Metin Sarfati Anısına


“Aşağılamamak, nefret etmemek, anlamak…

Hüseyin Özel, Ercan Eren, Hülya Derya, Ragıp Ege, Derya Güler Aydın, Kenan Mortan, Doğan Göçmen, Örsan K. Öymen, Selma Sevinç Orhan ve Burak Atamtürk yazılarıyla Prof. Dr. Metin Sarfati’yi uğurladı.

Metin Moşe Sarfati

Hüseyin Özel

Metin Sarfati, öncelikle bir iktisadi düşünce tarihçisiydi. 2007’de kurulan İktisadi Düşünce Girişimi’nin kurucuları arasında yer alan Metin Hoca, düzenlenen hemen hemen bütün çalıştaylara sunum yaparak katıldı; girişimin yayınladığı kitapların hepsine de yazılarıyla katkı yaptı. Hoca’nın ilgi alanı daha çok, 18. ve 19. yüzyıllarda politik iktisadın ortaya çıkışı ve gelişmesi ve yerini neoklasik iktisada bırakması süreciydi. Ancak Sarfati’nin çalışmalarına bütün olarak baktığımızda, bu süreci ele alırken yalnızca iktisadi metinlere değil, aynı zamanda da felsefi ve edebi metinlere yaslandığını, iktisadın doğuşu ve gelişmesini, dönemin felsefi ve estetik artalanına dayanarak analiz ettiğini görüyoruz. Böylesine geniş soluklu bir yaklaşım, Metin Sarfati’nin iktisadi düşünce tarihine yaptığı katkıların boyutunu görmemizi sağlıyor. 

Bu çalışmaların temel analitik çerçevesi, onun ilk kitabı “‘Ekonomi Politiğin İnsanı’ ‘Kim’dir?” (Sarfati, 2010) yapıtında yetkinlikle çiziliyor. Ekonomi politiğin ortaya çıkışı ve 19. yüzyıl sonunda yaşadığı dönüşümün temelinde, yeni bir insan tipolojisinin, kendisini özellikle “ben” olarak, “özne” olarak görmeye başlayan bireyin ortaya çıkışı ve dönüşümü yer alıyor. Modernitenin temelinde yer alan, kendisini Aydınlanma’yla görünür kılan bu dönüşüm, birey olma bilinciyle özgürlük düşüncesinin gelişiminin yanı sıra, “kutsalın” bilim ve siyasetin dışına itilmesinin de bir ürünü aynı zamanda. Sarfati, “ben”in ortaya çıkışını anlatırken, Moliere’den aldığı, zaman zaman konuşmalarında da tekrarlamaktan hoşlandığı şu anekdotu aktarıyor (Sarfati, 2020: 41): 

“Moliere’in Amphitryon’unda Mercure soracaktır: 

– Orada kim var?

Sosie yanıtlayacaktır: 

Ben.

Bu kez Mercure ekler: 

Ben, kim?” 

Burada vurgulanan, “ben” kavramının tarihin özgül bir döneminde, piyasa sisteminin gelişimiyle birlikte kendisini gösteren toplumsal ve iktisadi dönüşümün bir ürünü olduğu düşüncesidir. Ekonomi politiğin bunun bir sonucu olarak ortaya çıkması da şaşırtıcı olmamalıdır, çünkü ekonomi politik, insanın hem birey hem de toplumsal bir varlık olduğu düşüncesinin gelişimiyle el ele gitmektedir. Kendi çıkarını düşünen bireyi öne alan “ben” kavramı, aslında insanın kendisini, bir cemaatin parçası olmasının ötesinde, birey olarak görmeye; toplumla çıkarlar üzerinden bağlanan, “toplumsallaşan” bir varlık olarak görmeye başladığını da anlatıyor Sarfati’ye göre. Paradoksal gözükse de Karl Polanyi’nin vurguladığı gibi, “bireyin keşfi, toplumun kişiler arasındaki ilişki olduğunun keşfidir” (Polanyi, 1935: 370). Bu dönüşüm, insanın özgürlüğünü temel bir sorunsal olarak ortaya çıkarmaktadır; bir yandan bir “özne” olarak davranmak zorunda olan, öte yandan da toplum tarafından sınırlanan insanın, özgür olma mücadelesinin, ekonomi politiğin ortaya çıktığı andan itibaren yakıcı bir sorun olarak kendisini göstermesi, bugün bile ağırlığından kaçamadığımız bu sorunun ne kadar önemli olduğunu gösteriyor bize. 

Bu gelişim sürecinin aynı zamanda iktisadın “ahlak” ve etik unsurlardan “arındığı” bir dönüşüm olduğu da açık. Disiplinin kurucusu diye bilinen Adam Smith için bile, Ahlaki Duygular Teorisi kitabında olduğu gibi, moral konular öncelikli görünüyordu. Ona göre temel bir sorun, karşılıklı bağımlılık ilişkisi olan 

bireyler için hem rasyonel hem de ahlaki bakımdan istenir davranışın nasıl olması gerektiği sorunuydu. Aslında bütün bir ekonomi politik geleneğinin temelinde, en azından 1870’lere kadar, temel vurgusunun etik olduğunu, insanın “iyi yaşama” erişmesi hedefiyle iktisadi amaçları arasındaki uyumun nasıl sağlanacağı sorunu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır (Özel, 2022). Neoklasik iktisadın ortaya çıkışıyla birlikte, bu sorunlar geri plana itilerek, iktisadın artık politik bir bilim olmadığı, yalnızca “kaynak dağıtım” sorunu üzerinde durduğu düşüncesi yerleşti. Ne var ki her durumda, iktisadın etik boyutu, üzeri kapatılmaya çalışsa da yüzünü her zaman gösteriyor; özellikle, yoksulluk ve gelir dağılımı eşitsizliklerinin çarpıcı biçimlerde arttığı bugünlerde. Metin Sarfati, bunun farkında olan ve iktisada insanı geri getirmek için varını yoğunu ortaya koyan bir iktisatçı ve felsefeciydi. 

Sarfati’nin ikinci kitabı, Uygarlığın Bunalımı, modernitenin yarattığı aynı sorunların bireyi nasıl kırılgan hale getirdiği ve onu aşabilmek için kendisine sunulan para ve servet biriktirme itkisinin tutsağı olmasını anlatıyor (Sarfati, 2014). Bu ilginç kitap, Freud ve Keynes gibi iki devin analizlerinin ortaklaştığı nokta üzerinde duran önemli bir inceleme. Freud’un bilinçdışı yaklaşımı ile para arasındaki ilişkinin nasıl “hastalıklı” (morbid) bir nitelik taşıdığı, Keynes’in de aslında kendi para anlayışının, Freud’un yaklaşımına ne kadar yakın olduğu, kitabın ilk iki bölümünde ele alınan konular. Her durumda, piyasa sistemi içinde, bireyin nasıl bir yabancılaşma içinde yaşamak zorunda olduğunun, kendisine tutunacak bir dal bulmanın güçlüğünün, yaşadığı yabancılaşmayı aşmanın ne kadar zor olduğunun, bütün bunların sonucunda da “tutma”, biriktirme davranışına mahkûm olduğunu anlatan bölümler bunlar. Bunların ardından gelen üçüncü bölümde de, ekonomi politiğe geri dönüp bu insan tipini yaratan koşulların neler olduğunu, ve “iktisat bilimi”nin nasıl bir “kırılma” yarattığının analizi yer alıyor. 

