Tarihte bu kapsamda, bu kadar kısa ömürlü olup, öldükten sonra da etkileri veya bazı temel maddeleriyle kalıcı olmuş başka bir anlaşma bulmak, kendi tarih bilgim çerçevesinde, pek kolay değildir.
Giriş
Eski bir yazımda Brest-Litovsk Antlaşması’nın (3 Mart 1918) Türkiye ve Avrupa için büyük önemine değinmiştim.1 Ukrayna- Rusya Savaşı 24 Şubat 2022’de patlak verince, Ukrayna dahil on kadar ülkenin doğuşuna ve eski Rusya’nın parçalanmasına yol açan bu Antlaşma’nın diğer boyutları üzerinde bir kez daha durmak gerektiğini düşündüm. Her nasılsa, bu kadar önemli bir Antlaşma, hem Türkiye hem de Avrupa tarih yazınında yeteri kadar ilgi görmemiş ve üzerinde fazla durulmamıştır. Oysa, İkinci Dünya Savaşı öncesi tarih yazınında, Antlaşma’yla daha çok ilgilenilmiş, hem Sovyetler Birliği’nin hem de Nazi Almanyası’nın doğuşundaki rolü üzerinde durulmuş, geleceğe de atıflar yapılmıştır.
Bu kitaplardan birisi de bir İngiliz tarihçisi, John W. Wheeler Bennett’in kitabı “Brest-Litovsk, Unutulmuş Barış, Mart 1918” başlığını taşıyor.2 Bu kitaba, kısaca W-B diyeceğim ve tabii, diğerlerine dayanarak, bu kez de Ukrayna’nın zorla, “sezaryenle” doğuşunu ve kısa süren ilk ömrünü yazmaya çalışacağım. Ukrayna’nın tesadüfen, kendisi dışında ikinci doğumu ve muhtemel “ölümü” üzerinde durmayacağım, çünkü bu savaş sürmektedir. Ancak birinci doğuş ile ikincisi arasında bazı ilişkiler bulunabilir.
Tarihte bu kapsamda, bu kadar kısa ömürlü olup, öldükten sonra da etkileri veya bazı temel maddeleriyle kalıcı olmuş başka bir anlaşma bulmak, kendi tarih bilgim çerçevesinde, pek kolay değildir. Kasım 1917 başında (eski takvimle 17 Ekim) iktidara gelen Lenin yönetimindeki Bolşevikler, son derece güç siyasi ve iktisadi koşullarda Rus topraklarında büyük bir yeri işgal eden Almanya’yla (ve müttefikleri, Merkezi Güçler diye bilinen devletlerle3) önce ateşkes anlaşması imzalamaya mecbur oldu (15 Aralık 1917). Ateş kesin süresi 14 Ocak 1918’de sona erse de 7 gün önceden ihbar etme süresine riayet edilerek 21 gün sürecekti.
Aşağıda anlatacağım zorlu bir süreçle Brest-Litovsk Antlaşması 3 Mart 1918 günü imzalandı ve Almanya’nın tesliminden (11 Kasım 1918) iki gün sonra, 13 Kasım 1918’de Rusya tarafından iptal edildi. Bu nedenle kitabını ele aldığım İngiliz araştırıcı Wheeler-Bennett, buna “Unutulmuş Barış” adını koymuştur.
Teknik olarak 8 ay kadar süren bu anlaşmanın imzalanmasını hızlandırmak veya zorlamak için yine Brest-Litovsk şehrinde Almanya, müttefikleriyle bağımsızlık ilan etmiş olan Ukrayna Halk Cumhuriyeti arasında 9 Şubat 1918’de, bir anlaşma imzalandı. Anlaşılacağı gibi bu yeni devleti kuran ve onu ilk tanıyan devletlerin arasında Türkiye de vardır. Aslında Ukrayna belli bir milli süreç sonunda kendi devletini yeniden kuran (Polonya gibi) bir halktan ziyade, Rusya topraklarının en önemli bir parçasını koparmak, buradaki tahıl, kömür ve diğer kıt ürünlere el koymak amacıyla Almanya tarafından icat edilmiş bir siyasi icat veya kukladır.
Bolşevik Devrimi’nin hemen ertesinde, 8 Kasım 1917’de, Lenin:4 “6-7 Kasım 1917 Devrimi’nin yarattığı İşçi ve Köylü Hükümeti, dayandığı İşçi, Asker ve Köylü temsilcilerinin oluşturduğu Sovyet’ten güç alarak, tüm savaşan halklara, onların hükümetlerine adil ve demokratik bir barışa yol açacak müzakerelere bir an önce başlamayı önerir” şeklinde bir deklarasyon yayınlayarak, savaşanlara iletti. Bu yaklaşım, Bolşeviklerin Devrim’de kullandığı “Barış, Ekmek ve Toprak” sloganıyla uyumluydu. Çünkü Mart 1917’de kanlı bir devrimle iktidara gelmiş Kerensky’nin Sosyal Demokrat Hükümeti dağılmış5; Çar, tahtı bırakmış6; ordu, yani askerler savaşmadan silahlarını atıp köylerine dönmüş veya Almanlara teslim olmuştu. Şehirlerde başta ekmek, olmak üzere temel maddeler kıtlığı başlamıştı. Özetle Bolşevikler diken üstünde, belirsizliği yaşıyorlardı; ateşkes şarttı.
Önce Ateşkes Antlaşması
Ordu dağılma aşamasında, Hükümet de var ile yok arasındayken sadece Rus Meclisi (Duma) çalışıyor, her parti ve fraksiyon birbiriyle çarpışıyordu. Lenin ateşkes teklif ederken, Mayıs 1917’de ABD’den Petrograd’a7 dönen L. Troçki başta, diğer sosyalist fraksiyonlar gibi, Almanya’da sosyalist devrimin her an patlayabileceği varsayımı altında düşünüyordu. Bu varsayımın etkisi çok uzun sürecek, hem ateşkes hem de barış anlaşmasının imzası çok gecikecek, vahim sonuçları olacaktı. Yine de bu “Almanya’da ‘Spartakist’ Devrim”in başarılı olamayacağını görüp gerçekçiliği ilk benimseyen ve her şeye rağmen bunu en yakınları dahil, muhalif Bolşeviklere kabul ettiren de V. İ. Lenin olacaktır.
Troçki, 10 Kasım’da Dış İşleri Komiseri (Bakan) olunca Lenin’in 8 Kasım’da yayımladığı, “Sovyetler her türlü toprak ilhakına, tazminata karşı olup, sadece halkların kendi-kaderini tayin hakkına saygı gösterir,” diye özetlenecek bildiriyi diğer dillere çevirtip, sefaretlere gönderdi. Bakanlık’ta ise O’na, daha doğrusu gizli anlaşmaları yayınlama fikrine 8 karşı çıkan 600 meslek memuru istifa edip, ayrıldı; sadece İktisat Departmanı’nda bir idari memur kalmıştı.
Bu arada 11-14 Kasım’da Kerensky’nin tahrik ettiği Kadet9 ayaklanması ortaya çıktı ve bastırıldı; Bolşevikler artık Petrograd ve Moskova’ya tamamen hakimdi. Troçki 20 Kasım’da tüm sefaretlere hükümet değişikliğini bildirip 8 Kasım “Barış Bildirisi”ni gönderdi. Müttefiklerin (The Allied)10 sefirleri 22 Kasım’da kendi aralarında toplantı yapıp “Rus halkına rağmen” iktidara gelen Bolşevik Hükümeti tanımayıp, sefaretlerini Başkent’ten Başkomutanlık Karargahı’nın (Stavka’nın yani GHQ) bulunduğu Mogilev11 şehrine nakletmeye karar verdiler.
Savunma veya Savaş Bakanı Krilenko da Mogilev’deki Başkomutan’a derhal ateşkes ilan edip cephede karşı tarafla dostluk kurmasını emretti. Hiç bir ses çıkmayınca, Krilenko O’nun yerine yeni bir komutan tayin etti ancak eskisi görevi bırakmadı. Bunu üzerine Krilenko yanında Bolşevik denizcilerle gidip duruma hakim oldu. Eski komutanı da ayaklanan kendi stafı öldürdü.
Nihayet 26 Kasım’da Lev Troçki, Ruslar 1916 Temmuz’da çekilirken yaktıkları Brest- Litovsk şehrindeki Alman Yüksek Komutanlığı’na12, ateşkes için başvurdu. Başkomutan Tümgeneral Max Hoffmann, şehirde oturacak doğru dürüst bina kalmadığı için çok rahatsız bir özel trende kalıyordu. Merkezden (Kreuznach’da Alman Başkomutanlığı) Ludendorff, “Bunlarla (Bolşevikler) müzakere edilebilir mi?” diye sordu. Cevap olumluydu; Hoffmann, Ludendorff’un asker ihtiyacını biliyordu, böylece Doğu’dan Batı’ya birlikler kaydırılabilirdi.
Sadece asker ihtiyacı yoktu, Almanya’nın (ve müttefiklerinin de) gıda, yakacak, aydınlanma için gazyağı stokları da bitmişti; halkın morali çok bozuktu, büyük bir isyan havası hakimdi ve belirsizlik yaşanıyordu: “Bizim kurtuluşumuz barış anlaşmasına bağlıdır. O da Almanların Paris’i almasına, bu da Doğu cephesinde Alman ordularının serbest kalmasına bağlıdır”, diye yazıyordu Kont Czernin, Avusturya Dış İşleri Bakanı, 17 Kasım’da. Dual Monarşi’nin ordusu hemen hiç kalmamıştı; sadece 1.800.000 harp esiri vermişti. Denizaltı (U-boat) savaşı en üst düzeye varmış, tavsıyordu.
En önemlisi ABD taze birliklerini Fransa’ya sevk etmeye başlamıştı. Bulgaristan ve Türkiye’nin de iyi durumda olduğu söylenemezdi. Ateşkes kumarı oynamaya değerdi: Gözleri bağlı iki kurye 27 Kasım’da Dvinsk’ten Alman hatlarına geçti; 29 Kasım’da Berlin ve Viyana, Rus tekliflerini görüşmeye başlamak için uygun olduğunu deklare etti, müzakereler başlıyordu. Heyetler toplanmaya başlandı; bunların içindekileri tek tek saymam gereksiz. Asli aktörlere, yani karar vericilere zaten ayrıntısıyla değiniyorum.13
Ancak Sovyet heyeti gerçekten filmlere-romanlara konu olacak bir oluşumdu: Bolşevik-komünist ideale uygun olmalıydı. Başkanı A. Joffe, tipik bir semitik entel ve devrimciydi; Kamanev, aynı zamanda Troçki’nin kayınbiraderiydi; Lev Karahan delegasyonun genel sekreteri, Ermeniydi; bir de Rus G. Sokolnikov vardı. Bunlara, cinsiyet eşitliğini vurgulamak için bir de kadın delege eklemek gerekti: Anastasya Bitsenko, Çar’ın Savaş Bakanı’nı katletmekten yattığı Sibirya’dan yeni dönmüş, trene bindirildi. Ancak işçi ve köylü ittifakı olan bu Hükümet’te bir köylü, bir asker ve bir de işçi delege gerekirdi; hemen bir asker, bir denizci, ortalıkta dolaşan bir işçi ve nereye gittiğinin farkında olmayan bir garip mujik, Brest- Litovsk’a doğru yola çıktılar. Heyette Çarlık Donanması Amirali V. Altvater ile ordudan Yarbay Fokke dâhil 9 da teknik danışman vardı. Vatana ihanet etmiş hissettikleri halde, bu görevi üstlenmiş oldular ama gerekliydiler.
