60.2’ye %39.8 olarak bulunacaktır. Bu durumda dahi OECD ülkeleriyle karşılaştırıldığında emek gelirlerinin payı oldukça düşüktür. İstihdamsız büyüme, reel ücretlerin durgunluğu, kayıtdışılığın yaygınlığı ve son 10 yılda gerçekleşen sermaye emek ikamesi artan işgücü verimliliği ile birleşince toplam emek gelirlerinin düşük düzeyi anlaşılmaz değildir.

Sınıfsal gelir dağılımı incelemesini mikro düzeyde yürütebilmemiz için üretici sınıfların gelirleri hakkında bilgi sahibi olmamız gerekmektedir. Ücretli, yevmiyeli ve maaşlı ücretlilere karşılık kapitalistlerin genel anlamda kârlarını bilmemiz ve tarım, ticaret ve hizmet sektörlerindeki küçük üreticilik gelirlerine karşılık tüccar ve aracı gelirlerine ulaşmamız gerekir. Birincil bölüşüm ilişkilerine ait bu bilgiler yerleşik iktisat ve TUİK için önem taşımadığından olsa gerek bu tür bilgiler bulunamaz. Boratav hocamızın değerli çalışmalarında reel ücretlerin katma değer içindeki payları, ticaret marjları ya da tarımsal üreticilerin eline geçen ve tüketici fiyatları arasındaki makaslar bu asli bölüşüm ilişkilerini kabaca da olsa resmetmek için kullanılagelmiştir.

İkincil bölüşüm ilişkileri bağlamında genel kârın sanayi ve ticaret burjuvazisi arasında, faiz ödemeleri aracılığıyla finansal burjuvazi ve toprak rantı üzerinden mülk sahibi burjuvazi arasında nasıl paylaşıldığı araştırılmalıdır. Dahası bürokrasi ve memurların artıktan aldığı pay ve devlet transferlerine bağımlı işgücü dışındaki katmanların aldığı pay ortaya çıkarılmalıdır. Ne yazık ki bu anlamda da ciddi bir çalışmaya rastlamadık. Varolan tek çalışma 2003 Hanehalkı Bütçe Anketi’ne dayanılarak gerçekleştirilen bir sınıfsal gelir dağılımı analizi olan ve Serdal Bahçe ve Ahmet Haşim Köse tarafından yapılan “Yoksulluk Yazınının Yoksulluğu: Toplumsal Sınıflara Dönmek” adlı çalışmadır.

Bu çalışma yoksulluğun sınıfsal profilini çıkarması ve yerleşik iktisadın gelir dağılımı anlayışının eleştirisi anlamında son derece önemlidir. Ne var ki veri kaynağı nedeniyle sınıfsal gelir bölüşümünü doğru resmetmek açısından bizce sorunludur. Nitekim bahsi geçen çalışmada yer alan Tablo I’e göre toplam gelirden alınan paylar bakımından “Büyük Kapitalist” %3.78, “Küçük Kapitalist” %4.87, “Küçük Burjuva Profesyoneller” %5.75, “Küçük Burjuva Sermaye” %11.94, “Büyük Köylü” %2.07, ve “Rantiye” %1.21’le sıralanmaktadır. Tüm bu payları topladığımızda elde ettiğimiz ve genel kâr göstergesi olan pay ancak %29.62 etmektedir.

Gelir yöntemiyle hesaplanan katma değer ve GSYH göstergelerinden elde edilen sermaye ve emek gelirleri oranının tam aksi bir bulgudur bu. Kusur araştırmacılarda değil veri kaynağının yetersizliği ve tutarsızlığındadır. Açıklamaya çalışalım.

2006 Hanehalkı Bütçe Anketini kullanarak herhangi bir gelir bildiren fertleri ele alıyoruz. Bu fertleri %20’lik gelir paylarına göre sıralıyoruz. Hemen söyleyelim fert gelirleri ekseninden hesapladığımız Gini kaysayısı 0.48 ve bu rakam hanehalkları için hesaplanandan tam 0.1 puan (yani %26,3 daha yüksek). Fertler açısından gelir dağılımı hanehalkları arasındaki gelir dağılımından oldukça bozuk.

Neyse, sıraladığımız %20’lik gruplar için basitçe toplam gelirler içinde “ücret, yevmiye ve maaş” gelirlerinin payını çıkarıyoruz. Normal olan ve beklenen en alttaki yani en az gelire sahip %20 ’lik grup için bu payın çok yüksek (fakirlerin emek dışında kazancı olamaz) en üstteki %20’lik grup içinse düşük olmasıdır. En zengin grubun gelirlerini müteşebbis kazançlarından, faiz gelirlerinden, mülk gelirlerinden ve finansal varlık getirilerinden sağlamasını bekleriz.

Öte yandan aynı beş grup için transfer gelirlerinin toplam gelirler içindeki paylarını da hesapladık. En alt gelir grubu için transfer gelirlerinin yüksek bir orana en üst grup içinse çok düşük bir orana sahip olması doğal olarak beklenendir.

Transfer gelirleri, yaşlılık ödemesi, sosyal yardım ödemeleri, dul maaşı, gazi, işsizlik ödemeleri ve doğrudan destek ödemelerini kapsamaktadır.

Rant gelirleri ise gayrimenkul geliri, banka mevduat gelirleri, döviz kazancı, nema ödemeleri, temettü gelirleri ve kârları içermektedir.

Geriye kalan tüm gelir kalemleri diğer kategorisinde toplanmıştır. Buna emeklilik ödemeleri de dahildir.