Aslında kitabın en önemli temalarından birisi, alt başlıklardan birisi olan “Eros ile Ananke” arasındaki gerilim. Eros, cinselliğin ötesinde, kendiliğindenliği ve insanın yaratıcı gücünü öne çıkarırken; Ananke, ihtiyaç, kader ve zorunluluk tanrıçası olarak insanın güçsüzlüğüne gönderme yapıyor. Dolayısıyla, buradaki temel sorun, insanın özgürlüğü ve eyleme, “fark yaratabilme” gücünün, zorunluluk tarafından nasıl kısıtlandığı, insanın özgür olmasının ne kadar zor olduğu, üstelik insandan çok, tüketimi ve serveti öne çıkaran piyasa sisteminde bu özgürlüğün sağlanmasının ne kadar zor olduğu. Son derece derin felsefi temellere sahip olan bu bakış açısı, Sarfati’nin sonraki bütün çalışmalarını yönlendiren ve bence onun Spinoza’ya olan düşkünlüğünü de açıklayan bir etken. Varlık dünyasını tek bir tözden, Tanrıdan oluşuyor diye gören, diğer varlıkların onun uzantısı (extension) olduğunu düşünen büyük düşünür Spinoza’nın “bütünlük” düşüncesine dayanan metafizik anlayışı, Metin Hoca’nın kendisine yakın bulduğunu düşündüğüm bir anlayış. Ancak bundan daha da önemlisi, metafiziğini zorunluluk düşüncesine dayandıran Spinoza’nın hem kendi yaşamında hem de siyaset felsefesinde özgürlüğü savunan, dışlanma pahasına onu gerçekleştirmeye çalışan bir düşünür olması. Sarfati’nin özellikle sonraki düşünsel yaşamını yönlendiren aynı tema, onun Spinoza’yı benimsemesine yol açmış görünüyor. Sarfati de, hem kişisel hem de entelektüel yaşamında zorunluluk ve özgürlük arasındaki gerilim ve ilişkiler üzerinde düşünen bir felsefeci oldu. Modern uygarlığın yarattığı olanak ve yıkımlar sözkonusu olduğunda, insan özgürlüğünün ve doğanın nasıl korunabileceği, onun ciddi biçimde kafa yorduğu sorunlar oldu hep.

Bu gerilim, ilginçtir, kendisini en iyi biçimde, en son kitabı olan Yahudi İnsandan İnsan Yahudi’ye (Sarfati, 2022) başlıklı çalışmasında gösteriyor. Metin Sarfati’nin magnum opus’u olarak değerlendirilebilecek olan bu kitap, ilk bakışta fark edilmese de, aslında diğer kitapları ve yazdığı öteki makaleleri ile konuşmalarında kendisini sürekli duyuran felsefi sorunları, bütünlükleri içerisinde ele alıyor. Daha çok Şalom gazetesinde yazdığı yazılardan derlenen bu kitap, genel olarak Yahudilik ve Türkiye Yahudileri hakkında zengin tarihsel ayrıntıları, derin bir felsefi kavrayışı ve kapsamlı bir hümanizmi içeriyor. Kitabın temel düşüncesi, insan olmak ve Yahudi olmak arasındaki ayrımın yarattığı olanak ve gerilimler. 

Yahudilerin kendi tarihleri boyunca, Helenistik Dönem’de, Endülüs’te, Aydınlanma’da ve modern dünyada hep kendisini gösteren olanak ve gerilimler bunlar. 

İlk bakışta kitapta anlatılanlar Yahudi olmayanlar ve tabii iktisatçılar açısından ayrıntı gibi görünse de, Sarfati’nin çalışmalarını yönlendiren, insan özgürlüğü, uygarlığın özgürlük ve doğa için ortaya çıkardığı yıkıcı etkiler gibi önemli sorunlar, bu kitabın da çerçevesini belirliyor. Kitabın başındaki, “Aaılamamak, nefret etmemek, anlamak” epigrafı, Metin Sarfati’nin hümanizm anlayışını da açıkça ortaya koyuyor. Bu hümanizm aslında, sadece insanı kapsayan bir hümanizm değil, doğada bulunan bütün varlıkları da içeriyor. İnsanın doğanın bir parçası olduğu, doğayı yok etmesinin aslında kendisini yok etmesi demeye geldiğini kavrayan bu hümanizm, insanı insanlıktan çıkaran her türlü etkene, özellikle de insan “uygarlığının” yarattığı yıkıma karşı durmayı gerektiriyor. Bu yüzden bu kitabı, bir entelektüelin hem kendisi hem de genel olarak insanlık için özgürlüğe erişme çabasının önemli bir parçası olarak görmek gerekir. Bu Yahudiler için de geçerli Sarfati’ye göre: “Yahudi, kurtuluşunu salt kendinde ve kutsalında bulacağını düşündüğü için düş kırıklıklarından ibaret oldu tarihi. Yahudi’nin kurtuluşu insanlığın kurtuluşundan soyutlanamaz” (Sarfati, 2022: 177). Bu yüzden ona göre, “Yahudi-İnsan”, öncelikle insanlığını duyumsayarak, kendisini “İnsan-Yahudi” olarak görmelidir. “Kurtuluş” ancak hep birlikte, bütün insanların, doğanın bir parçası olduklarını unutmadan, özgürlüğe ulaşmak için çalışmasıyla mümkündür. Başka türlü, yeni Auschwitz’ler ve nükleer kışlar ya da çevre felaketleri görmekten kaçınmak olanaksızdır. 

Metin Hoca bir entelektüeldi. Sözcüğün bütün önemli anlamlarıyla. Bağımsızlık, dışlanma tehdidi, insanları huzursuz etme pahasına onları sarsmak, kendilerine getirmek, bu yüzden de bedel ödemeye hazır olmak gibi… Ancak onun için entelektüel olma, yalnızca bilgiye yönelik bir merak sonucunda değil, aynı zamanda, hem kendi yaşamı hem de insan türü için bir tür “yaşam kılavuzu” arayışı anlamı taşıyordu. Bu bakımdan onun için en önemli insani sorun, defalarca vurguladığı gibi, özgürlüğün elde edilmesi ve korunması sorunudur. Onun Spinoza’ya yönelik ilgisinin en önemli kaynağı da bence bu. Sarfati için Spinoza, özgürlük arayışında benimsediği, insanlığını ortaya koymak bakımından kendine seçtiği bir kılavuz idi. Spinoza, hem özgürlük konusundaki görüşleri hem de kendi cemaatinden kovulmayı göze alma pahasına gerçekleri söyleme cesaretine sahip olması bakımından, Metin Hoca’nın en çok değer verdiği düşünürdü. Bu da bir rastlantı değil, çünkü ikisini birleştiren önemli bir özellik, Yahudi olmalarının ötesinde, gerektiğinde kendi cemaatlerine ters düşme tehlikesini de göze alarak gerçekleri ve özgürlük istemlerini yüksek sesle söylemekti. Bu entelektüel cesaret, Metin Hoca’nın da temel özelliklerinden birisiydi. Onun son kitabı, bir yandan kendi Yahudi kimliğini yadsımadan özellikle Türkiyeli Yahudilerin dikkatini çekmeye çalıştığı sorunların, entelektüel olmanın, insanı ve doğaya öncelik vermenin, insan özgürlük isteminin en yüce amaç olduğu fikrinin dile getirilmesi yönünde önemli bir çabaydı. Bunu her şeyden önce bir Yahudi entelektüel olmanın sorumluluğu diye görüyordu Metin Hoca: 

“Spinoza’dan Marx’a, Yahudi’nin kendisini ve içinde yaşadığı toplumu onurlandıracak bir süreç yaşanmamıştır beş yüz yıldır bu toprakların Yahudi toplumunda. Bu toprakların Yahudi toplumunda çokça övünülen ve artık usandıran bu ‘500 yıllık misafirlik’ söylemi yerine bu çoraklığın nedenlerine eğilmek belki daha anlamlı olacaktır. İllüzyonist bir konuk olma ve edilme söylemi belki böyle aşılabilecektir. Entelektüelin çabasıyla olabilecektir bu.” (Sarfati, 2022: Notlar).

Bu söyledikleri, yalnızca Türkiyeli Yahudiler için değil, hepimiz için önemli bir uyarı; çünkü entelektüel çoraklaşma, bu toprakların en büyük sorunlardan birisi olmayı sürdürüyor hâlâ. Metin Hoca yaşasaydı, 

hem Yahudiler hem de bizler için önemli düşünsel katkılarını sürdürecekti. Yine de anısı bizler için kutsama niteliğinde; içimizdeki iyiliği yitirmemek için yazılarına yaslanmayı sürdürmemiz gerekiyor: “Yehi zichra baruch” Metin Moşe Sarfati. 

Göndermeler

Özel, Hüseyin (2022), “Politik İktisat,” İktisat ve Toplum, yıl: 12, sayı 140, Haziran, s. 30-47. 

