Kurumların hayatımızdaki etkileri ve bunların sonuçları son dönemlerde sıkça tartışılan konuların başında gelmektedir. Özellikle gelişme ve büyüme iktisatçıları, çeşitli ülkelerde kişi başına düşen gelir farklılığını açıklamada, kurumsal yapının gücünü kabul etmekte ve kurdukları modellerde kullanmaktadırlar. Ancak hangi kurumların ülkelerin kalkınmasında öne çıktığını ve kurumlar arası etkileşimin nasıl gerçekleştiğini ortaya koymak oldukça zordur. Yaptığımız çalışmada kurumları en basit haliyle; bireylerin, firmaların ve diğer karar alma birimlerinin tercihlerini tanımlayan kurallar ve davranış kalıpları olarak tanımlayacağız. Konuyla ilgili literatür incelendiğinde kimi kaynaklarda, kurum ve organizasyonların eşanlamlı gibi kullanıldığı görülmektedir. Halbuki kurumlar iktisadi aktörlerin hareket alanlarını tanımlarken, organizasyonlar fırsatları değerlendirmek için bilinçli olarak birey veya bireyler tarafından oluşturulmuşlardır.
Kurumlar ilk bakışta sosyoloji, politika ve hukuk disiplerini çağrıştırsa da uzun zamandan beri iktisatçıların araştırma konuları arasında yer almaktadır. Temelinde İktisat, hukuk ve kalkınma kavramlarını inceleyen araştırmacıların (bugün artık pek üzerinde durulmasa da) çıkış noktası Max Weber’dir. Weber, endüstriyel kapitalizmin neden Batı toplumlarında çıktığını açıklamaya çalışırken, siyasete, ekonomiye, toplumların sosyal yapısına, din ve onların hukuki düzenlerine bakmaya çalışmıştır. Bu noktada hukuk düzeninin önemli bir payı olduğuna inanmasına rağmen onun tek etmen olmadığının da bilincindedir (Weber, 1978). Weber, Avrupa hukukun uygarlığın geliştiği diğer toplumlarla kıyaslandığında daha rasyonel olduğunu düşünmektedir. Burada rasyonel ile kastettiği daha bilinçli ve evrensel kurallara göre oluşturulduğudur (Trubek, 1972; 724).
Kurumların önemini kabul ettiğimizde aklımıza halen büyüme ve kalkınma sorunu yaşayan pek çok ülkenin neden mevcut kurumlarını kalkınmış ülkelerin “iyi” düzenlenmiş kurumları ile değiştirmediği gelebilir. Verilecek ilk cevap kurumların değişiminin zaman aldığı ve birikimli olarak gerçekleştiğidir. Yani, bugün karşımıza çıkan kurumlar geçmişin izlerini bünyesinde taşıdığından, yapılarında ani değişiklikler görülmemektedir. İnsanların davranış kalıplarını değiştirmek yazılı kuralları değiştirmekten daha karmaşıktır. Gerçekten de, yazılı olan kuralları bir gecede değiştirme şansına sahip olsak bile bireylerin algısı değişmediğinden, ülkelerin kurumsal yapısı büyük oranda değişmemektedir. Çoğu kurum ülkelerin geçmişlerinden gelen bazı deneyimlerine dayanarak oluşmuştur ve insanların alışkanlıklarında yer etmiştir. Bazı ülkeler kendi kurumlarını daha başarılı gördükleri ülke örnekleri ile değiştirerek olumlu sonuçlar elde etmeyi amaçlamasına rağmen, ülke örnekleri bize sonuçların arzu edildiği yönde gerçekleşmediğini göstermektedir. Örneğin Hindistan, İngiltere’nin hukuk sistemini kopyalamış olmasına rağmen ortaya çıkan sonuçlara baktığımızda benzer bir hukuk sistemini yaratamadıklarını görmekteyiz. Yerleşmiş davranış kalıplarının değiştirmek kolay değildir. Örneğin ülkemizde Türk lirasından altı sıfır atılmasının üzerinden on seneden fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen pek çok bireyin halen eski para birimi üzerinden konuştuklarını çok sık gözlemlenmektedir.