15 Aralık 1917, Ateşkes Antlaşması İmzalanıyor
Sovyet delegeleri, Joffe ve Kamanev, müzakere ile propagandayı birbirine karıştırıp saatlerce konuşunca anlaşma olamadı. Zevahiri kurtarmak için Sovyet Heyeti 12 Aralık’ta toplanmak üzere Petrograd’a döndü ve sonunda 15 Aralık’ta Ateşkes Antlaşması imzalandı. Amiral Altaver, meslektaşı sayıp mahremiyetine güvendiği General Hoffmann’a bir ara, Bolşevik propagandasının ne kadar güçlü olduğunu anlatmak için, “Oesel’i (adası) savunurken birliklerimin gözümün önünde eridiğini, yok olduğunu gördüm, burada daha uzun kalırsanız sizin de başınıza gelecektir” dediğini, General’in de bu talihsiz Amiral’e güldüğünü, Hoffmann’ın kendi kayıtlarından anlıyoruz. Nitekim Amiral haklı çıkacaktır.
Ateşkes Antlaşması’nın esaslarına da kısaca değinirsek, Baltık’tan Karadeniz’e (Trabzon, Jeros Burnu) ve oradan da Doğu Anadolu’daki Türk- Rus cephesine çekilen bir hat üzerinde tüm birliklerin yeniden savaş düzeninde toplanmasını, savaş gemilerinin limanları terk etmesini yasaklıyor; ticari gemilerin ve yüklerin hareketini serbest bırakıp, tarafların14 derhal barış anlaşması için görüşmelere başlayacağını ifade ediyordu; bu klasik bir ateşkes antlaşmasıdır.
Ateşkesten (15 Aralık 1917) Sonrası
Ancak barışa giden yol o kadar kısa ve rahat olmayacaktır. Daha önce Şubat 1917’de olduğu gibi, Yüksek Komuta, Rusya’yla ayrı bir barış anlaşmasına karşı da olsa, Reichstag’a (Alman Meclisi) gelen barış kararını 126’ya karşı 212 oyla kabul edince görüşmelere yeşil ışık yakılmış oldu. Dış İşleri Bakanı Richard von Kühlmann da, Merkezi Güçler’in bir zafer kazanamayacağını gördüğünden Antlaşma’ya taraftardı. Ancak, başlıca iki müttefikin, Almanya ve Dual Monarşi15, farklı sosyal yapıları, barış anlaşmasına farklı yaklaşımlar getiriyordu. Almanya, Bismarck’ın “Küçük Almanya” projesi kapsamında, homojen bir etnik yapıya sahipken, Avusturya-Macaristan sadece iki millet değil, Slavlardan Romenlere, hatta Bosna- Hersek’i, 1908’de ilhak ederek Müslüman Türklere kadar belki on çeşit milleti barındırıyordu. Başkan Wilson’un “14 Nokta” önerisindeki “her milletin kendi kaderini tayin hakkı” uygulanmaya başlanırsa bu devletten ortada hiçbir parça kalmazdı.16 Bu nedenle Avusturya, Almanya’nın Kasım 1916’da, teorik (akademik) olarak varlığını tanıdığı Polonya devleti karşısında “Avusturya Çözümü”, Polonya’yı kapsayan Üçlü (Tripartite) Habsburg Monarşisi teklif etmişse de Macarlar buna itiraz edip Polonya’nın bir Avusturya Eyaleti olmasını önermişlerdi.17 Buna karşın Almanların birinci çözümü Alman ve Rus Polonyası’nı Alman İmparatorluğu’na katıp, Avusturya’nın Romanya’yı ilhak etmesiydi. Buna da Avusturya itiraz etti; eldeki bir kuşu daldakine tercih etmedi.
Alman Yüksek Komutanlığı’nın üçüncü çözümü ise daha karmaşıktı ve her iki hükümet de bunu reddetti. Bunların önemi, Rusya’ya kabul ettirilecek sınırların ekonomik ve askeri mantığını ortaya çıkarmaktır. İstenen, Rusya’yla bir barış değildi; diğer ülkeleri de katarak, ileride daha vahim çatışmalara sebep olabilirdi.18
Bu tartışmalar çok ilgi çekici de olsa, hem Kühlmann hem de Ludendorff, barış konusunda belli bir talimat, yol haritası olmadan Brest’e hareket ettiler. Toplantı 20 Aralık’ta başladı. Joffe’nin başkanlığındaki Sovyet heyetinde önemli bir değişiklik yoktu. Köylü-asker-işçi üçlüsü 20 Aralık akşamında Doğu Cephesi Başkomutanlığı görevini üstlenmiş (Field) Mareşal H.R.H.19 Prens Leopold of Bavyera’nın delegelere verdiği ziyafete katıldılar. Köylü delege, saf bir mujik Stashkov, yanındaki kendine kötü kötü bakan buz gibi Alman Hanedanlığı’ndan asil Prens Ernest von Hohenloe’ye, “en kuvvetli şarabın” hangisi olduğunu soruyordu20. Türkiye Başdelegesi Sadrazam Talat Paşa idi.
Konferans 22 Aralık’ta Prens Leopold’un konuşmasıyla açıldı, Kühlmann oy birliğiyle Konferans Başkanlığı’na seçildi. O da Joffe’yi Sovyet Delegasyonu’nun görüşünü açıklamaya davet etti; aslında daha önceki toplantılardan bilinen Barış Kararnamesi’ni 6 maddede özetledi: (kısaltarak alıyorum).
- Savaş sırasında ele geçirilen topraklar güç kullanılarak ilhak edilemez. İşgalciler bu topraklardan en erken zamanda çekilmelidir.
- Savaşın başından beri siyasi bağımsızlığı elinden alınan milletlere bu hakları iade edilmelidir.
- Daha önce siyasi bağımsızlığı olmayan milletlere de referandumla bu hakları verilmelidir.
- Çeşitli milletlerin yaşadığı topraklarda, azınlıkların hakları özel hükümlerle korunmalıdır.
- Savaşan taraflar birbirine savaş tazminatı ödememelidir.
- Sömürge sorunları da yukarıdaki ilkelere uygun olarak çözülmelidir.
Tartışmalar başladı; özellikle Almanya ile (Çekler, Hırvatlar, Romenler vb. yarım düzine bağımsızlık peşinde koşan azınlıklara sahip) Avusturya kolayca anlaşamıyordu.21 Bu ilkeler Avusturya için risk taşıyordu. Sonunda 24 Aralık, Avrupa Noel günü (Rusların Noel’i Ocak ayındadır) şu iki maddede bir ilke anlaşması doğdu:
- Tüm savaşan taraflar istisnasız ve kayıtsız bir şekilde yukarıdaki koşulları kabul ederler.
- Ancak 3. Madde’de ifade edilen, henüz bağımsızlığı olmayan milli grupların sorunu, Dörtlü İttifak’a göre, ancak milli devlet çözümleri geldikten sonra, azınlıkların kendi kaderini tayin hakkı, yaşadıkları devletlerin anayasalarına göre çözümlenecektir.
Noel Deklarasyonu Almanya Sağ ve Sol partiler tarafından sevinçle karşılansa da aşırı milliyetçi basın organları (Jingo press) ve Alman Başkomutanlığı tarafından Kreuznach22 Antlaşması’na ihanet sayıldı: “İlhak etmeme ilkesi” Rusya’ya ait Polonya toprakları ve benzer Baltık topraklarının iadesi anlamına geliyordu. Rusların, Antlaşma’yı, Almanların 1914 sınırlarına çekilip, işgal altındaki Rusya topraklarının iade edileceği şeklinde yorumlaması karşısında Gen. Hoffmann’ın öğle yemeğine, Joffe’nin yanına oturup diplomatik olmayan bir dille Merkezi Güçler’in yorumunu Rus Heyeti’ne açıklamasıyla her şey alt üst oldu.
Hoffmann “toprak ilhakı yok” derken bunun “zorla toprak ilhakı olmayacaktır, yoksa bu toprakların bağımsızlık veya Almanya korumasını seçip seçmeyeceği kendi tercihleridir” diye anlaşılması gerektiğini, “Polonya, Kurland ve Litvanya halklarının kendi kaderini tayin hakkını kullandıklarını” ifade etti. Ruslar ise, “nasıl ilhaksız barış yapmaktan söz edebilirsiniz? Neredeyse 18 eyaletimiz bu şekilde Rusya’dan kopar” diye isyan edip ateşkesi bozmak dahil her türlü tehdidi savurdular. İki maddelik bir anlaşma daha önerdiler: Rusya, Türkiye ve İran’dan çekilirken Almanya da Polonya, Kurland ve Litvanya’dan çekilecekti. Merkezi Güçler’in bu itirazlara karşı reaksiyon vermemesi, Rusları daha da sinirlendirdi, 26-28 Aralık görüşmeleri sonuçsuz kaldı; 9 Ocak’ta toplanmak üzere delegeler, çekirdek bir kadroyu Brest’e bırakıp, başkentlerine gittiler.
Kavga sadece Rusya ile Müttefikler arasında değildi, Almanya ve Avusturya’yı da ikiye ayırmış vaziyetteydi. Yılın ilk gününde Alman Meclisi toplanınca Dış İşleri Bakanı Kühlmann sağ ve soldan saldırıya uğradı; merkez grubu destekliyordu. Esas kavga, Kayser II. Wilhelm’in de katıldığı Kraliyet Konseyi’nde, 2 Ocak’ta koptu: Konuyu en iyi bilen Komutan olarak Gen. Hoffmann söz aldı. Polonya’yı (Almanya’ya düşen kısımları) yüz küsur yıldır idare etmekte nasıl zorlanıldığını ifade edip, “2 milyon Polonyalıyı daha nüfusumuza ilave edemeyiz,” dedi. “Öyle bir sınır çizilmeli
ki, 100 binden fazla Polonyalı girmemelidir”. İmparator teklife olumlu yaklaşıyordu ama Hoffmann’ın üstünde olan Gen. Ludendorff kendini kontrol edemeyip, Kayser’e parladı: “Benim emrimdeki bir generale bu konuda bir fikir soramazsınız.” Hindenburg da O’na katıldı. Kayser geriye çekilip, “bunu sonra görüşelim”, demeye getirdi. Aslında Almanya bu savaşta askeri bir junta yönetiminde sayılırdı.