Polanyi, Karl (1935), “The Essence of Fascism,” in Christianity and The Social Revolution, J. Lewis, K. Polanyi, D.K. Kitchin (eds.), London: Victor Gollancz Ltd.,, s. 359-94.

Sarfati, Metin (2022), Yahudi İnsan’dan İnsan Yahudi’ye, Ankara: Efil Yayınları. 

Sarfati, Metin (2014), Uygarlığın Bunalımı: Psikanalizin ve İktisadın Kavşağında Bir Analiz Denemesi, İstanbul: Arvana. 

Sarfati, Metin (2010), “Ekonomi Politiğin İnsanı” “Kim”dir? İstanbul: Der’in Yayınları.

ECONHARRAN, 2017, Urfa: Ömer Faruk Çolak, Metin Sarfati, Hüseyin Özel.

ECONHARRAN, 2017, Urfa: Ömer Faruk Çolak, Metin Sarfati, Hüseyin Özel.

 


 

İktisadi Düşüncede Metin’le yoldaşlığım 

Ercan Eren

Metin Sarfati’yi İktisatçılar Haftası’nda tanıdım. Hafta, The Marmara Oteli’nde düzenleniyordu. Ortak arkadaşımız Osman Çetinkaya tanıştırmıştı bizi. Her ikisi de haftayı düzenleyen İFMC’de çalışıyordu. Cemiyet’te düzenli seminerler düzenlemek ve İktisat Dergisi’ni etkin hale getirmek istiyorlardı. İsteklerinin daha gerçekçi olmasını, ayaklarının yere basmasını söylediğimi hatırlıyorum. Sanırım sözlerimden biraz alınmış ve belki kızgınlık duymuştular.

Sarfati, benim İktisatta Yöntem kitabımı ve özellikle İktisat Dergisi’nde yayımlanan makalelerimi okumuştu. Benim de İFMC’de aktif olmam için çaba gösterdi. İktisat Dergisi Yazı Kurulu’na davet etti. İFMC’de çok çeşitli vesilelerle birlikte olduk; konferans, söyleşi, panel, vb. Bunların çoğu İktisat Dergisi’nde ve cemiyetin çıkardığı kitaplarda yayımlandı.

İktisadi düşünce tarihi ve iktisat metodolojisine ilgim malumdur. Bunun yanında özellikle makro iktisat ve güncel iktisadi gelişmeleri de yakından takip ederim. İki ilgi alanı arasında dengeyi bulmamda, Metin’in önemli bir katkısı vardır.

İktisadi Düşünce Girişimi (İDG), arkadaşlığımızda önemli bir yere sahipti. İstanbul dışındaki çalıştayların büyük kısmına birlikte gittik ve uzun sohbetler ettik. İDG, çalıştay kitaplarının çoğunda makalelerimiz yayımlandı. “İktisatta Yeni Yaklaşımlar” kitabını birlikte derledik.

Hem benim hem onun için zannediyorum Hacettepe ve Pamukkale üniversiteleri önemli bir yer tutar. Her iki üniversitedeki ortak arkadaşlarımızın da etkisiyle, düzenlenen toplantılara genellikle aynı zamanlarda katıldık.

Sevgili Metin’le ortak bir buluşma noktamız da Efil Yayınevi ve İktisat ve Toplum dergisidir. İkimiz de derginin en çok yazan yazarlar kulübü üyesiydik. Efil Yayınevi’nden onun ve benim kitaplarımız yayımlandı. 

Yıldız Teknik Üniversitesi’nde düzenlediğimiz birçok toplantıya konuşmacı olarak katıldı. Aynı zamanda doktora jürilerine katıldı. Bir dönem de ders verdi.

Onun hem doçentlik hem profesörlük atama jürilerinde yer almak, benim için çok kıymetliydi, mutlu etmişti beni. 

Bütün bunların yanında, birçok ortak noktamız olmakla birlikte, birçok konuda anlaşmazlık içindeydik. Bunların başında iktisada bakış açımız gelir. Metin, politik iktisat dışındaki alanlara şüpheyle yaklaşırdı. Felsefe ve özellikle B. Spinoza özel ilgi alanıydı. İktisatta matematik kullanımına ve ekonometriye şiddetle karşı çıkardı. Aynı şekilde kompütasyonel yöntemlere karşı da şüpheciydi. Birçok toplantıda, bu konularda tatlı atışmalarımız olurdu.

2022 Temmuz’unun ummadığımız çok erken bir zamanında seni uğurluyoruz. Işıklar içinde uyu dostum. Seni hep özleyeceğim.


 

Hülya Derya

Kavgayla başlayan dostluğumuzda, benim hayatıma öyle bir dokundunuz ki sizin ışığınız benim yolumu aydınlattı. Entelektüel bakış açınızla, zarafetinizle, hümanistliğinizle bana örnek oldunuz. Sizi tanımakla kendimi şanslı sayıyorum. Işıklar içinde uyuyun MOŞE Hocam. 


 

 

Metin Hoca için

Ragıp Ege

Metin Hoca’yı “İktisadî Düşünce Grubu”nun ilk çalıştayında tanıdım; daha sonra bütün çalıştaylarda birlikte olduk. Galatasaray’da öğrenim yaptığını o zaman öğrendim. Benden genç olduğu için kendisini okulda tanımamıştım. Daha ilk karşılaşmamızda soyadı doğallıkla dikkatimi çekti. Benim ilk eşim de bir İstanbul Yahudi ailesinden geliyordu. İlişkimiz yeterince geliştiğinde, kendisine, benim çocuklarımın da anadan Yahudi olduklarını söyledim; çok ilgilendi. Dolayısıyla aramızdaki sevgi ilişkisi yalnızca iktisadî düşünce alanına duyduğumuz ortak ilginin ötesinde, “Yahudilik sorunsalı” diye adlandırmayı uygun gördüğüm alan içinde gelişti. Yahudilik konusunda kendisine ilk söylediğim şey, benim gözümde, çağdaş dünyayı, çağdaş düşünceyi bir ölçüde anlayabilmenin temel koşullarından, hatta temel koşulunun, 20. yüzyılın tanık olduğu korkunç soykırımları, özellikle Shoah’yı düşünmeye çalışmak olduğuydu. Bu konuda bütünüyle anlaşıyorduk, doğallıkla. Bana, Türkiye Yahudilerinin yaşadığı güçlükleri, hedef oldukları baskıları, kendi ailesinin hangi trajik koşullarda Edirne’yi terk ederek İstanbul’a göç etmek zorunda kaldığını ayrıntılarıyla anlattı. Yahudi düşmanlığının Türkiye’de büründüğü kılığı somut örneklerle kendisinden öğrendim. Bu düşmanlığın üniversite yaşamında da önüne çıkardığı güçlüklerin, dışlamaların kendisini ne denli üzdüğünü, hırpaladığını yüreğim sızlayarak, bir biçimde utanarak, dinledim kendisinden. 