Toplumların kalkınmasında en önemli olan unsurlardan birisi onun siyasi yönetim yapısıdır. Devletin bir organizasyon yapısı olarak nasıl düzenlendiği ve bireyler arasında sosyal düzeni nasıl koruduğu fark yaratan bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Temelinde devletin vatandaşlarına davranma biçimi; sağladığı haklar, ayrıcalıklar ve görevler, hukuk kuralları ile birlikte bireylerin müşevvik sistemini etkilediğinden kritik bir rol oynamaktadır. Ülkeler, sahip oldukları hukuksal düzen çerçevesinde kişilerin mülkiyet haklarını açık ve anlaşılır kurallarla etkin biçimde koruyarak, hem işlem maliyetlerinin azalmasına katkı sağlayacak hem de insanlarda çalışmaları yönünde motivasyon oluşturacaktır. Kısaca siyasi kurumların düzenlenme biçimi, insanların kazanç ve kayıplarına dair olanaklar sepetini (spektrumunu) belirlediğinden onların çalışma/çalışmama kararını etkileyecektir.
Neo-klasik iktisatta hakim olan rasyonel birey anlayışı, Yeni Kurumsal İktisatta yerini bireylerin her zaman rasyonel davranmadığının kabulune bırakmıştır. Her zaman rasyonel olmayan birey benzer biçimde her zaman rasyonel olmayan kurumları seçerek, devam ettirebilir. Sorunların fark edilmesi ise bizlere onların düzeltilebilmesi için gerekli araçların keşfini gerekli kılacaktır. Kurumları, oyunun kuralları olarak tanımladığımızda, bireylerin davranışlarını biçimlendirebilmek için bilinçli olarak oluşturabildiğimiz kurallarla kurumların ilişkisi fark yaratan bir unsur olacaktır. Söz konusu bu makalede kuralları tanımladıktan sonra kuralların Yeni Kurumsal İktisattaki yerine değineceğiz. Kuralların oluşumunda öne çıkan aktörlerden biri olan politik kurumların önemine değindikten sonra kuralların iktisadi kalkınmaya olan etkisi üzerinde durmaya çalışacağız.
Hangi Kurallar?
Hukuk kuralları hayatımızın büyük bölümüne sirayet ettiği gibi iktisadi eylemlerin de temelini oluşturmaktadır. Sahip olduğumuz kanunlar iktisadi kurumları sadece düzenlemekle kalmaz (para, şirketler, sermaye, sözleşmeler) çoğu durumda baştan yaratıp yok edebilir. Hukuk kuralları, bireylerin sahip olduklarını kendilerince en etkin biçimde kullanabilmelerini sağlayan temel faktördür. Düzenin sağlanması için konulan kuralların yazılı kurallar olması şart değildir. Kuralların yazılı olmasının avantajı tarafların sınırları kolaylıkla anlamasına imkân tanıması ve bireylere verdiği müşevviğin açık olmasıdır. Enformel kurallara sosyal kabuller sonucunda ulaşıldığından, nispeten daha saklı (örtük) haldedir ve yapının nasıl işlediğinin anlaşılması dışardan gelenler için kolay değildir. North’a baktığımızda (1994: 360) formel kurallar olarak hukuk kurallarını ve Anayasayı alırken, enformel kurallar olarak davranış kalıpları, gelenekler ve kişilerin kendi üzerlerinde hissettikleri empoze edilmiş davranış kalıplarını sayabiliriz. Ancak burada modern hukuk sisteminin bilinçli olarak düzenlendiğini kabul ettiğimizde bizlere amaçlarımıza ulaşmamızı sağlayacak aletleri verdiğini görmemiz gerekir (Trubek, 1972:6).
Enformel kurallar formel kurallardan yaptırım gücündeki farklılıklar sayesinde de birbirinden ayrılmaktadır. Formel kurallar, mahkemeler ve polis gücü gibi devletin varlığından kaynaklanan bazı yaptırımlara sahiptir. Buna karşılık enformel kuralların yaptırım gücü toplumdan topluma değişir ve gücünü bazen dini, bazen akrabalık gibi toplumsal ilişkilerden alır. Kişilerin dışlanmasının özellikle küçük toplumlarda ciddi bir yaptırıma sahip olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, enformel kuralların, formel kuralların gücünü azaltarak onların ikamesi gibi bir görev görebileceğini veya onların güçlenmesini sağlayabileceğini görmek gerekmektedir.