Kayser, 7 Ocak’ta, bu konuda bir rapor beklerken, Başkomutan Hindenburg’dan bir mektup geldi; özet cümlesi: “Gen. Hoffmann’ın rütbesi bizim altımızdadır, siyasi konularda fikir beyan etmeye yetkisi yoktur.” Hoffmann, Kayser’in emriyle Brest-Litovsk’ta dursa bile iki generalin arası düzelmeyecek şekilde açılmıştı. Kühlmann ile Ludendorff’un da arası bozuktu. Böylece siyasi bilinmezlerle dolu olarak Alman heyeti geri döndü.
Lenin, müzakerelerde Joffe’den daha kalibreli birinin başa geçmesini istedi; işi uzatmak ve partide yerleşik olan Avrupa Devrimi’ni beklemek için Troçki’den iyisi bulunmazdı; ölünceye kadar Dünya Devrimi’ne inandı, ama olmadı. Lenin aşırı gerçekçiydi, teorik ihtimallerle, mevcut bir devrimi tehlikeye atamazdı, fakat vakit de kazanmak istiyordu. “Lev Davidoviç, bu işi en iyi sen yaparsın” dedi; oyun sürmeliydi.
Önce Petrograd’dan Merkezi Güçler’e, müzakerelerin Stockholm’de yapılması teklifi geldi. Alman ve Avusturya Dış İşleri bakanları, Kühlmann ve Czernin bu teklifi reddettiler, çünkü bu şehirde yerleşmiş her türden sosyalist grupların baskısı ağır olurdu. Petrograd’daki tüm sefirler de bir boşluktaydı. Ateşkesten önceki müttefikler, İngiltere, Fransa, ABD sefirleri ne yapacaklarını bilemeden ortada dolaşıyorlardı; Rusya’yla savaş halinde olmamalarına rağmen Almanların baskısını hissediyorlardı. Troçki önce onlara Almanya ile yapılan genel bu barış müzakeresine girmesini teklif ettiyse de, kabul görmedi. Sadece ABD Kızıl Haç misyonu şefi, kanında Kızılderili izi olan Albay Robins ile Amerikan Askeri Ateşesi Gen W. Judson’u bir şekilde ikna etmeyi başardı: “Almanya demokratik bir barış istemiyor, toprak ilhakına odaklanıyor. Onların asıl istediği, bahardaki son taaruz için hammaddeler ve buğday. Bunları bulamazsa savaşı kazanamaz.”
Bu pazarlıklar sürerken Başkan Wilson 8 Ocak’ta Kongre’nin iki kanadı önünde tarihi konuşmasını, “14 Nokta” ilkelerini açıkladı. Bu konuşma sırasında Sovyet heyetinden “samimi ve dürüst” olarak bahsederken, “Dörtlü İttifak’ın siyasetinin kendi parlamentolarını temsil etmeyen askeri, emperyalist bir klik tarafından belirlendiğini” ifade etti. 14 Nokta’nın 6. Noktası Rusya’yla ilgiliydi: Rusya’nın barış içinde kendi kaderini demokratik süreçte belirlemesi temennisinde bulunuyordu. 14 Nokta’nın Brest- Litovsk’ta etkisi olmadı.
Toplantı 9 Ocak’ta, eski ekip Czernin, Kühlmann ve Hoffmann, Rus tarafında Troçki’yle başladı. Yeni gelen sadece Troçki değildi; Kont Adam Tarnowski de Polonya Kraliyet (Regency) Konseyi’ni temsilen orada bulunuyordu. Daha ilginci Ukrayna’nın Rada (Meclis) Hükümeti’ni temsilen bir takım gençlerin de ortaya çıkmasıydı. Düzen bir kez bozulunca sağda da, solda da genci ihtiyarı, aydını işçisi kendini ifade edecek bir akım, bir platform buluyor.
Nereden Çıktı Bu Ukrayna?
Temmuz 1917’de Kerensky’nin Geçici (Provisional) Hükümeti’nden Prens Lvov ve Kadetler istifa edip Bolşevik ayaklanmasının başladığı sırada, Ukraynalı bir grup entelektüel genç, Bolşevik Darbesi’nden hemen sonra, ilk fırsatta, Bolşevik Hükümeti’nin “kendi kaderini tayin hakkı”ndan yararlanarak, Kasım 1917 sonunda, Meclis (Rada) seçimi yaptılar. Meclis’in yüzde 75’ini liberal milli güçler büyük bir zaferle ele geçirirken Bolşevikler yüzde 10’da kaldı.23 Bolşevikler, kızıp eski taktikleriyle kitlelere başvurdular ve Kiev’de bir işçi-köylü kongresi topladılar. Ancak 2.000 delegeden sadece 80’i Bolşevik iken gerisi Rada merkezi gücünü destekliyordu. Bolşevik grup buradan ayrılıp Harkov’da (şimdi Harkiv) ayrı bir hükümet kurdu ve Petrograd’dan yardım beklemeye başladı.
Rada’nın seçtiği üç genç Levitsky, Liubinsky ve Sevruk Brest’e gelip konferans masasında yer istediler; büyük projeleri vardı: Galiçya’nın Ruthenya kısmını, Bukovina’yı ve bir Avusturya toprağı olan Cholm’u istiyorlardı. Bu Avusturya temsilcisini kızdırsa da Ukrayna buğdayına bağımlılık sesini kısıyordu. Alman temsilcileri Czernin’in kendilerine tabi olacağını, Troçki’ye karşı yeni bir silah bulduklarını düşünüp memnun oldular: Sovyet topraklarında bir burjuva devleti. Almanlar bunları (Czernin’in okul çocukları dediği) heyeti sofraya davet edip iltifat ettiler; onlar da Bolşevikler gibi herkesten kaçıp kendi aralarında keşiş gibi değil, diğer heyetlerle oturup, sohbete başladılar; çok sosyallerdi.
Yine 8 Ocak’ta, Czernin, Kühlmann, Talat Paşa ve Popoff, Troçki’ye karşı bir müzakere stratejisi geliştirdiler: Savunmada kalmayıp, görüşme prosedürü için ültimatom verip Troçki’yi fazla konuşturmayacaklardı. Oysa, tamamen boş Rus siperlerini, kaçan askerleri görüp morali iyice bozulmuş Troçki, bu tür oyunlara karşı şerbetli ve çok da iyi bir hatip olduğundan, konuşmaları, daha doğrusu ağır tartışmaları uzattıkça uzatıyor ve karşı heyetlerin sinirlerini bozuyordu. O’nun derdi “ne savaş ne barış” diye özetlenebilecekken, Almanlar bir an önce barış yapıp, askerlerini Batı cephesine sevk etmek, Ukrayna buğdaylarına el koymak istiyorlardı; bir tür zamana karşı yarış. Özellikle Hoffmann’ın gecikmeye hiç de tahammülü yoktu.
General 11 Ocak toplantısında kendi arkadaşlarına, Ruslara, kendi yöntemiyle, burada niçin bulunduklarını ve amacın ne olduğunu hatırlatacağını ifade etti. O’nun nasıl patavatsız biri olduğunu bilen heyet mensupları O’nu yatıştırmaya çalıştılar. Aslında General Ruslara iyice sert davranarak Luddendorff’la arasını düzeltmek de istiyordu. Kühlmann’ın Yüksek Komuta’ya hiçbir sempatisi yoktu ama Başkan olarak durumu idare etmeliydi. Ertesi gün Troçki konuşma hakkını Kamanev’e verdi, bir şeyler olacağını hissetmişti, Kamanev bilinenleri tekrarladı.
Söz Hoffmann’a verildi, General hemen karşı taaruza geçti: “Bolşevikler, kendi kaderini tayin hakkını yüksek sesle söylerken, farklı düşünenleri şiddetle bastırıp ne Ukraynalıların ne de Beyaz Rusların Anayasa Meclisleri açmalarına müsaade ediyorlar. Bunun ötesinde tüm ajanlarıyla Merkezi Güçler’in başkentlerinde ve şehirlerinde, Ateşkes Antlaşması yasak etmesine rağmen, çok açık ve şiddetli bir yıkıcı sol propaganda yürütüyorlar. Bu nedenle Alman Yüksek Komutanlığı işgal altındaki topraklarda Bolşevik propagandasına izin vermeyeceği gibi Kurland, Litvanya, Riga ve Riga Körfezi’ndeki adalarını tahliye etmeyi, idari ve teknik nedenlerle reddeder.” Troçki sazını ele alınca en ağır biçimde Hoffmann’a cevap verdi: “General, Alman hükümeti ve halkının değil, Yüksek Komutanlığı’nın sesiydi” çok uzun konuştu, zamana oynuyordu, gerçekten de Avrupa’dan devrim sesleri geliyor, Berlin, Viyana ve Budapeşte’de durum kötüleşiyordu.
Hoffmann bu sert konuşmanın kimseye yaramadığını gördü, başka bir siyasi araç bulmalıydı. Dörtlü İttifak Ukrayna Cumhuriyeti’ni tanıyıp onunla bağımsız bir devlet olarak barış anlaşması yapabilirdi. Zaten istediği tahıl, madenler vb. hepsi buradaydı. General Avusturyalılara gidip Ukraynalılarla ayrı bir müzakere açmak istediğini söylediğinde, Czernin istemese de, Viyana’daki vahim durumu düşünüp olur verdi.
Ukraynalılar (kendi dillerinden başka bir dilde konuşmak istemedikleri için Gen. Rusça bilmesine rağmen Ukraynaca konuşamıyor, İstihbarat Subayı Binbaşı Hey tercümanlık yapıyordu) eski taleplerinde ısrar ettiler. Avusturya özellikle Viyana, Krakov ve Trieste’den gelen haberler, buralarda birkaç günlük veya haftalık un kaldığını, halkın en çok ilgilendiği haberlerin de Brest’teki müzakereler olduğu şeklindeydi. Czernin çok hasta olmasına rağmen (Avusturya) İmparatoru Karl’a Kayser Wilhelm’le konuşup yardım etmesini rica ettiği gibi, Kühlmann’a da, ordu ambarlarından kimseye bir şey vermeyeceğini ilan eden General’e tesir etmesi için ricada bulunuyordu. İmparator Karl’ın mesajı şöyleydi: “İfade etmek isterim ki, Monarşi’nin ve Hanedan’ın kaderi Brest- Litovsk’ta, bir an önce barış yapılmasına bağlıdır. Kurland, Livonya ve Polonya hayalleriyle buradaki acil durumu göz ardı edemeyiz. Eğer barış olmazsa burada Devrim olacaktır. Bu çok ciddi bir zamanda verilmiş çok ciddi bir emirdir.”