Ölüm haberini Ercan Hoca’nın bir mesajıyla öğrendiğimde gözlerime, kulaklarıma inanamadım. Hiç şüphesiz yanılıyorum diye mesajı tekrar tekrar okudum. İnanamıyordum, hâlâ inanamıyorum. Hâlâ, bir türlü bitemeyen yürek daraltıcı kötü bir rüyadan kurtulmayı, yeniden bildik yaşama, sevdiklerimizle birlikte sürdürdüğümüz her günkü yaşama dönmeyi bekliyorum sanki. Önümüzdeki Eylül ayında yeniden düzenli biçimde düzenlemeyi arzuladığımız çalıştay etkinliğinde Metin Hoca’ya götürmek istediğim bir öneriyi hiçbir şey olmamış, hiçbir şey, henüz, geriye dönüşsüz biçimde bitmemiş gibi kafamda geliştirmeye çalışmaktan kendimi alamıyorum. Son zamanlarda Engels üzerine yaptığım bir çalışmada Moses Hess adlı düşünürün kişiliği çok dikkatimi çekmişti, hemen Metin Hoca’yı düşünmeye başlamıştım. Moses Hess’in Engels üzerinde, bir ölçüde de Marx üzerinde etkisi büyük olmuş. Öyle ki, Engels’i komünizme yönlendiren kişilik bu düşünür olmuş. Ödün vermez bir kararlılıkla hem özel mülkiyet hem din karşıtı katıksız bir tanrıtanımaz devrimci olan Moses Hess, aynı zamanda “Yahudilik sorunsalı”nı derinlemesine sorgulamış ve çözümlemiş bir kişilik. Felsefî ve varoluşsal düzeyde son derece kapsamlı bir proje geliştirmiş: Spinoza ile Hegel’i bir sentez içinde birleştirmeye çabalamış. Hess’in projesi, Hegel’in Spinoza’yı bütünlediği varsayımından hareket ediyor. Spinoza düşünsel yaşam ile maddi, fiziksel yaşamı birleştirmeyi amaçlıyor. Hess’e göre Hegel’in felsefesi bu amaç yönünde sürdürülen en yetkin düşünsel çaba. Spinoza “düşüncelerin düzen ve bağlantısı, nesnelerin düzen ve bağlantısının aynıdır” diyor. Hess, Hegel’in, Ruhun Fenomenolojisi’nde, bu “aynılık”ın olanaklılık koşullarını derinlemesine irdelediğini, düşünce ile fiziğin ne tür bir serüven sonucu örtüşüp özdeşleştiğini gözler önüne serdiğini düşünüyor. Hegel, “hakiki olan yalnızca töz (cevher, substanz) değil, aynı zamanda özne’dir (subjekt)” derken kapalı olarak Spinoza’ya gönderme yapar. Metin Hoca’ya Hess’in bu projesini yakından inceleme önerisini yapmak istiyordum. Önümüzdeki çalıştayda kendisine: “Sen, şu ya da bu nedenle Spinoza’ya takılmışsın, ben, Strasbourg’ta Bataille-Derrida damarından beslenerek Hegel’e takıldım. Gel oturalım, birlikte Moses Hess’in Spinoza-Hegel sentezinin akıl yürütmelerini, kanıtlarını inceleyelim; hem kendimizi daha iyi anlayabiliriz belki hem de sevgimizi güçlendiririz.” demek istiyordum. 

Şu bir türlü bitmeyen karabasandan kurtulup uyansam da heyecanla beklediğim İstanbul Çalıştayı’nda Metin Hoca’ya bu önerimi götürsem… 


 

Metin Hoca’nın Don Kişot ve Sanço Panza Bibloları

Derya Güler Aydın

 

Cervantes’in ünlü romanında Don Kişot1, kendisini şövalye olarak önce biçimsel olarak var eder ve ardından küflü bir zırh, kartondan bir miğfer ve yaşlı cılız atı Rocinante’yle yollara düşer. Don Kişot bu seyahatlerinde, değişen yeni dünyayı görmezden gelip eski düzeni istemektedir. Don Kişot’un maruz kaldığı yenilgi, dışlanma, alay edilme halleri esasında içinde bulunduğu yeni ekonomik ve toplumsal yapıya ne kadar yabancı olduğunun göstergesidir. Cesaret, azim, eşitlik duygusu ve sadakat onu eski dönemlerdeki şövalyeler gibi kahraman yapmak yerine küçümseyici ve alay edilen bir duruma sokmaktadır. Çünkü bu çağda yükselen yeni değerler vardır ve Don Kişot’un ideal dünyasına ait değerler, ne yazık ki artık geçmişte kalmıştır. Belki de bu nedenle Don Kişot’un eylemleri iktisadi açıdan irrasyoneldir ve esas amacı o yüzyılda tohumları atılan kapitalist düzen içindeki yeni bir anlam arayışıdır. Kapitalizmle birlikte değişen değerler karşısında Don Kişot’un yenilgisi çoğu düelloda kaçınılmaz olsa da aslında bu yenilgi, onun tüm benliğiyle toplumsal bir varlık olmasının sonucu olarak düşünülebilir.

Metin Hoca’yla yaklaşık üç yıl kadar önce bir programda “400 yıl sonra Don Kişot: Neden Hâlâ Seviyoruz?”2 isimli bir söyleşi yapmış ve Don Kişot üzerine konuşmuştuk. Programa getirdiği Don Kişot ve Sanço Panza bibloları daha program başlamadan heyecanlandırmıştı bizi. O söyleşi esnasında fark etmiştim, Don Kişot’un idealleri ile Metin Hoca’nınkiler arasında bir duygu ortaklığı olduğunu.

“Ölümsüz gençliğin şövalyesi

Ellisine uyup yüreğinde çarpan aklına…”

(Nazım Hikmet, 1947).

Nazım Hikmet’in bu dizelerinde olduğu gibi Don Kişot’ta akıl ve duygu, tin ve madde, iyi ve kötü dualizmi yerine akılla duygunun birliğini3 görebildiğimiz bir idealizm söz konusudur. Bireyin varoluşu bağlamında, yaşadığı geçiş döneminin felsefi bir eleştirisini sunan Don Kişot, İspanya’daki yeni değerlere ve dolayısıyla değersizleşmeye şövalyevari bir başkaldırının romanı olarak da düşünülebilir. Bu nedenle aslında Don Kişot denilince akla ilk olarak kuşkusuz “şövalye”lik kavramı gelir. Avrupa’da şövalyelerin aristokrasiyi koruma, tarımda yeni teknolojiyle gelişen çift sürmeyle birlikte artık değere ulaşan köylüden daha fazla vergi toplamak gibi askeri, siyasi ve ekonomik anlamda önemli görevleri vardır. Aynı zamanda şövalyelik, yiğitlik, cesaret, erdem, dürüstlük, samimiyet, sadakat, zulme karşı durmak gibi üstün nitelikler içeren bir unvandır. 

Don Kişot’a göre şövalye herkese hakkını verebilmek için hukukçu, doğru açıklamalarda bulunabilmek için dinbilimci, yaralıları iyileştirebilmek içim hekim, gece saatin kaç olduğunu bilmek için astrolog ve her durunda matematik bilmelidir. Hem zanaatkâr hem de sadık, dürüst ve cömert olmalıdır (Cervantes, 2006: 554). Bu açıdan değerlendirildiğinde, Don Kişot’un düşün dünyasında şövalyelik, toplumsal varoluşa bütüncül ve felsefi bir bakış açısıyla yaklaşmak biçiminde karşımıza çıkar, tıpkı Metin Hoca’yı dinlediğimiz pek çok söyleşide olduğu gibi. 

Don Kişot için ideal dönem, eski (feodal) iktisadi ve toplumsal yapıyı ifade ederken, büyünün bozulduğu dönem, modern kapitalizmin tohumlarının atıldığı, araçsal akılla bireyin pasif hale geldiği çağdır. Bu modern akıl çağının sosyal bilimlerde birey açısından neden olduğu önemli bir ikilem vardır: Bir yanda bireyin özgürlüğü, eşitlik arayışı ve ilerleme fikri, diğer yanda doğa bilimlerinin epistemolojisine sıkıştırılmış soyut insan kavrayışı. Modernitenin belki de en önemli problemlerinden birisi birey odaklı olmasına rağmen aklın, özellikle iktisattaki gibi araçsal akla indirgenerek, bireyin toplumsal 

varoluşunun yerini maddi varoluşunun almasıdır. Don Kişot, Altın Çağ dediği dönemde okuduğu şövalye romanlarındaki düşün peşinden giderken önce kendini var eder, sonra düşünün izlerini sürer. Metin Sarfati’yle ilk ciddi tartışmamızın ve tanışmamızın iktisadın araçsal aklına yönelttiğimiz ortak eleştiriyle başlamış olması, bu açıdan oldukça anlamlıdır. 

“…benim sözünü ettiğim edebiyattır. Bunun da amacı adaletin dağılımını mükemmelleştirmek, herkese hakkını vermek, iyi yasalar yapmak ve bunların kollanmasını sağlamaktır. Ne var ki hedefi selamet olan silahşörlüğün amacı kadar övgüye layık değil.” (Cervantes, 2006: 333). 

Kısaca Don Kişot’un gezgin şövalyeliği ile Metin Sarfati’nin verdiği entellektüel çaba aslında ortak bir meydan okumadır yeni çağ ile yozlaşan değerlere. Don Kişot, akıllı bir hayalperesttir ve bu yönüyle araçsal aklın bireyin toplumsal varoluşundaki tahakkümünü reddeder. Bu noktada Don Kişot’un irrasyonelliği devreye girer. 