En alt grupta görülen uyumsuzluk (yüzde payların 100’ü geçmesi) bu gruptakilerin transferleri aynı zamanda ücret ödemlerinde de belirtmelerinden kaynaklanmaktadır. Önemli olan bu grup değil en zengin %20’lik gruptaki çarpıklıktır.

En zengin %20’lik grubun toplam gelirlerinin %73’ü emek gelirlerinden kaynaklanmış gözükmektedir. Üstelik bu oranla en alt gruptaki oran arasındaki fark yalnızca yüzdelik düzeyde 14 puandır. Demek ki zenginler biraz daha fazla çalışarak zengin oluyorlarmış! Pek akla ve mantığa yatkın değil. Rant gelirlerinin payının %6.8 gibi inanılmayacak düzeyde düşük olması da Hanehalkı Bütçe Anketleri’nde ücret dışı gelirlerin önemli ölçüde saklandığı kuşkusunu doğurmaktadır. Nitekim bu gözlem başkalarınca da dillendirilmiştir (Yükseler 2004). Biz de bunun doğrulamasını 2006 anketinde ölçülen toplam gelirle 2006 GSYH rakamlarını karşılaştırarak yapabiliriz. Anket kapsamındaki toplam gelir gerçek gelirin ancak %46’sına denk gelmektedir.

Geliri düşük fertlerin saklayacağı pek bir şey söz konusu olmadığına göre olağan şüpheliler en zengin ilk ve ikinci %20’lik gruplardır.

Basitçe banka mevduat gelirlerinden örnek verebiliriz. Anket kapsamında en zengin %20’lik gruptan banka mevduat geliri belirtenlerin sayısı sadece 125, oranı da sadece %4.4’dür. Yani en zengin bu grupta yer alan fertlerin ancak %4.4’ünün pozitif bir banka mevduat geliri vardır. Bu gelirin toplamı da 435 milyon TL’dir. Toplamda ise sadece 221 kişi banka mevduat geliri olduğunu belirtmiş ve toplamda bu kazancın miktarı da 576.8 milyon TL olarak hesaplanmıştır.

2005 yılındaki toplam Türk lirası mevduat tutarını Merkez Bankası verilerinden bulabiliriz. 150.8 milyar TL olan bu mevduat stokunun 2006 yılı içinde elde edilecek %20’lik yıllık getirisi 30 milyar TL’dir. Anketlerin toplam geliri kapsama oranı olan %46’nın bu miktar için de geçerli olduğu varsayılırsa anketlerde görmemiz gereken rakam 13.87 milyar TL olmalıdır.

Uçurum çok açıktır. Gerçek mevduat gelirinin %4.5’undan da daha azı anket kapsamına girebilmiştir. Banka gelirlerinin en azından belirtildiği ölçüde çoğunlukla en zengin %20’lik gruba gittiği göz önüne alındığında gelir saklamanın dramatik boyutu ortaya çıkmaktadır.

Banka mevduatlarının varsayalım yarısının kurumsal hesaplardan (şirketlere veya kamuya ait) oluştuğu itirazı getirilse de bu yukarıda vurgulanan gerçeği değiştirmez ancak gelir saklamanın derecesini azaltabilir.

Yukarıda sergilemeye çalıştığımız tutarsızlığın gayrimenkul gelirleri, döviz kazancı gelirleri, temettü ve nema gelirleri bağlamında da geçerli olduğunu iddia etmememiz için ikna edici argümanlar bulmak zordur. Dolayısıyla gelir dağılımı araştırmalarına dayanak olan Hanehalkı Bütçe Anketleri’nin gerçeklerden ne denli uzak olduğu ortadadır.

Gelir dağılımı araştırmaları ister yerleşik iktisat isterse de Marksist anlayışla yapılsın yeterli ve tutarlı bir veri kümesine ihtiyaç duyar. Bu araştırma sonuçları hem toplumsal hem de siyasi anlamlarıyla bir ülkenin uzun dönemli olduğu kadar kısa dönemli seçeneklerini gözler önüne serebilme vasfı nedeniyle hayatidir. Nerem doğru ki mazaretinden kurtulup bir an önce ilgili kurumların ve akademisyenlerin doğru olanı yapıp olabildiğince gerçeğe yakın verilerin elde edilmesi için seferber olması gerekmektedir.

Kaynaklar

Bahçe, Serdal ve Köse, Ahmet Haşim (2007), “Yoksulluk Yazınının Yoksulluğu: Toplumsal Sınıflara Dönmek”, http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/Yazilar_Uye/KoseBahceHaz07.pdf

Boratav, Korkut (2010), Emperyalizm, Sosyalizm ve Türkiye, Ankara: Yordam Yayınevi

Yükseler, Zafer (2004), “ 1994, 2002, ve 2003 Yılları Hanehalkı Gelir ve Tüketim Harcamaları Anketleri: Anket Sonuçlarına Farklı Bir Bakış”, Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metinleri 2004/23

ODTÜ Ekonomi bölümünü 1998 yılında bitirdikten sonra ABD'de University of Massachusetts, Amherst'de Ekonomi doktora programını 2006 yılında tamamladı. Buenos Aires'te Universidad de San Andres ve Londra'da London School of Economics'de misafir akademisyen olarak bulundu. İzmir Ekonomi Üniversitesinde öğretim üyesidir. Türkiye Ekonomisi, Gelişme, Politik Ekonomi ve Sosyal ve Ekonomik Ağlar üzerine çalışmalar yapmaktadır. Uluslararası ve ulusal endeksli dergilerde makaleleri ve kitap bölümleri vardır.

Bir cevap yazın