Ukraynalılar durumun farkındadır. Rada’yla müzakereler başladı; Kiev, Galiçya ve Bukovina’dan vazgeçse de Cholm (districts) toprağı conditio sine qua non yani vazgeçilmez bir talepti. Hoffmann 18 Ocak’ta Viyana’ya sorma şartıyla Rada ilkelerinde anlaştı. Merkezi Güçleri bu şartları kabule iten açlık, Rusya’da da aynı şiddetle hüküm sürüyordu. Kamanev açık bir makale yazarak, açlıktan Kiev Hükümeti’ni sorumlu tuttu: “Eğer ekmek istiyorsanız ‘Rada’ya ölüm’ diye bağırın, Rada bu ihanetiyle kendi mezarını kazıyor.”
“Savaş mı Barış mı?”
Diğer taraftan Kühlmann ile Troçki arasındaki tartışmalar ikisini de tükenme noktasına getirmişti; konu sınırların çizimiydi. Gen. Hoffmann Brest’ten kuzeye doğru Polonya, Batı Litvanya ve Riga ile adaları (Letonya) Rusya’dan ayıran bir çizgi çekmişti. Troçki, “hangi ilkelerle çizdiniz?” diye sordu. General “askeri nedenlerle” cevabını verdi; Güney sınırlarının çizilmesini de Ukrayna delegeleriyle konuşacaklarını, ekledi. Troçki de Kafkasya’nın tamamen kendi kontrolleri altında olduğunu ifade edip bu kararlarla müzakerelerin biteceğini, ayrı şartlar getirildiğini söyleyerek ayrıldı: Hoffmann hükümetlerinin kabul ettiklerinden daha başka bir yola girmişti. Sonunda dış işleri bakanları araya girerek toplantıya 29 Ocak’a kadar ara verilip, Troçki’nin Hoffmann’ın mavi sınır haritasını da alıp Petrograd’a gitmesine karar verdiler.
Troçki’nin treni 18 Ocak akşamı Petrograd’a giderken Anayasa Meclisi de feshediliyordu.
Kerensky zamanında Bolşeviklerin açılmasını istediği ama azınlıkta olduğu Meclis, artık Lenin için fazla önem ifade etmiyordu: Ortodoks Marxist teoride sadece proleterya diktatörlüğü mevcuttu. [Burada bir parantez açarak, Taurid Sarayı’ndaki Anayasa veya Kurucu Meclis (Constituent Assembly) yani son burjuva demokrat meclis kapanmadan önce yapılan nihai tartışmalar ile Komünist Partisi içindeki yeniden devrimci savaşa girme konusundaki büyük kavgalı tartışmaları, yerimiz ve konumuz olmadığı için burada ele alamadım].
Devrimcilerin ümitleri, Avrupa’da kaynayan yığınların kendi hükümetlerini devirip Rusya’yla dost olmalarının, bu nedenle “ne barış ne savaş” politikasının devamıydı. Bu tezi Troçki yaratmış ve Kurucu Meclis yerine geçen Üçüncü Sovyetler Kongresi’nde de bunu savunmuştu. Lenin tartışmalara fazla karışmıyor, gerçekçi ve kurucu bir lider olarak Avrupa’da devrim olmayacağını görüyordu. Hatta, Buharin’in “savaşmalıyız” tezlerine karşı, Lenin: “zavallı yoldaş, cepheye git de savaşma imkanı var mı, kendi gözünle gör” dediği bilinir. Zaten 20 Ocak 1918’de Lenin’in ünlü 21 Tezi24 yayımlanmıştı.) Lenin derhal barış istiyordu. Ancak, benzer tartışmalar Viyana ve Berlin’de de cereyan ediyordu: “Savaşa devam mı, yoksa barış mı?”
Nasıl Bir Ukrayna?
Eski ordunun yok olmasına rağmen Kızıllar bir Devrim Ordusu yani Kızıl Muhafızlar (Red Guards) yaratmaya, bir yerleri elde tutmaya çalışıyorlardı: Helsingfors’u (Helsinki) ele geçirdikleri gibi, Troçki’nin karşı hamlesi olarak Poltava’yı, Ekaterinoslav ve Donets bölgesini ele geçirmiş Kiev’e yürüyorlardı. Harkov’daki Ukrayna Sovyet Hükümeti, Kiev Rada’sının Almanlarla yaptığı anlaşmaları geçersiz sayıp, Rada Başkanı’nı istifaya mecbur ettiler. Harkov’dan delegeleri Brest’e gönderip, müzakerelere katılmak istiyorlardı. Troçki Brest’e, yanında kendi Ukrayna delegelerini alıp geldi; Kiev Radası’nın güçlerini yenip Ukrayna’yı temsil hakkını kazanmışlardı.
Kühlmann ve Czernin, 1 Şubat’ta, üç taraflı (iki Ukrayna bir Rus delegasyonu) tartışmayı-kavgayı seyretmeye hazırdı; halkları birbirine karşı oynatmak eski bir emperyalist geleneğidir. Kiev Rada temsilcisi Sevruk kendi Ukrayna Devleti’nin Rusya’dan fiziki, siyasi ve manevi bakımdan tamamen ayrı, tamamen bağımsız olduğunu savundu. Troçki de bu hükümetin bir avuç entel ile toprak sahibinin, imtiyazlarını muhafaza etmek için Rusya’dan ayrılmak istemelerinin sonucunda doğduğunu söyledi. Ancak ikinci Rada sözcüsü Liubynski daha ağır konuştu:
“Bolşeviklerin tüm Rus halkına tam bir özgürlük getirdiği şeklinde yaptıkları gürültülü propagandalara rağmen bu sadece vulgar (bayağı) bir demogojidir. Bolşevik Hükümeti, Kurucu Meclis’i dağıtıp, kiralık Kızıl Muhafızlara dayanarak hiçbir şekilde ‘kendi kaderini tayin hakkını’ Rusya halkına bir seçimle vermeyecektir. Sadece Ukrayna değil, Don bölgesi, Kafkaslar, Sibirya ve hatta Rus halkı da bundan nasibini alacaktır. Çünkü Milli bir Devri’mden korkuyorlar…”
Toplantının sonunda Başkan Gen. Gantcheff (Sovyet) “Rada’nın bir hükümeti olmadığı için Brest’te oturduğu odalardan başka bir toprağı temsil etmediğini” ifade edip, Troçki’nin protestolarına rağmen son sözü Czernin’e verdi; O da, Merkezi Güçler adına, “Ukrayna Halk Cumhuriyeti’ni (Kiev Rada’sı) bağımsız, özgür ve egemen bir devlet olarak tanıdıklarını, böylece bu devletin uluslararası antlaşmalara katılabileceğini”, ifade etti ve Konferansı 7 Şubat’a erteledi.
Brest’te Ukrayna’nın doğum sancıları başlamışken Berlin’de, 4-5 Şubat’ta iki imparatorluğun hükümetleri ve Alman Yüksek Komutanlığı arasında daha genel konuları kapsayan kritik bir toplantı yapıldı. Gerginlikler her zaman düşmanla değil, müttefikler arasında da çıkar. Almanlar, sürekli yenilip kendilerine bir yük teşkil eden Avusturya- Macaristan’ı küçümsüyor (air of contempt) Avusturya da Yüksek Komutanlık’ın ilhakçı paranoyasından korkup nasibini alıyordu. Örneğin Ludendorff, Polonya sınırını güvenceye almak için Avusturya işgalinde bulunan Dombrowa kömür madenini Reich’in sınırına katmak istiyordu.25 Ludendorff’un düşüncesi: “Almanya bir kârı olmadan barış yaparsa, savaşı kaybetmiş sayılır.”
İşte bu mantıkla, Ludendorff Ukrayna’yla barış yapılmasını, Polonya’dan alınıp Ukrayna’ya verilecek Cholm’un transferinin şimdilik gizli tutulmasını ve Troçki itiraz ederse tekrar savaş durumuna geçilmesini istiyordu. Yüksek Komutanlık için öncelik Doğu’daki askerlerin Bahar taaruzu için Batı’ya transferiydi. Paris zapt edilince savaş bitecek, ordular yerine dönecekti.
Tekrar 6 Şubat’ta açılan Brest- Litovsk trajikomedisine gelirsek, Czernin kendi Ruthenia lideri Wassilko’yla Ukrayna Antlaşması’nın son rötuşlarını da yaparak, Rada’nın istediği Ruthenya maddesini çıkardılar; şimdi geriye kritik Rusya ile Almanya arasındaki, “kendi kaderini tayin ilkesinin” yorum farkını çözmek kalıyordu. Ruslar ayrıntılı bir prosedür öngörüp bunun, “geçici bir idari organ” tarafından uygulanmasını istiyor, Almanya ise, “her yeri ve her şeyi alabilirim” noktasına geliyordu; anlaşmak mümkün değildi. Hoffmann’ın sabrı tükenmiş, bu saçma oyuna bir an önce son vermek istiyordu.
Müttefiklerin de arası düzelmemişti; Kühlmann, Czernin ve General arasında o zamana kadarki en büyük kavga yaşandı: General, bu sınır düzeltmelerini hemen çözüp Ukrayna Antlaşması’nı imzalayarak Ruslara ültimatom verip Rusya’ya doğru tekrar ilerlemek ve yeniden teslim antlaşması yapmak istiyordu. Zaten Rada Hükümeti 5 Şubat’ta Kiev’den sürülmüş, anlaşmayı imzalayacak yetkili bile kalmamıştı.
Ukrayna Antlaşması, 9 Şubat 1918, Yeni Bir Devlet Doğuyor
8 Şubat akşamı Ukrayna Antlaşması’nın son rötuşları yapıldı; Cholm Rada’ya verildi, Ruthenia ve Bukovina, Dual Monarşi’nin sınırlarında bir Ukrayna Eyaleti olarak kaldı. Ukrayna, 1 milyon tondan daha aşağı olmamak üzere tahıl vermeyi taahhüt ediyordu. Sadece tahıl değil, yumurtadan manganez cevherine kadar her şeyi postayla (mail order)26 ister gibi, Berlin ve Viyana’ya gönderecekti veya müşteriler (becerebilirlerse) gelip, alacaklardı. Böylece, savaşın ilk barış anlaşması 9 Şubat 1918’de, ilk kez filme alınan bir anlaşma olarak, (Bavyera Prensi Leopold’un da doğum gününde) imzalandı. Dibaçe’de:27
“Ukrayna halkının Dünya Savaşı sırasında bağımsızlığını ilan ettiği, Rusya’yla savaş halindeki diğer güçler ile (Merkezi güçleri sayıyor) Ukrayna Halk Cumhuriyeti Hükümeti’nin bir Barış Antlaşması imzalayarak ebedi dünya barışına adım attığı, savaşın felaketlerini sona erdirerek halklar arasında siyasi, hukuki, iktisadi ve entelektüel alanlarda dostça ilişkiler geliştirmek istediği ifade edilip,” altında imzacı delegeler28 ve unvanları sıralanıyordu.