“Kim olduğumu biliyorum, ne olabileceğimi de biliyorum.” (Cervantes, 2006: 72).

“Pekâlâ hatanı düzeltmen, bundan böyle bu kadar (bireysel) çıkar koşmaman şartıyla seni affediyorum; gönlünü ferah tutmaya çalış, umudunu yitirme, cesur ol ve gecikmiş olsa da imkânsız olmayan vaatlerimin gerçekleşmesini bekle.” (Cervantes, 2006: 623) diyerek Don Kişot, sadece romanın diğer kahramanı Sanço’yu değil, modern kapitalist toplumun değerleri içinde sıkışmış olan rasyonel bireyi edebiyatın diliyle uyarmaktadır. Bu uyarı, aynı zamanda insanın toplumsal bir varlık olduğu, tarihsel, kurumsal ve kültürel süreçlerle beslendiği bir kavrayışı, yani Metin Hoca’nın “Ekonomi Politiğin İnsanı Kimdir?” başlıklı kitabında sözünü ettiği insanı, yeniden düşünmeye imkân sunmaktadır. 

Sevgi, saygı ve rahmetle…

Kaynakça

Cervantes, M. S. (2006). La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote, Cilt I-II, Çev. Roza Hakmen, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. 

Güler Aydın, D. (2019). “İrrasyonalitenin Rasyonel Değerler Üzerinden Düşünülmesi: Weber-Tanpınar Buluşması” İktisat ve İnsan Çalıştayı, Hacettepe Üniversitesi, Ankara. 

Güler Aydın, D. (2021), “La Manchalı Yaratıcı Asilzade Don Kişot’un Politik İktisadın İnsanı Üzerinden Düşündürdükleri”, Politik İktisadın Bilgesi, İşaya Üşür’e Armağan, A. A. Eren and Sert M. (der.) içinde Mülkiye Yayınları.

Ran, Nazım Hikmet. (2007). Bütün Şiirleri, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

Sarfati, M. (2009), Ekonomi Politiğin İnsanı Kimdir?, Derin Yayınları, İstanbul. 

Son Notlar

  1. Bu yazıda kullanılan malzeme, “La Manchalı Yaratıcı Asilzade Don Kişot’un Politik İktisadın İnsanı Üzerinden Düşündürdükleri” isimli makaleden alınmıştır. “Politik İktisadın Bilgesi” isimli kitap, İşaya Üşür’e armağan olarak 2021 yılında basılmıştır.
  2. 2019 yılında yayınlanan söz konusu söyleşi, Medyascope üzerinden çevrimiçi izlenebilir. 
  3. Metin Hoca ile “İktisat ve İnsan” (2019) başlıklı bir çalıştayda konuşmuştuk akıl ve duygu birliğini; ve sonrasında karar vermiştik Don Kişot üzerine konuşmaya. Aklın ve duygunun birliği: Duyarlılık ve onunla gelen incelik, yanılmıyorsam Hoca’nın üzerinde titizlikle durduğu kavramlardan biriydi.

 

In Memoriam: METİN SARFATİ DOSTUM…

Kenan Mortan 

Prof. Dr. Metin Sarfati’yi sonsuzluğa yolcu ettik… Metin, iktisatçılığın ötesine geçmiş, iktisat felsefesi yapan, kendi de filozoflaşmış bir dostumdu. Verimli kaleminden çokça eser çıktı ama Burak Atamtürk’le birlikte yazdığı “İktisat Sadece İktisat Değildir” (Efil Yay., 2015) eseri özellikle iz bıraktı. 

Medyascope‘ta yaptığı “Görünen ve Görünmeyen” adlı 25 derin söyleşide “haz ve tüketim toplumu”nu didikledi, insan özünü bıkmadan irdelemeye çalıştı. Kayıtlara baktım, son kaydında “Bir Trajedi Olarak Nükleer Denge” konusunu 13 Mart 2022’de ele aldığına göre, melun hastalığın ona izin verdiği son ona dek işlek aklını kullanmış.

“Lâik ve Sorgulayıcı Aklın” isim babalarından filozof Baruch Spinoza (1632-1677) Metin‘in amentüsüydü, onun alet kutusunu hiç elinden bırakmadı. “Bir özgürleşme etiği” dediği Etika’yı rehber alarak, son 20 yılında düzenli ve sistemli olarak “varlık sorunu”nu araştırmaya yöneldi. Günümüz kapitalizmindeki “sonsuz arzu”nun nedenlerini aradı. Onun ifadesiyle “Arzu bireycidir, neş’e ise kolektiftir, yayıldıkça artar. Umutsa, korkunun arka yüzüdür, bu yüzden umut beslenir ama hayaller üzerine kurulamaz.”

2022’de Efil’den yayımladığı son eseri Yahudi İnsandan İnsan Yahudi’ye’de Spinoza’nın özgürlüğe doğru yolculuğunu esere sinmiş buluruz, özgürlük eserde ana izlektir. “Aşağılamamak, nefret etmemek, anlamak” şeklindeki giriş cümlesi, tüm eserin nirengi noktasıdır. 

Bu eserde Metin kendi sözleriyle “Yahudi Olmayan Yahudi”yi arar. “Anadolu’da 2000 yılı aşkındır var olan Yahudiliğin yaşamından portreler” çizer. Bu topraklarda Yahudi olmanın yazgısının “düşük profil içinde yaşamak temel bir var olma biçimi” olduğunu öğreniriz. 

Son eserini kızı İdil‘e –İdylle şeklinde yazmış– ithaf etmişti. Ona çok düşkündü, telefon görüşmelerimizin ağırlık konusunu kızı İdil ve onun eğitim sorunları oluştururdu.

İktisadı çok iyi sindirmişti, mikro iktisadı çok analitik olarak algılıyor ve anlatıyordu, ama neo-klasik iktisadı sevdiğini hiç söyleyemem. 

Nedeni açık: İktisat, sosyal gerçekliği algılmakta yeterli değil…

Haksız mıydı? 

Devam edeyim, zira neo-klasik iktisadı bam telinden yakalıyor: İktisadın egemenliğindeki dünyada iyinin varoluş koşullarını oluşturma üzerine düşünmeye zaman kalmamıştır… 

Yaşamı sade, eskilerin “münzevi” dediği türdendi. Evinin bulunduğu semti bile bilmezdim, buluştuğumuzda iki lokma dışında bir şey yediğini hatırlamıyorum. Emin değilim, ama vejetaryen olduğunu da sanıyorum. 

Yine de yalnızlığı yeğlemesi, onu “toplumcu” olmaktan alıkoymuyordu. Mezunu olduğu İktisat Fakültesi’nin Mezunlar Cemiyeti‘nin çıkardığı İktisat Dergisi’ni yıllar yılı o sırtladı desem yeridir. 

Son yıllarında onu toplumdan belki çok fazla yalıtılmış ama buna karşılık çok üretken bir çizgide gördük. 2010 sonrasındaki dört özgün eser ve editörü olduğu derleme, bunun kanıtı. 

Efil Yayınevi Ailesi’nde yer alması onu çok mutlu etmişti. Yayıncılığın birer-ikişer kuruduğu bir ortamda, Metin, İktisat ve Toplum’un velût bir yazarı oldu. 

Metin ve Sarfati ailesinin Anadolu topraklarında sıkıntılı bir geçmiş yaşadıklarını söylemem gerek. 

Ana-babası, 1934’de Edirne’den İstanbul’a göçe zorlanmış binlerce Yahudi ailesinden birisiydi. Annesinin İstanbul merkezinde bulunan evinin kapısı bilinmeyenlerce çalınıyor, zaman zaman taş atılıyordu; bunu, onun ağzından işittim. 

Bütün bunlar Metin‘in içine hiç sinmedi, anasını aldı İsrail’e taşıdı, kardeşinin yanına teslim etti. 

Çalıştığı akademik kurum yöneticisinin ona “Siz bizim misafirimizsiniz!” sözleri üzerine, 550 yıllık geçmişe sahip bir toplumun üyesi olarak o gün “istifa mektubu” yazdı ve bu kurumdan ayrıldı. 