Madde II’de Ukrayna’ya komşu olan Avusturya-Macaristan ile Ukrayna sınırının, savaştan önceki Rusya sınırı olduğu belirtiliyor ve 2. paragrafta diğer sınırlar çiziliyor. (Bu sınırları eski coğrafi adlarıyla kayda geçirmişler; bu antlaşmanın haritasını bulamadığım gibi zaten kısa süren bu antlaşmayla sınırların bir anlamı da kalmadığını ifade etmek isterim.) Önemli olan iktisadi ilişkileri belirleyen VII. Madde’dir. Bunun 1. fıkrası ticaretin hangi parayla, nasıl hesap edileceğini ve ödemelerin nasıl yapılacağını ifade ediyor. Daha sonraki maddelerde, Rusya’yla yapılan ticari antlaşmaların yürürlükte olduğu, ayrıca bu dört hükümetle olan antlaşmalara da referans verilerek gümrük tarifeleri vb. üzerinde teknik ayrıntılar sıralanıyor; üzerinde durmuyoruz, klasik bir anlaşma mimarisi…
Sonraki iki gün çok kritiktir; işler Ludendorff’un düşündüğü gibi kolay gitmedi. Almanların Königsberg’deki (şimdi Kaliningrad) telsiz operatörleri, Rusların (Petrograd yakınındaki Tsarkoe Selo’dan) gizli haberleşmelerini deşifre edip, “civardaki Alman birliklerini, isyan ederek ve hem imparatoru hem de Yüksek Komuta kademesini ve tabii kendi subaylarını da öldürerek Rusya’yla bir Barış anlaşması yapmak istediklerini” öğrendiler. İmparator çıldırdı: Yüksek Komuta Heyeti’nin de tahrikiyle Kühlmann’a “derhal Troçki’ye bir ültimatom çekerek, Rusya’nın sadece Kurland ve Litvanya değil, Estonya ve Letonya (Livonia) üzerindeki haklarından da 24 saat içinde vazgeçmesinin istemesini” emretti.
Kühlmann adının (Sakin Adam demek) adamı olduğunu gösterip sakin davrandı. Brest’teki komutanların davranışları, dünyada Almanya hakkında yeteri kadar kötü bir propaganda oluşturmuştu; O’nun da komutanlarla arası çok kötüydü. Troçki ise anlaşma resmen haber verildiğinde sadece protesto etmiş, ayrıntılar üzerinde müzakerelere devam etmişlerdi. Troçki, Lenin ve Stalin’le görüştükten sonra Sovyet deklarasyonunu okuyacaktı; 9 Şubat, fazla vukuat olmadan geçti.
Her şey 10 Şubat’a birikmişti: Avusturya Heyeti’ne katılan diplomat Schüller’e Troçki, “Biz tüm Rusya’yla barış isteriz, siz sadece tahıl alımı için bunu yaptınız, oysa bizim de tahıla ihtiyacımız var” deyince, diplomat “eğer barış yapılmazsa Almanlar Petrograd’a yürür, sizi oradan atarlar” diye cevap verir. Troçki’nin buna karşılığı: “Almanlar buna cesaret edemezler, çünkü Almanya’da devrim olur”. Schüller “buna hiç güvenme, savaşın tehlikesi büyüktür”, deyince Troçki bunlara akşamüstü cevap vereceğini ifade ediyor. Tüm taraflar bir araya gelince Kühlmann, Bolşeviklere doğrudan saldırdı:
“Bolşevikler Alman ordusunu kendi İmparator’una ve komutanlarına karşı ayaklandırıyor, onları öldürmeye teşvik ediyordu”. Troçki “Artık karar saati geldi,” dedi ve devam etti: “Biz ordularımızı ve halkımızı savaştan çektik. Bizim köylü-askerlerimiz, toprak ağalarından alınan topraklar üzerinde, barış içinde ekim yapıyorlar. İşçilerimiz fabrikalarında hep beraber Sosyalist Devleti yaratmaya çalışıyorlar… Şiddeti savunamayız, savaşı da bırakıyoruz, fakat bu barış anlaşmasını imzalamaya da içimiz el vermiyor”. Sonra da “hiçbir devletle savaş halinde olmadıklarını, ancak ilhak amaçlı barış anlaşmasını imzalamayı reddettiklerini” ifade eden bir yazılı not bırakıp, o akşam Konferans’ı terk etti.
Kühlmann da ertesi günü Berlin’e hareket etti. Komutanlar bir an önce ateşkesin bittiğini ilan edip saldırıya geçmek, daha geniş bir güvenlik sınırı oluşturmak için İmparator’a baskı yapıyorlardı. Ancak her ülkede gıda sıkıntısı, kitleleri artık dayanılmaz bir noktaya getirmişti. Buna rağmen savaş taraftarı baskın çıkmıştı: Hoffmann’a, 17 Şubat’ta ateşkesi reddederek, Rusya’da ilerlemesi emredildi.
Ancak Almanlar, Ukrayna devletini ortaya çıkardıklarını sansalar da anlaşmanın imzasından 24 saat önce Gen. Murayev’in Kızıl Ordusu Kiev’e girip, Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti’ni kurunca, Rada, Zhitomir’e zor kaçmıştı. Avusturya hep pasif rol oynamaktan bıkınca İmp. Karl, 24 Şubat’ta, Ukrayna’ya girilmesini emretti; Kiev’in 1 Mart’ta ele geçtiği gibi, Odesa ve Kerson da Avusturya’nın elindeydi. Buna rağmen tekrar Kiev’e dönen Rada’yı oradaki Alman Komutanlığı Field-Mareşal von Eichhorn yönetiyordu; teknik olarak Kuzey Ukrayna Almanların, Güney Avusturya’nın etki alanındaydı.
Esas sorun, buradaki buğdayı ve hammaddeleri toplayıp göndermekti. 2 Mart’a kadar günde 300 kamyon tahıl göndermeyi planlamışlar, başkentlerine sadece birer kamyon gelmişti. Müttefik orduları tahıl merkezi olan Harkov’a 8 Nisan’da girdiler ve Ukrayna’da kömür olmadığını görüp, Donets bölgesini Ukrayna’ya ilhak ettiler.29 Mayıs’ta Güney-Doğu Rusya’da istemeseler de ilerleyeceklerdir. Doğu Cephesi Komutanı Gen. Hoffmann, Ukrayna için açıkça şunları yazmıştır:
“Bizim silahlarımıza dayanmasalar, buradan çekilsek Rada bir gün dayanamaz. Bu ayrılıkçı hareketin memlekette hiçbir kökü yok; halkın tamamı millet olarak kendi kaderini tayin hakkına tamamen kayıtsızdır.30 Bir grup siyasi hayalperest, Alman süngülerine dayanarak iktidara gelmiştir.” İşte Merkezi Güçler, bu kukla, derme-çatma (ramshackle) hükümetle daha başka anlaşmalar da yaptılar.
Almanya’nın Rusya’daki Son Saldırısı: “Ne Savaş Ne Barış” Masalı Bitiyor
Bu karar Berlin ve Viyana’da kimi sevinç kimi de korkuyla karşılanırken, Rusya, daha doğrusu Petrograd karar vericilerinde de çok farklı reaksiyonlara yol açtı. Bir kısmı, Troçki başta olmak üzere, Avrupa’da devrimin olgunlaştığını, işin sonuna doğru gelindiği sanarak seviniyor; savaş taraftarları ise, yeni devrimci savaşın bir an önce başlaması gerektiğini haykırırken Lenin sadece dinlemekle yetiniyordu.
Smolny Enstitüsü’nde Lenin ve Stalin’in de beraber olduğu bir konferansta, 16 Şubat öğleden sonra Brest’te kalmış olan Gen. Samoilo’dan bir telgraf geldi: “Hoffmann bugün resmi bir yazıyla ateşkesin 18 Şubat saat 12’de biteceğini ve savaşın yeniden başlayacağını, dolayısıyla benim de Brest’i terk etmemi istedi.”
Troçki eski havasında, “Hoffmann’ın saldırısını bekleyelim,” dedi ve eskiden beri belki yüz kere anlattığı hikayeleri tekrarlamaya başladı. Lenin “hayır” diyerek ayağa kalktı: “Kaybedilecek bir an daha yok. Senin teorin denendi ve başarısız oldu. Hoffmann savaşacaktır. Sorun Dvinsk’i kaybetmek değil, Devrim’i kaybetmektir. Gecikme imkânsız, derhal (bu barış anlaşmasını) imzalamalıyız.” Ünlü “ne savaş ne barış” hikayesi sona ermişti.
Hoffmann’ın mutluluğunu anlatmak gereksiz: Almanlar Dvinsk’i alarak kuzeye, Luck’ı alarak güneye doğru ilerlemeye başladılar. Buna askeri anlamda saldırı demek bile mümkün değildi: Hiçbir direnç yoktu, ya silah bırakıp gidiyorlar ya da hemen teslim oluyorlardı. Bir teğmen 6 askeriyle 600 Kazak savaşçısını teslim almıştı. General “hayatımda hiç bu kadar komik bir savaş görmedim” diyecekti. Eski Ordu yok oluyor ama yeni bir Kızıl Ordu da ağır ağır oluşuyordu.
Bundan sonrası çok heyecanlı siyasi-askeri bir süreçtir. Lenin ve Troçki’nin barış koşullarını içeren telgrafı Alman cephesine ve sonra Berlin’e ulaşacak, daha ağır koşullarla barış teklif eden Alman cevabı 23 Şubat’ta, Smolny’de, Lenin’in elinde olacaktır. “Eski ateşkes şartları ölmüştür, canlandıramayız. Rus heyeti Brest’e geldikten sonra 3 gün içinde barış imzalanmalıdır. İmzalanana kadar da savaş devam edecektir.” Tartışma konusu bile yapılmayan Alman şartları üzerinde durmuyorum.