Ölümünde İsrail’e nakledilmek şeklindeki vasiyetinin nedenini anladığımı sanıyorum.

Metin! 

Şimdi o topraklarda huzur bul ve ışıklar altında uyu…

 


 

Metin Sarfati, İçinde Yaşadığımız Çağ ve İnsanlığın Geleceği

Doğan Göçmen

Metin Sarfati Hoca’nın 62 yaşında aramızdan çok erken ayrılıp doğanın sonsuzluğuna karışmış olması çok sarsıcı oldu kuşkusuz. Metin Hoca’nın ismiyle ilk defa Adam Smith üzerine verdiği konferanslar vesilesiyle karşılaştım. Bugün artık homo economicus denen insan tipinin sonu gelmiştir ve insanın kendisini insana dair economicus tasarımından kurtarması gerekmektedir. Her şeyini ekonomik hesap ve çıkar üzerine kuran insan tipinin tarihsel olarak artık bir geleceği kalmamıştır. Çağdaş insan kendisinin bir homo economicus olarak tasarlanmasına onay vermek istememektedir. Bir Adam Smith araştırmacısı olarak Metin Hoca’nın bu gözlemleri dikkatlerimden uzak kalamazdı. 

Hocamız iktisat öğrenimi görmüştü. Anlaşılacağı üzere homo economicus olarak tanımlanan insan tipinin eleştirisini geliştirmeye çalışıyordu. Bunun için felsefeden, şiirden, edebiyattan, insanlığın tüm zihin emeğinin ürünlerini kullanarak, modern insanın içine düşmüş olduğu uygarlık krizinden, hatta onun daha çok felaket dediği durumun içinden bir çıkış yolu arıyordu. Bu arayışında “anarşist” olarak tanımladığı Spinozacı düşünce ile bazı postmodern kavrayışları birleştirmeye çalışıyordu. Alternatif Adam Smith okumaları deniyordu. Bu çabaları onu doğal olarak Hegel ve Karl Marx’la buluşturuyordu.

Bu nedenle Medyascope’da bir Spinoza-Hegel (https://youtu.be/gFtkeHEGn4Y) söyleşisi yapmıştık. Son derece mütevazı ve cana yakın bir insandı. Bu söyleşimiz çok hoşuna gitmişti. Ağır Corona günlerinde insanların ölüm kalım mücadelesine düşünsel katkıda bulunmak ve moral vermek için bu söyleşimizi bir dizi başlık altında genişletip sunmamızı önerdi. Türkiye çapında geniş ilgi gören bu online etkinliklerimiz (https://youtu.be/lEZcknaJdXk) daha sonra başka etkinliklere de örnek teşkil etti. Etkinliklerimizin değişen tüm başlıklarında özgürlük kavramı vardı (https://youtu.be/ceV_keC017A). Gazeteci Olcay Aydilek’le beraber yürüttüğümüz “Filogazete” adlı haftalık canlı yayınımıza katıldı birçok kez (https://youtu.be/2NWMFYkOhJo). 

Başka güzel planlarımız daha vardı. Voltaire’i, Adam Smith, Marx’ı anlatacaktık ülkemiz insanlarına. Büyük Alman şairi Goethe üzerine, David Ricardo hakkında sohbet ve söyleşiler yapmayı amaçlıyorduk. Son kitabı “Yahudi İnsandan İnsan Yahudi’ye” hakkında tartışmalar yapacaktık. Bu planlarımızın hepsi, şimdi onun için de gerçekleştirilmek üzere bana miras kalmış durumda. Metin Sarfati, yaşamının son haftalarında ve aylarında yorulmadan, sürekli insanlığı içine düştüğü felaket durum karşısında uyarmaya çalışmıştır. Aşağıda onun bu konudaki düşüncelerini, yaptığı bir konuşmadan hareketle özetlemek istiyorum.

İnsanlık Ahlaki Bir Varoluşa Sahip Olmalıdır

“Ahlaki olarak var olmayan, var olamaz.” 27 Ocak 2021 tarihinde Medyascope’da “Görünen & Görünmeyen” programına konuk olduğu bir konuşmasında Primo Levi’den muhtemelen biraz dönüştürerek bu cümleyi aktarıyor. Muhtemelen dönüştürerek diyorum, çünkü aynı yayında aynı cümleyi biraz farklı aktarıyor: “Ahlaki olarak mümkün olmayan bir şey var olamaz.” Her iki alıntı da aynı anlama geliyor. Metin Hocamız bunu Primo Levi’den aktarıyor. Ama aslında bu bir cümle, onun tüm entelektüel çabasının içeriği ve anlamıdır, diyebiliriz. İnsanlığı, içinde yaşadığımız insanlığın kendisinin sebep olduğu felaketlerle dolu çağdan çıkış için bir perspektif olarak sunuyor Hocamız. 

Belki, ahlaki olmayan o kadar çok şey var ki var olabilen, diye karşı çıkacağız bu cümleye. Böyle bir itiraz yanlış olmayacaktır; Metin Sarfati de zamanımıza veya çağımıza dair yapmış olduğu teşhisinde çağımızın ahlaki bir var olmaya sahip olmadığını göstermeye çalışıyor. İnsanlarda, içinde yaşadıkları çağlarına ilişkin bir tarih ve durum bilinci oluşması için, insanlığın tüm tarihi boyunca oluşturmuş olduğu düşün mirasından, gerekirse veya belki de ilkesel olarak eklektik bir şekilde, kendisine herhangi bir sınır koymadan yararlanmaya çalışıyor Sarfati. Yeter ki insanlarda, yaşadıkları zamanda içinde bulundukları apokaliptik duruma ve bundan çıkışa ilişkin bir çıkış bilinci oluşsun. Metin Hoca, “Ahlaki olarak var olmayan, var olamaz.” derken yanlış ve çarpık bir varoluşun mümkün olmadığına işaret etmek istemektedir. Bu aynı zamanda “insan nedir?”, “insan nasıl yaşar?” sorularına da bir yanıttır. İnsan, ahlaki bir varlıktır ve onun için ancak ahlaki bir var olma gerçek bir var olma olabilir.

İnsanlık Felaketin İçine Düşmüştür

Sarfati’ye göre felaketin önlenmesi artık mümkün değildir, çünkü felaket zaten çoktan gelmiştir ve apokaliptik sona doğru hızla ilerlemektedir. Ahlaki var olma olmayan; gerçek ve doğru var olma olmayan bu durumdur. Modern insanlık nihayet kendi kaderini kendi eline aldığını sanmıştır. Fakat gelinen durum, bunun bir bilinç yanılsamasından başka bir şey olmadığını açıkça göstermektedir. Bunun sorumlusu kimdir diye sorar Metin Hoca. Hocamız burada Jean Jacques Rousseau’nun Lizbon depremine dair Voltaire’e karşı sergilemiş olduğu değerlendirmesinden yararlanır. Rousseau, Voltaire’e karşı dünyada olup bitenlerden, iyiden de kötüden de sorumlu olanın insan olduğuna vurgu yapmaktadır. “Bu dünya üzerinde ne olursa tek sorumlusu biziz.” Rousseau bu belirlemeyi yaparak insanın dünyayla kurduğu ilişkide yeni bir dönemin başlatıcısı olur. İnsan yalnızca dünyada olup biten iyiden değil, insan aynı zamanda dünyada olup biten kötüden de sorumludur. İnsanı tam ve ahlaken sorumlu bir varlık yapan budur.

Fakat insanlık savaşlar, pandemi veya tam salgın, ekolojik kriz, ekonomik kriz, iklim değişikliği gibi sayısız krizlerin, eş deyişle felaketlerin içine düşmüştür. Metin Sarfati, işte bu duruma apokaliptik durum diyor. Bu durumu apokaliptik yapan her şeyden önce insanlığın içinde bulunduğu kendi durumu üzerindeki hâkimiyetini kaybetmiş olmasıdır. İnsanlık böylece kendi kaderini tayin edebilen özne olmaktan çıkmıştır.