Büyük bir kavganın parti ve Hükümet içinde hemen her organda yeniden daha da şiddetli başladığı anlaşılıyor. Tüm şartları reddedip yeniden sonuna kadar savaşmak isteyenlerin bir kısmı partiden ayrılıyor, barış isteyenler “hain” ilan ediliyor,31 Troçki eski hikayelerine, Avrupa Devrimi’ne, sarılıyor. Konuşmayan Lenin, sonunda söz alıyor: “Dikkat edin, kendi laflarımızın esiri olmayalım. Savaş sadece heyecanla kazanılmaz, teknik üstünlük de gerektirir. Bana düşman karşısında titremeyen 100 bin kişilik bir ordu verin anlaşmayı imzalamayayım… Eğer Uralların doğusuna çekilirsek 2-3 hafta direnebiliriz, ama sonra Almanlar bundan yüz kere daha kötü bir anlaşmayı bize imzalatırlar. Bu utanç verici anlaşmayı Dünya Devrimi ve onun şimdiki dayanağı olan Sovyet Cumhuriyeti’ni kurtarmak için hemen imzalamalıyız.” Rusların şartları kabul mesajı Berlin’e 24 Şubat’ta ulaştı.
Brest-Litovsk Barış Antlaşması, 3 Mart 1918
Müttefik heyetleri, Bükreş’te olan Kühlmann ve Czernin hariç, sefirler ve diğer delegelerle Brest’e 26 Şubat’ta geldiler, Rus Heyeti daha yoktu; Prens Leopold ve Hoffmann konferansı yönetecekti. Ruslar ise 28 Şubat akşamı geldiler, yeni heyette Troçki yoktu, imzalamayacağı belliydi, zaten Dış İşleri Komiserliği’nden Savaş Komiserliği’ne tayin olmuştu; iç savaşın başlıca aktörüdür. Brest’e Sokolnikov, Joffe, Petrovski, Karahan ve Troçki’nin yerine geçecek olan Çiçerin gelmişti.32 Ruslara dokümanları inceleyebilecekleri fakat bunları tartışamayacakları ifade edilmişti.33 Zaten metinlerde, Türklerin işgal ettikleri Kars, Ardahan ve Batum livalarının iadesi ve parasal tazminatın kaldırılması dışında yeni bir şey de yoktu. Ancak, bu 40 yıllık haksız ve adaletsiz Berlin Anltaşması’nın sona erip “Evliye-i selâse’nin” iadesi, Kurtuluş Savaşı’nın altyapısını ve en önemlisi Doğu Anadolu’da güvencesini oluşturacaktır.34
Pazar, 3 Mart 1918’de, saat 17’yi gösterirken Brest-Litovsk imza töreni bitmişti. Böylece Rusya nüfusunun yüzde 34’ünü, tarım arazisinin yüzde 32’sini, şeker pancarı tarlalarının yüzde 85’ini, sanayiinin yüzde 54’ünü, kömür madenlerinin yüzde 89’unu kaybetmişti. Bu sayıların bu kadar büyük olmasının nedeni tabii ki Ukrayna’nın kaybıdır. Aslında bu tablo günümüzde de geçerlidir. Belki bu bile günümüzdeki Rusya-Ukrayna Savaşı’nın nedenlerinden birini oluşturmaktadır.
Antlaşma’nın bizi ilgilendiren temel maddelerine gelirsek: (Anlaşma 14 maddeden oluşuyor) “Rusya, kendinden ayrılan (haritada gösterilen topraklarda) hiçbir hak iddia etmeyecek, (III. M.); Doğu Anadolu’da Ardahan, Kars ve Batum livalarını askerden arındırıp, bunların ulusal veya uluslararası örgütlenmesine, buradaki nüfusun istediği devleti, özellikle Türkiye’yi, seçmesine karışmayacak (IV. M.); Ukrayna Halk Cumhuriyeti’ni ve O’nun Dörtlü İttifak’la yaptığı anlaşmayı tanıyıp, en kısa zamanda bu ülkedeki askerlerini çekecek (VI. M.); İran ve Afganistan hür ve bağımsız ülkeler olup, taraflar bu ülkelerin siyasi, iktisadi bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı göstereceklerdir. Diğer maddeler Antlaşma’da olması gerekli bazı teknik ve hukuki konulara değinir.
Almanya, Antlaşma’nın onaylanması (ratification) için Rusya’ya iki hafta süre tanımıştı. Bu süre Parti ve Hükümet içinde yine büyük kavgalara neden oldu. Lenin Buharin ve Sol Komünistleri yaramaz okul çocukları gibi sırasında iyice paylıyordu ama Stalin bu isyanları onların sicillerine yazıyordu. Sonuçta Kurucu Meclis yerine geçen Dördüncü Parti Kongresi’nde,35 12 Mart 1918, Lenin barış anlaşmasını onaylattı.36 Artık iç meselelere dönme zamanı gelmişti.
Petrograd bir tarafta Almanlar, öteki tarafta Beyaz37 Finliler ve iç düşmanlarla sarılıydı. Almanlar arada zeplin ve uçaklarla bomba atıp, keşif ve taciz uçuşları yapıyordu. Başkentin Moskova’ya nakli kararlaştırıldı. Daha 1913’de Başkent oluşunun 200. yılı kutlanan Petro’nun şehri parça parça Moskova’ya nakledildi: Petersburg 205 yıl Rusya’nın başkenti olmuştu; Moskova eski-ebedi Başkentti, hâlâ da öyledir. Orası da tehlikede olursa Ekaterinburg’a taşınacaklardı; artık iç savaş başlamıştı; bu süreci anlatmıyor, Ukrayna’ya dönüyorum.
Barış Antlaşması’ndan Sonra
Müttefikleri Ukrayna’da tutan, oradaki tahılların nakliydi; bunun için 9 Nisan’da kendi aralarında bir anlaşma yapıp, Ukrayna Komutanı von Eichhorn’a yardımcı olarak, Alman Genelkurmay Nakliye Kısmı Başkanlığı’nı başarıyla yürütmüş Gen. Gröner tayin edildi. O da tüm gayretine rağmen Mart-Aralık 1918 arasında sadece 42 bin kamyon tahıl gönderecekti; köylü ekmiyor, ürünü de vermiyordu.
Toprak sahipliği yeniden getirildi, onların dilinden anlayan Ukrayna kökenli eski bir Çarlık Generali Pavlo Skoropadsky, Gröner’e yardımcı, sonra da, lağvedilen Rada yerine geçen Topraksahipleri Kongresi’nde Hetman38 ilan edildi.
Bu rejim altında toprak sahipleri, burjuvalar ve sanayiciler bir arada ekonomiyi biraz düzelttiler, tahıldan başka et ve ordunun çok istediği 140 bin atı temin ettiler. Bir cins burjuva cenneti olsa da, köylü etkin Bolşevik propagandasının da yardımıyla Eichhorn-Skoropadsky rejimine karşı çıktı: Yeni rejim onları Rusya yani Sovyet kucağına itti. Ama “kulak sınıfı” yeniden doğmuştu.39
Luddendorff’un Napolyon kompleksi, yeni krallıklar yaratmak çabasına [yazar (W-B) “Tilsit Barışı” diyor40], tersine sonuçlar verdi.41 Bu kompleks nedeniyle bir milyona yakın asker Doğu’da bağlı kaldı. Oysa, İngiliz komutanlara göre Mart-Nisan aylarında Fransız ve İngiliz orduları arasındaki bağı koparmak için birkaç süvari birliği (a few cavalry divisions) yeterliydi: 1918 yazı sonunda yarım milyon asker Batı cephesine çekilse de hem Batı’da hem de Doğu’da iş işten geçmişti.
Ukrayna Cumhuriyeti’nin Sonu
Alman askerleri çekilince Skoropadsky, iktidarı ve Kasım’da Ukrayna’nın bağımsızlığı sona erince, Büyük Rusya’nın bir parçası olduğunu ilan etti, ama artık Kiev’de duramadı ve Berlin’e kaçtı, Nazi’lere katıldı. Aralık’ta Petliura diye biri Halk Cumhuriyeti ilan etse de, O da, kısa zamanda, Şubat 1919’da, Kiev’i işgal eden Bolşevikler tarafından devrilince, Paris’e kaçtı. Artık burjuva Ukrayna macerası sona ermişti. Bundan sonrası yazının sınırları dışına taşıyor. Sovyet Sistemi uzun iç savaşta, dört bir yandan, eski müttefikleri yeni ideolojik düşmanları İngiltere, Fransa ve ABD’nin donatıp desteklediği bazı Çar Ordusu (beyaz) generallerinin komutasındaki Beyaz Orduların saldırılarını defetmeye çalışacaktır.
Sibirya’dan Kutup’a kadar savaşılsa da, en yoğun savaş alanı Ukrayna ve Polonya olacaktır. Büyük Savaş kadar kanlı ve uzun bu iç savaşta, Brest-Litovsk Barış Antlaşması, Almanya’nın 11 Kasım 1918’deki Batı cephesi ateşkesinden iki gün sonra, Sovyetlerin Merkez Komitesi tarafından 13 Kasım’da, resmen, tek taraflı olarak ilga edildi42, Almanya artık tüm cephelerden çekilmişti; o zaman doğal siyasi dinamiklerle yakın komşuları (Polonya ve Türkiye43 ile tabii, Rusya’dan ayrılan topraklardaki halklar) ve kapitalist devletler harekete geçti; işte iç savaş budur. Bu iç savaşın Ukrayna için önemli olan kısmına yani Polonya savaşına kısaca değinmek uygun olacaktır.
Polonya’nın Rusya’yı (Ukrayna) İşgali ve Sonrası
Bolşevikler, 3 Mart 1918 tarihli asıl anlaşmayı reddedince kendinden ayrılan tüm Rusya topraklarının kendine dönmesini istediler; tabii bu teknik olarak mümkün değildi. Başta Polonya, zaten eskiden beri bir devletti, yeniden kendini inşa etti. “Yeni Polonya’nın kurucusu, Devlet Başkanı ve Ordular Başkomutanı Mareşal Pilsudski sınırları küçük buluyor, Baltık’tan Karadeniz’e kadar, Litvanya dahil eski sınırlara ulaşmayı düşünüyordu; nasılsa Rusya iç savaşla meşguldü. Nisan 1919’da Belarus ve Ukrayna’ya girmeye başladı, Vilno, Minsk ve Lvov’u zapt etti. Kış müzakereyle geçti ve 1920 baharında tekrar taaruza başladı.
Pilsudski, Ukrayna milliyetçi fraksiyonu başı Petliura’yla ittifak edip Ukrayna’yı bir Polonya uydusu yapmayı düşünüyordu, 6 Mayıs’ta Kiev’i ele geçirdiler. Bu 1917’den beri Kiev’in 11. kez el değiştirmesiydi.44 Bu şehir Rus medeniyetinin doğduğu yer, “Küçük Rusya”nın merkezi ve her şeyden önce koyu Ortodokstu. Kızıllar Haziran’da Kiev’i ele geçirince durmayıp Curzon Hattı denilen Polonya sınırını geçip, Varşova’ya yöneldiler ve aldılar. Herkes Lenin’in kargaşada artık Berlin’e yürümek isteyeceğini düşünüyordu; bunu ancak Stalin, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, çok da kanlı biçimde yapacaktır. Sovyetler Varşova’yı ele geçirince, idareyi, daha sonra ÇEKA’yı45 kuracak olan Felix Dzerzhinsky’nin başkanı olduğu Geçici Polonya Devrim Komitesi’nde, komünistlere devretti.
Komünist hakimiyeti uzun sürmedi. Polonya’da komünizmden çok milliyetçilik kök salmıştı; Varşova’da ayaklanma, Pilsudsky’nin büyük karşı taaruzu sonunda 18 Mart 1921’de Riga’da (Litvanya) imzalandı. Aslında bu anlaşma, daha sonra yine Riga’da, 5 Nisan 1923’de yapılan sınırları yeniden düzenleyen anlaşmayla bugünkü Litvanya (Vilno şehri); Belarus (Brest dahil) ve Ukrayna’nın önemli bir toprağı (bugünkü Lviv şehri) Polonya’ya bırakıldı. Bugünkü sınırlar İkinci Dünya Savaşı sonunda ortaya çıkmıştır.46
Birinci Tüm Sovyetler Birliği Kongresi, 30 Aralık 1922, 4 Sovyet sosyalist cumhuriyetten, Rus, Belarus, Ukrayna ve Transkafkas’dan oluşan federasyon planını onayladı; bu plan ya da Anayasa ise 6 Temmuz 1923’de yürürlüğe girdi. Dikkat edilirse, Türkiye’nin ve Sovyetlerin kuruluş tarihlerinde bazı benzerlikler vardır: Türkiye düşmanı 1922’de denize dökerken, Rusya iç savaşı da 1922’de sona erer; Sovyet anayasası 1923’de ilan edilirken, Türkiye Cumhuriyeti de 1923 Ekim’inde ilan edildi ve 1924’de anayasasını kabul etti.
Bu gelişmelere paralel olarak, 1 Ağustos 1923, Dil Yasası ile Ukraynacanın Rusçaya önceliği (priority of Ukrainian) kabul edildi ve pek çok göçmen geri dönerek bu Ukraynalaştırma sürecine yardım etmek istedi; Sovyet eliyle bir Ukrayna Milleti yaratılmaya başlandı47; Çarlar böyle bir şey düşünmemişlerdi.48 Gen. Hoffmann da, 1918’de, henüz böyle bir milletin oluşmadığını yazıyordu. Peki, ne zaman oluştu? Bunu da bilenler araştırsın.
Son Notlar
1.E. Türkcan, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurulmasında Unutulan Bir Faktör: Brest- Litowsk Anlaşması ve Toynbee’nin Ekim 1917 Devrimi Hakkındaki Görüşleri Hakkında Bir Değerlendirme, Historia, Sayı 4, ss 25- 63, Sovyet Devrimi Sayısı, Kış 2018.
2.John W. Wheeler-Bennett, Brest Litovsk, The Forgotten Peace, March 1918, MacMillan and Co, 1938: 478 s.
3.Merkezi Güçler (Central Powers) Almanya İmparatorluğu, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu (Dual Monarşi), Bulgaristan Krallığı ve Osmanlı Devleti’dir. Bunlara Dörtlü İttifak (Quadruple Alliance) da denir.
4.Savaş sırasında İsviçre’ye sığınmış olan Lenin ile Alman Hükümeti arasında 4 Nisan 1917’de, Lenin ve yoldaşlarının Alman topraklarından “mühürlü tren”le geçip İsveç’e ve oradan Finlandiya yoluyla Petersburg’a gitmeleri için anlaşma yapılmıştı. Alman Yüksek Komutanlığı da Rusya’da sosyalist bir devrimin tüm devleti çözeceğini ve orduyu dağıtacağını düşünerek buna razı olmuştu; tahminleri doğru çıktı. Bu nedenle, özellikle Almanya’yla yapılan teslim anlaşmalarının onayları sırasında, muhalefet Bolşeviklere “Alman ajanları” diye her fırsatta yüklenmiştir. Yerimiz ve asıl konumuz olmadığı için Bolşevik Devrimi ayrıntısına girmedim.
5.Bu olaylardan bir yıl önce Kasım 1916’da Rusya’nın, 1848’den beri bir eyaleti halinde yaşayan tarihi Polonya Krallığı (Kralı olmadan) bağımsızlığını veya varlığını ilan edip Çarlıkla müzakerelere başlamışsa da bundan bir sonuç çıkmadan devrimler bu süreci bitirmiş, ama Almanya bu devleti tanımıştır.
6.Çar II. Nikolay 3 Mart 1917’de (Barış anlaşmasından tam bir yıl önce) tahtı bıraktı; ailesiyle önce Sibirya’da Tobolsk’a sonra daha batıda Ekaterinburg’a, 30 Nisan, nakledildiler, burada 17 Temmuz 1918’de, katledildiler. Son gün ve saatleri için bkz. S.S. Montefiore, Romanovs, 1613-1918, Alfred A. Kmopf, 2016, ss 627 ve ilerisi.
7.Bu şehrin temelini, Büyük I. Petro 1703’te atmış ve 1713’de St. Petersburg adıyla Rusya’nın Başkenti olmuştu. Ancak Almanya’yla savaş başlayınca, 1914’de, bir Alman takısı (burg=şehir) yerine, Rusça söylenimi Petro’nun Şehri anlamında Petrograd adını aldı; Lenin ölünce, 1924’te adı Leningrad’a dönüştü. Sovyetler Birliği çökünce de (1991) yine özgün adı St. Petersburg oldu. Biz de burada Petrograd demekteyiz.
8.Troçki tüm gizli anlaşmaları, İngiltere ile Rusya arasında Orta ve Ön Asya’daki çekişmeyi bitiren, Türkiye’yi de ilgilendiren 1907 anlaşması dahil açıkladı. Türkiye’nin, daha doğrusu Abdülhamid-i Sani’nin Rusya-İngiltere arasında oyun yeteneği kalmamıştı. Birinci Meşrutiyet, 1908, dediğimiz İttihat ve Terakki’nin, dolaylı olarak iktidara yürümesinin ana sebebi sayılır. Bu yıl Çar ile İngiliz Kralı Reval’de (Tallinn) içeriği bilinmeyen bir de özel görüşme yapmış ve Rusya, İngiltere ve Fransa’yla ittifak etmiştir. Osmanlı’yı Alman ittifakına iten nedenler arasında Avrupa’nın bu yeni şeması etkili olmuştur.
9. Kadetler, Anayasal Demokratik Parti’nin Rusça kısaltılmışı.
10. Müttefikler İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve daha sonra ABD, Merkezi Güçler’le savaşan devletlerdir. Bunlara, siyasi literatürde Anlaşmış Güçler (The Entente Powers) de denilmektedir.
11. Mogilev şehri de, Brest gibi, bugün Belarus sınırları içinde kalmıştır. Çar bu şehirde tahttan feragat kararı almıştır, 15 Mart 1917.
12. Bu Doğu Cephesi Komutanlığı, Hindenburg, Ludendorff, Hoffmann’dan oluşan HLH diye bilinen Almanya Yüksek Komutanlığı’yla karıştırılmamalıdır.
13. Sadece Türkiye’nin Zeki Paşa’yla temsil edildiğini belirteyim. Tüm bu bilgileri Wheeler-Bennett, a.g.e., ilgili bölümlerden alıyorum; sayfa numaralarıyla göz yormak istemedim, bir tür serbest tercüme gibi düşünülsün.
14. Burada sadece Rusya ve Türkiye’yi ilgilendiren bir maddeden (X. Madde) bahsetmek istiyorum: “Özgürlük, bağımsızlık ve toprakların dokunulmazlığı ilkesi temel alınarak, Türk ve Rus Komutanlıkları Pers Devleti’nin (İran) topraklarında bulunan askerlerinin çekilmesini düzenlemek için Pers Hükümeti’yle ilişkiye girecektir.” Demek ki, iki taraf da savaşı bahane edip Kuzey İran topraklarını işgal etmişlerdi. Buna rağmen Kafkasya’daki savaş-sonrası mücadelelerde, bu kez İngilizler İran topraklarından taraflara müdahale edecek, sonra çekilecektir.
15. Dual Monarşi ya da İkili Monarşi, 1867’de ilan edilmiş olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’dur.
16. Nitekim, Savaş sonunda, o da Rusya gibi milli parçalara ayrılacak (Çekoslovakya, Macaristan, Yugoslavya, Polonya devletleriyle, İtalya başta pek çok toprağını da vererek) ortada sadece Almanca konuşan Avusturya Cumhuriyeti kalacaktır. O da, Hitler’in 12 Mart 1938’deki ilhakına (Anschluss) kadar yaşayacak, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1955, bağımsızlığına yeniden kavuşacaktır; tarafsız bir devlettir.
17. Bilindiği gibi, 18. yy. sonunda Polonya, Avusturya, Prusya ve Rusya arasındaki üç partisyonla ortadan kalkmış, Avusturya da, Rusya gibi önemli bir Polonya parçasını (nüfusunu) bünyesinde barındırıyordu.
18. Kühlmann, Gen. Ludendorff’a “niçin Doğu’dan bu kadar çok toprak istiyorsun?” diye sorduğunda, “Bunları daha geniş bir alanda savaş manevrası yapmak için istiyorum” deyip, şunları eklemişti: “Almanya’nın gıda ve insan gücü ihtiyacı gelecek savaşta daha büyük olacaktır.” Açıkça Hitler’in daha sonra Hayat Alanı “Lebensraum” teorisini şimdiden ileri sürüyordu. Nitekim, 1926’da ünlü Münih Birahane Darbesi’nde Hitler’le beraber yürüyecekti.
19. HRS, His Royal Highness, Prenslere hitap tarzı, İngilizcesi. Tabii ki, Prens harekâtı yönetmiyor, tahtı temsilen sembolik bir görev üstleniyordu. Gerçek Komutan yine Gen. Hoffmann idi.
20. Burada, heyet mensupları ile bu köylü ve işçilerin diyaloglarını; onların, çoğu aristokrat olan Alman ve Avusturya delegasyon mensuplarıyla yemekte yan yana şarap içip (elle) yemek yerken çatalı sadece kürdan niyetine kullanmaları vb. komik ayrıntılara girmiyorum, tiyatro ve film konusu olur. Bu anlaşmanın Türkiye’yle ilgili olan bölümünde (Ch. 16: Brest-Litovsk: The Poisoned Chalice, ss 365-389) McMeekin bu hoş ayrıntıları da verir, S. McMeekin, The Ottoman Endgame, Penguin, 2017, s. 309 ve ilerisi. W-B’nin de bunlarla ilgili bazı ayrıntılar verdiğini gördüğümden, McMeekin’in de bu eski (1938) kitaptan yaralandığını düşünüyorum
21. Bu arada Türk Heyeti de 1878’de (93 Harbi) kaybettiği livaların (Kars, Ardahan, Batum) iadesini isteyince, Almanlar itiraz etti, çünkü onların da Courland ve Litvanya’dan çekilmeleri gerekecekti. Sonunda Nesimi Bey ikna edilerek teklif geri çekildi. Bu topraklar Barış Anlaşması’yla sahibine verilecektir.