Metin Sarfati Hoca bu durumu izah edebilmek için filozof Günther Anders’in kendi açısından anlattığı Nuh hikâyesini nakleder. Buna göre Nuh bir gün külden bir elbise giyerek köy meydanına gelir. Bunu gören halk ona bu halinin ne olduğunu, neden külden elbise giydiğini sorar. Nuh halkına giydiği elbisenin adının aslında “hakikat elbisesi” olduğunu söyler. Metin Hoca açısından insanlığın içinde bulunduğu durum, yani hakikat bu kadar yakıcıdır, bu kadar can alıcıdır. Nuh durumu merak eden halka, ortada olan sayısız ölüye işaret ederek açıklar. Fakat ortada bir ölü bulunmamaktadır. Ölü kimdir, ölüler nerededir? diye sorar insanlar. Nuh onlara ölü sizlersiniz, sizler yarın öldünüz der ve kendilerine yarın ne 

olacağın görmek için şimdiki mevcut durumlarına bakmaları gerektiğini salık verir. Geleceğin mümkün durumunu görmek için şimdiki duruma bakmak yeterlidir. İnsanlık gelecekte yani yarın öldü. Öyleyse Metin Sarfati’ye göre insanlık bir ölüm-kalım tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Çare İnsanlığın Kurtuluşunda

Sarfati Hoca’ya göre apokaliptik durumdan çıkış, her şeyden önce ancak ilerlemeyi koşulsuz mutlaklaştıran, her şeyi ilerleme için araçsallaştıran numerik akıldan kurtulmakla mümkün olabilecektir. Sarfati Hoca, bugünlerden çok yaygın olan her şeyin faturasını René Descartes’a kesen yüzeysel yaklaşımı reddeder. Ona göre mevcut durumda hâkim olan ve sürekli dataları toplayıp işlemekle meşgul olan “numerik akılın”, Descartes’ın ve Baruch de Spinoza’nın önerdiği akılla bir ilişkisi kalmamıştır. Mevcut hâkim numerik akıl, gerçeğin bilgisine dayanmaz. Modern klasik aklın bir bilgi ve gerçek kaygısı vardır. Fakat mevcut numerik akıl, hâkimiyeti korumak için dataları veya verileri toplamak ve işlemekten başka bir şey yapmaz. Bu akıl kendisini ateşten gömlek olmuş olan hakikati muhafaza etmekle yükümlü görürken, Metin Hoca’ya göre her şeyden önce Spinozacı akıl, eleştirel özgürlükçü bir aklı temsil eder. Numerik akıl, Descartesçı ve Spinozacı farklı olarak bilgiden korkar. Emperyal numerizm bir tutsaklık durumudur. Bu tutsaklık durumundan kurtuluş konusunda Metin Sarfati bir kurtarıcı göremez. Ne Daniel vardır ne de Marx; hatta artık Nuh bile yoktur. Metin Hoca bu konudaki karamsarlığını hep korudu. Fakat çaresiz bir şekilde hep yeniden ve yeniden insanlığı, giydiği ateşten gömlek konusunda uyarmaktan geri durmadı. İnsanlık içine düştüğü bu apokaliptik durumdan ya çıkacak ya çıkacaktır.


 

 

Örsan K. Öymen

Prof. Dr. Metin Sarfati’yle İktisat ve Toplum Dergisi’nin ikimizle gerçekleştirdiği bir röportaj vesilesiyle İstanbul’da bir akşam bir araya geldik ve yaklaşık 2 saat boyunca felsefi, bilimsel, siyasi, ekonomik, kültürel konulardaki görüşlerimizi paylaştık. Bazı konularda anlaştık ve ortak görüşler ifade ettik, bazı konularda farklı bakış açılarına sahip olduk. Ancak önemli olan bu değildir. Önemli olan, Metin Sarfati’nin ciddi bir bilgi birikimine ve entelektüel bir kimliğe sahip olmasıdır. Metin Sarfati birçok iktisatçıdan farklı olarak, ekonominin kavramsal, kuramsal ve felsefi boyutuyla da ilgilenen; ekonominin entelektüel bir perspektifle de geliştirilebileceğini ve anlamlı hale dönüştürülebileceğini düşünen; felsefe, ekonomi, tarih, hukuk, sosyoloji, siyaset bilimi arasında disiplinler arası çalışmalara önem veren, ekonomiyi sıkıcı, donuk ve yüzeysel kalıplardan kurtarmaya çalışan bir kişiydi. Bu açıdan bakıldığında Metin Sarfati’nin ölümü iktisat, üniversite ve sosyal bilimler camiası için büyük bir kayıptır. Ailesine, yakınlarına, dostlarına başsağlığı ve sabır diliyorum. 

 


 

Uğurlar Olsun Sevgili Sarfati, Çok Sevgili Metin Sarfati, Moşe Sarfati

Selma Sevinç Orhan

 

“Merhaba Sevgili Hocam, Çok Sevgili Hocam”, böylesine bir hitabetle söze başlayan zarif insanın, Sevgili Sarfati’nin, Çok Sevgili Dostum Sarfati’nin anısına… 

Türkiye’de iktisat dünyası en coşkulu ve en sevilen simalarından Prof. Dr. Metin Sarfati’yi ansızın kaybetmiş olmanın hüznünü yaşamaktadır. Hocamızın ani ölümü, yakın çevresinde, onun düşünsel yolculuğuna kısmen tanık olan dostları ve meslektaşlarında şaşkınlık, çaresizlik, tamamlanmamışlık hatta kızgınlık duygusuyla karşılanmıştır. Bu derin acının ardında, dostum Sarfati’nin daha fazla haz uğruna hızla tüketen ve hızla tükenen modern zamanların insanına dair duyduğu kaygı yatmaktadır. Modern zamanların sultanları psikoloji ve iktisadın onayından geçen tüm zamanlar ve mekânlarda en doğruyu seçen, en yüksek tatmin içinde yol alan en hızlı bilişsel işlemci, modern zamanların yeni kutsalı güçlendirilmiş donanım düzeyinde kendi demir kafesini örmekten mutludur.

Modern zamanların yeni kutsalı “ben”, “iktisat ve psikoloji tarafından kutsanan sahiplenici bireyci insan”, farklı ve kendisine ait olmayanı, kutsanmış zenginlik ve refah ülküsüyle ötekileştirerek, ateş ve kanla özgürlük ve demokrasi uğruna sınırlarını çekerek, toplumsal hafızalardan silerek, yeni bir uygarlık inşa etme yarışındadır. Dostum Sarfati’nin gelecek ve zenginlik uğruna akılla bezenmiş, etikten kopmuş yeni kutsalın hayal edebileceği geleceğe dair duyduğu derin kaygının nedeni, ötekileştirerek, yalnızlaştırarak, insan olmanın erdemlerini, insanlık gururunu yok eden, insan evladı tarafından talan edilen doğanın sessiz çığlıklarına kaygısızlığımızdır. 

Metin Sarfati, zamansız yaşamların ve zamansız sonların insanıdır. Ezber bozan, kışkırtıcı söylemi, anlam dünyasının aykırı ve zenginliği, sözcüklerinde altını çizdiği giderek derin bir ıssızlığa ve yalnızlığa gömülen modern zamanların insanına dair duyduğu kaygı, zihinlerimizde kalan kederli ve derin yalnızlık algısı yanılsamadır. Bu ıssız, yalnız insan fotoğrafı insanlığımızın görüntüsüdür. Dostum Sarfati bir çocuk coşkusu ve heyecanıyla insan olmanın en saf hallerinde dost ve insan arama yolculuğuna devam etmiştir. Çok kültürlülüğün, farklılığın, çeşitliliğin örnekleriyle dolu oldukça geniş toplulukların geniş kesimlerin insanıdır. Ne yalnız ne de ıssızdır. Özgürlük kafesi yanılsamasını alaşağı etmiş, insanların zihinlerinde insana dair erdemlerin kapılarını aralamıştır. 

Dostum Sarfati’nin toplumlar, uygarlıklar ve tarihler üstü kimliği, farklılıkların tanınmasında gösterdiği hassasiyet, yaşadığımız coğrafyada kurulan özgürlük ve güç dengeleri içinde yer bulamayan entelektüelin ıssızlığı ve yalnızlığını temsil etmektedir. Toplumsal varlığını ötekileştirerek güçlendirirken, farklılıkları, bilinmeyeni ıssızlaştırmakta, yalnız ve öteki kodlarıyla sembolleştirmektedir. Metin Sarfati oldukça farklı ve geniş kapsamlı entelektüel düzeyde okumalar yapmış ve yazmıştır. Yaşadığı bu toplumun çok önemli bir parçası, düşünce insanlarının bir temsilidir. Metin Sarfati ancak, modern zamanların insanlığı kadar ıssız ve yalnızdır. Kitlelerin insanıdır. Kültürlerarası kimliğiyle Yahudi ve Türk toplumunun özüdür.

İktisadi Düşünceler Gurubu’nun yıllık çalıştaylarına tüm dönemlerde katkı sağlayan dostum Metin Sarfati’yi uğurlamak, anmak biz dost ve meslektaşları için hayli dramatiktir. Onu dramatik kılan modern çağda Yahudi toplumunun dramatik tarihini, entelektüel ve evrensel kaygılarını yansıtmış olmasıdır. Sevgili Moşe Sarfati’nin, yaşadığı bu topraklarda Türkiye toplumunun entelektüel ve kültürel açmazlarını iktisat, felsefe ve edebiyattan yola çıkarak, ortaya koyma gayreti, bu toprakların biz aydınlarına bıraktığı ciddi bir mirastır. Metin Sarfati olarak hayatımızın, tarihimizin, geleceğimizin bir parçasıdır. 

Görünen görünmeyen, söylenen söylenemeyen anlamlar, kavramlar, fikirler, bu gök kubbe altında insanlık tarihinde yerini bulacaktır. Yazılamayan kitaplar, eksik kalan sözcükler tarih sayfasında tamamlanacaktır. İnsanlık onuruna yaraşır bir entelektüel, bilim insanı aramızdan ayrılmış, huzur içinde yoluna devam etmektedir. 

Uğurlar olsun Dostum Sarfati, Metin Sarfati, Moşe Sarfati. Ellerimiz insanlığın sırtından eksik olmasın…


 

Suç Ortağımı Kaybettim

Burak Atamtürk 

“Küçük acılar konuşabilir

Büyük kederler dilsizdir.”

Ben de büyük kederlerde genelde dilsiz olurum. Dostum Metin’in kaybını öğrendiğimden beri içimde kimseyle paylaşmak istemediğim sesi soluğu kesilmiş bir keder var.

Ben Metin’in Moşe olduğunu bilenlerden biriydim. Dışarıya karşı özenle koruduğu gizli bazı kovuklarına girmeme izin verdiklerinden biriydim.

Kimsenin evinde kalmamasına karşın, benim evimde kalacak kadar onunla yakınlaşmış biriydim. 

30 yılda gıdım gıdım oluşturduğumuz bu karşılıklı güvenin aslında ikimiz için çok değerli olduğunu da bilen biriydim.

Ama tüm bunlara rağmen ulaşamadığım, belki artık buraya kadar deyip içeri almadığı odalarının olduğunun da farkındaydım. Sanki aramızda bir yerde beliren buzlu bir cam vardı. Bunu ona söylediğimde beni gülümseyerek onaylayan yüzü hâlâ gözümün önünde.

Aynı zamanda ben bir suç ortağımı kaybettim. Akademiklerin obez egolarıyla dalga geçtiğimiz bir suç ortağımdı. 

Birlikte paneller, konferanslar düzenlediğimiz, iktisadın insana değmesi gerektiğini savunan kitabımızı oluşturduğumuz bir meslektaşımdı. 

Varşova’da Chopin’in evinin bahçesinde piyano konçertosu dinlerken bana kadeh kaldırdığını söyleyen bir gönüldaşımdı. 

Charles Aznavour’un “il faut savoir” sarkısını yaşam felsefesi yaparak masadan kalkmasını bilen bir tür bilgeydi Metin. 

Çok özleyeceğim O’nu. Nasıl özlemem ki, hem akademiyanın hem de sokağın dilinde konuşabildiğimiz kaç insan var ki?

Yuvarlak Masa Toplantısı, Sayı: 99, 2019: Ömer Faruk Çolak, Metin Sarfati, Örsan K. Öymen.

Yuvarlak Masa Toplantısı, Sayı: 99, 2019: Ömer Faruk Çolak, Metin Sarfati, Örsan K. Öymen.

Sayı: İktisat ve Toplum Dergisi 142
Sayfa Aralığı: 15-30

İstanbul’da doğdu. Toplumsal sorunlara ilk ilgisi okuduğu Galatasaray Lisesi’nde oluştu. İstanbul Üniversitesi “İktisat Fakültesi’nde” Yüksek Lisansını tamamladıktan sonra akademik yaşamına ara verdi. Daha sonra yine İstanbul Üniversitesi “İktisat Fakültesi’nde” Doktorasını tamamladı. Doçentlik ünvanını Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Fransızca Kamu Yönetimi bölümünde “İktisadi Düşünce Tarihi” alanında aldı. Aynı bölüme Profesör olarak atandı. Görev süresi boyunca Fransa’nın çeşitli Üniversitelerinde -burslu, burssuz- olarak bulundu, “davetli öğretim üyesi”, “professeur invité” olarak ders verdi.

Hacettepe Üniversitesi'nde öğretim üyesidir. İlgi alanları arasında, iktisadi düşünce tarihi, politik iktisat, iktisatta yöntem ve sosyal teori bulunmaktadır. Piyasa Ütopyası (BilgeSu, 2009) adlı kitabın yazarıdır.

Ercan Eren 1957 yılında Denizli'de doğdu. 1978 yılında istanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirdi. Aynı fakültede yüksek lisans ve doktora yaptı. 1980-1993 yılları arasında Uludağ Üniversitesi'nde araştırma görevlisi, yardımcı doçent ve doçent olarak çalıştı. 1994 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'ne profesör olarak atandı. Evli ve bir çocuk babasıdır. Ercan Eren, İktisatta Yöntem, Piyasa-Özgürlük ve Eşitlik, Makro İktisat, Mikro İktisat ve Türkiye'de 1998-1999 Krizinde Yönetici Davranışları (ortak çalışma) adlarında yayınlanmış beş kitaba sahiptir. Ercan Eren'in iktisatta yöntem, iktisat eğilimi, iktisadi düşünce tarih, piyasa ve etkinlik sorunları, geçiş ekonomileri, makro iktisat, siyaset ekonomisi alanlarında yoğunlaşan yüzden fazla makalesi yayınlanmıştır.

Yüksek lisans (2002) ve doktorasını (2008) Hacettepe Üniversitesi’nde tamamladı. Doktora sonrası (2011) misafir araştırmacı olarak (İngiltere) Sheffield Üniversitesi’nde bulundu. İktisadi analiz tarihi, iktisat metodolojisi ve felsefesi, kurumsal iktisat ve feminist iktisat alanlarında çalışmalar yapan Dr. Güler Aydın’ın ulusal ve uluslararası dergilerde yayınlanmış̧ eserleri ve editörlüğünü yaptığı kitapları bulunmaktadır. Hacettepe Üniversitesi İktisat Bölümü’nde Profesör olarak görev yapmakta olan Dr. Güler Aydın, 2015 yılından beri, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Politikalar Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin müdürlüğünü yürütmektedir.

Kenan Mortan (d. 1951, İzmir), Türk ekonomist, yazar, öğretim üyesi. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunu olan Mortan, lisans eğitimi sonrası aynı fakültede Prof. Gülten Kazgan yönetiminde doktora çalışması yaptı. 1983 yılında doçent, 1983 yılında profesör oldu. Kenan Mortan, 1983-1991 yılları arasında Konrad Adenaur Vakfı adına, küçük ve orta ölçekli işletmeler için, 40 ilde 500'ün üzerinde seminer verdi. Burs kazanarak ABD’de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde konuk öğretim üyesi olarak, bölgesel planlama konusunda çalıştı. Halen Mimar Sinan Üniversitesi öğretim üyeliği ve Dünya gazetesinde yazarlık yapan Prof. Dr. Kenan Mortan, NTV’de ekonomi konusunda yorumlarda bulunmaktadır. Mortan'ın yayımlanmış kitapları bulunmakta olup, polit - ekonomi konusunda yetkin bir isim olarak kabul edilmektedir.

İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

Bir cevap yazın