22. Kreuznach, Alman Kraliyet Konseyi’nin ve Yüksek Komutanlık’ın olduğu kasaba.
23. Ukrayna ile Rusya arasındaki Batı’ya bağlı olmak-Batı’ya karşı çıkmak; özel durumda ise liberalizmden yana-sosyalizmden yana olmak, biçimindeki tarihi ikilem bugünkü savaş ışığında, Avrupa’ya yanaşmak-Rusya’dan uzaklaşmak hatta kaçmak şeklinde yorumlanabilir mi?
24. Lenin’in 20 Ocak 1918’de yayınlanan ünlü “Barış İçin Yirmi Bir Tez”inde, Dünya’da, özellikle Avrupa’da, (Almanya) şehirlerinde her an sosyalist devrimlerin patlayabileceği ve Rus Devrimi’yle birleşeceğini öngörüyor, bu bakımdan şimdiki anlaşmaların veya yenilgilerin, ileride çok fazlasıyla telafi edileceğini müjdeliyordu.
25. Henüz petrol alanları için büyük kavga başlamamışken hem enerji hem de demir-çelik üretimi için kullanılan taş kömürü havzaları büyük önem taşıyordu.
26. Günümüzde, internetten sipariş vermeye benzer bir düzen
27. Dibaçe (Preambule) diye yazılmasa da, bu eski usul bir Dibaçe veya Giriş’tir.
28. Tabii, Ukrayna’yı ilk tanıyanlar arasında Osmanlı delegeleri de var: Sadrazam Talat Paşa, Dış İşleri Bakanı Ahmet Nesimi Bey, İbrahim Hakkı Paşa ve Ahmet İzzet Paşa.
29. Donets-Luhansk, günümüz Ukrayna’sının parçası sayılıp, Rusların oraya işgal ettiği varsayılıyor. Oysa bu Rus toprağını Almanlar 1918’de yeni cumhuriyete katmışlardı ama Ukrayna tekrar Sovyet olunca bu ayrıntı üzerinde durulmadı; şimdi tam bir uluslararası sorundur, savaş sebebidir.
30. Anlaşılan, Ukrayna milliyetçiliği, diğer ülkeler gibi uzun kanlı bir süreçte değil, 1991’de Sovyetleri dağılması sürecinde, kendiliğinden, barış içinde doğdu ve Ruslarla gecikmiş milli mücadelesini şimdi (mi) yapıyor(?)
31. Buharin 5 Mart’ta, Kommunist Dergisi ilk sayısında Radek’e, “Savaş şeref, barış ise şerefsizliktir”, diye yazacaktır, Antlaşma imzalanmıştır bile. Stalin’in bu eski komünistleri temizlemesinin bir sebebi de Brest-Litovsk anlaşmasına karşı olmaları, daha doğrusu devrimin ek kritik zamanında hayal kurmalarıdır.
32. Türk heyetinde Sadrazam Talat Paşa, Dış İşleri Bakanı Nesimi Bey olsa da, Antlaşma!yı eski Sadrazam Hakkı Paşa ve Zeki Paşa imzalayacaktır. Savaşan taraf olmadığı için Ukrayna bu anlaşmada yoktur.
33. Aynı durum 1919’da Versailles Barış Anlaşması’nda Almanya’nın başına gelecektir: Müttefikler kendi aralarında barış şartlarını formüle edip, Alman Heyetini, sadece imza için davet etmişlerdi.
34. Bkz. E. Türkcan, a.g.m. Bu konuyu açmaktadır.
35. Birinci Kongre, Temmuz 1917’deki ayaklanmalara, ikincisi Kasım Devrimi’ne, üçüncüsü Kurucu Meclis’in feshine rastlamaktadır.
36. Brest-Litovsk Barış Antlaşması’na, Berlin’de (artık Almanya Sovyetleri tanıdığı için burada sefaret açmalarına müsaade etmiş, Joffe de Sefir olmuştur) imzalanan birek (supplementary) anlaşmayla yeni maddeler eklenmiştir I. Kısım: Sınır Komisyonu’nun yeni düzenlemeleri; II. Kısım: Rus İmparatorluğu’ndaki ayrılıkçı hareketler; III. Kısım: Kuzey Rusya toprakları; IV. Kısım: Estonya, Livonya, Kurland ve Litvanya; V. Kısım: Rusya Karadeniz toprakları, Kafkaslar hariç; VI. Kısım: Kafkaslar; (bu kısım dolaylı olarak Türkiye’yi ilgilendirse de, Ankara Hükümeti Tiflis ve Moskova anlaşmalarıyla bugünkü sınırları belirleyecektir.) VII. Kısım: Almanya Silahlı Kuvvetleri tarafından el konulan Rus savaş gemileri ve depolarının durumu, ele alınmaktadır.
37. Beyaz sıfatı, Kızıl yani Komünist olmayan, Çar’a bağlı olan veya karşı-devrimcilere verilir.
38. Hetman Don Kazaklarının başkanlarına verilen unvandır.
39. Aslında toprak sahipliği, Sovyet döneminde, NEP, Yeni Ekonomi Politikası, Lenin’in ekonomik sıkıntıyı biraz olsun hafifletmek için piyasa işlemlerine, dış ticaret ve dış yatırımlara izin veren politikası döneminde kulak denen toprak sahipleri palazlanacak, Birinci Plan 1929’da yürürlüğe girince tarımın baş ağrısı olacaktır. Stalin’in kulakları temizlemesi ayrı bir epizottur.
40. Napolyon’un sürekli krallıklar kurup, bir kısmına kardeşlerini ve akrabalarının getirdiği bilinir; burada bu devletleri ve yeni kral ve krallıkları anlatmamız uzun yer kaplar. Ancak, Tilsit’te, 1807 Temmuz, Rusya, Prusya’yla yapılan anlaşmayla Prusya’nın (daha önce aldığı Polonya) toprakları üzerinde Varşova Büyük Dükalığı kurulmuş; bazı topraklar Rusya’ya ve Saksonya’ya verilip, Napolyon’un 1806’da kurduğu Kuzey Ren Konfederasyonu tanınmıştı.
41.Ludenndorff’un bu kompleksi iki hanedana da sirayet etti: Wüttemberg Dükü Litvanya Kralı; Kayser’i kayınbiraderi Prens Friedrich of Hesse Finlandiya Kralı; II. Wilhelm ise kendine Courland Dükü unvanını; buna karşılık Avusturya İmparatoru Karl da Arşidük Eugen’e Ukrayna tacını layık görüyordu. Diğer hayali tahtların dağılımını yazmıyorum. Kısa zamanda 4 imparatorluğun tarihe karışacağı açığa çıkmışken bazı hanedanların nasıl bir hayal âleminde yaşadığının göstergesidir. (s 325 dn)
42.Ayrıca, 28 Haziran 1919’da imzalanan Versailles Barış Antlaşması’nın 116. Maddesi de 3 Mart anlaşmasını hukuken ortadan kaldırıyordu (formally annuled).
43.Aslında Bolşeviklerin Brest- Litovsk Antlaşması’nı ilk kez reddi ne garip; sonradan dost olacağı, silah ve para yardımı yapacağı Türkiye’ye verdiği üç livayla ilgili maddeyi (IV. Madde) 30 Eylül’de, tanımadığını, Osmanlı Hükümeti’ne verdiği bir notayla beyan etmişti. Bunun pratikte fazla önemi yoktu çünkü zaten Türk Ordusu, Ruslar 1917’de bölgeden çekilir çekilmez Doğu Anadolu’da hakimiyeti sağlamıştı. Haziran 1917’de Yudeniç görevde fazla kalamadı, yerine Perjevalski getirildi; Aralık’ta Rus askerlerinin 200 bini firar etmiş 40 bin asker kalmıştı. 16 Aralık 1917 Erzincan Mütarekesi’yle bu ordunun da rahatça geri çekilmesi sağlanmıştı. N. Yüceer, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nun Azerbaycan ve Dağıstan Harekâtı. Genkur. Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Bşk. Yayını, İkinci Baskı, 2002, s 13.
44.Bu 12 el değiştirmenin tarihlerini kayda geçirelim: (1) 3 Mart-9 Kasım 1917: Geçici Hükümet (Kerensky); (2) 9 Kasım 1917- 9 Şubat 1918: Ukrayna Milli Cumhuriyeti, UMC; (3) 9-29 Şubat 1918: İlk Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti; (4) 1 Mart 1918’de UMC’nin işgali; (5) 2 Mart – 12 Aralık: Alman İşgali; (6) 14 Aralık – 4 Şubat: tekrar UMC; (7) 5 Şubat – 29 Ağustos: İkinci Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti; (8) 30 Ağustos 1919: UMC güçleri; (9) 31 Ağustos – 15 Aralık 1919: Beyaz Ordu İşgali; (10) 15 Aralık 1919 – 5 Mayıs 1920: Üçüncü Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti; (11) 6 Mayıs – 11 Haziran 1920: Polonya İşgali; (12) 12 Haziran 1920’den sonra Sovyetler Birliği’ne katılım. O. Figes, A People’s Tragedy, The Russian Revolution, 1891- 1924, Pimlico, 1996, s 698 dp. Bu kesimde bu kitabın s. 696 – 704’den yararlandım. Acaba, bundan sonra ne olacak? İkinci Savaş’ta Nazi işgali; Kurtuluş; 1991’de ayrı cumhuriyet ve 2022’de, şimdilik Ukrayna’nın elinde görülüyor.
45.Cheka, Karşı-Devrim ve Sabotaja Karşı Mücadele İçin Tüm Rusya’nın Olağanüstü Komisyonu, kısaltması. Sovyetlerin ilk gizli istihbarat örgütüdür, bir polis devletinin de ilk adımıdır.
46.1945’de Birleşmiş Milletler kurulunca, Genel Kurul’da sayıca çok yalnız kaldığını düşünen SSCB, Ukrayna, Belarus ve Dış Moğolistan Cumhuriyeti’ni ayrı devlet olarak kabul ettirdi ama gerçek devlet değillerdi.
47.Acaba, V. Putin, Lenin ve Stalin’i Ukrayna konusunda bu nedenle mi eleştiriyor?
48.Encyclopedia Britannica, Ukrania maddesi, cilt 22, s 473.
Sayı: İktisat ve Toplum Dergisi 139Sayfa Aralığı: 4-21
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.