Toplumlarda uyum ve düzenin sağlanabilmesi, anlaşmazlıkların çözülebilmesi için kuralların oluşturulması şarttır. Ancak yazılı kuralların çok sık değiştirildiği dönemlerde toplumların yazılı kurallara güveni azalabilir. Özellikle kurumsal dönüşümlerin yaşandığı dönemlerde enformel kurallar formel kuralların önüne geçebilir. Bir geleneğin hukuk kuralı haline gelebilmesi için üç koşulun oluşması gerekmektedir. Süreklilik, genel inanç ve devlet desteği (Bilge, 2000). Güçlü bir devletin varlığı için iyi düzenlenmiş hukuk kuralları gerekirken, benzer biçimde iyi bir hukuk sistemi devletin varlığını güçlendirecektir.
Hukuk kurallarının değişen toplumsal kurallara uyum sağlayabilir olması gerekmektedir. Friedrich Hayek (1945) karşımıza çıkan iktisadi sorunların temelde zamana ve mekâna ait koşuların değişime ayak uyduramamasından kaynaklandığını belirtmiştir. İçinde bulunduğumuz dünyada kaynaklarımızın sınırlı olması bizi rekabetçi bir yapıya sürüklemektedir. Toplumlar mevcut kaynaklardan en fazla faydayı sağlayabilemek için kurumsal yapılarını mümkün oldukça rekabetçi bir sisteme uygun hale getirmek isterler. Rekabet çoğu alanda değişimi zorunlu kılmasına rağmen gerçekleşecek olan değişimin her zaman toplumsal faydayı arttıracağı anlamına gelmemektedir. Kurumsal değişime ait seçimler genellikle devleti yöneten politik güçlere bağlıdır. Bu noktada kurumların etkinliğini biçimlendiren birbiri ile yakından ilişkili iki özellik öne çıkmaktadır: Enformel kısıtlar ve siyasi süreçte içsel olarak yer alan işlem maliyetleri (North, 1994;179). Enformel kısıtlar, toplumsal değerlerin sonraki nesillere aktarılmasında yaşanan sorunlar ve koordinasyon sorunları üzerinde dururken, siyasi piyasalarda işlem maliyetlerinin yüksekliği seçilen politikacıların yönetiminde bulunan kaynakların miktarı ile ilgilidir.
Yeni Kurumsal İktisatta Hukukun Yeri
Kurumsal iktisat ve hukukun ortak paydaları arasında sözleşmeler, işlem maliyetleri, mülkiyet hakları yer almaktadır. Ancak en büyük ortak noktaları belki de Coase’dur. İnceledikleri konular açısından bakıldığında, Hukuk ve İktisat Okulu ile Yeni Kurumsal İktisat Okulu birbirine son derece benzemektedir. İktisat literatüründe nispeten yeni bir okul olan Yeni Kurumsal Okulunun üzerinde durduğu konulardan biri de Hukuk ve İktisat ilişkisidir. Temelinde Stephan ve Van Hemmen’e (2008) göre Kurumsal İktisat Okulunun, kökleri daha çok Amerika’ya dayanan Hukuk ve İktisat hareketi ile ilişkisi nispeten sınırlıdır. Hukuk ve iktisat daha çok hukukun içyapısına bakarken temel amacı kuralların etkin olmasıdır. Gene de Posner iki okulun aynı paranın iki yüzü gibi olduğunu belirtir (Posner, 1993). Aslında her iki okul da özünde pratik hayatta karşılığı olan okullardır. Günlük hayatta karşımıza çıkan sorunları çözümlemeye çalışmaktadır.
Yeni Kurumsal iktisat okulu, tarafların birbirleriyle yaptıkları sözleşmelerin tam olmadığının anlaşılması ile hayatımıza işlem maliyetleri kavramını sokmuştur. Sözleşmeler tarafların tam rasyonel olmamaları, geleceğin belirsiz olması gibi nedenlerden eksik bırakılmış olabilir. Sözleşme sonrasında beklenmeyen durumların ortaya çıkması tarafların bir araya gelerek yeniden anlaşma yapmasını gerektirebileceği gibi mahkemeler tarafından sonuçlandırılmasını da gerektirebilir. Kimi zaman taraflar kurdukları sözleşmeleri çıkan yeni durumlar ışığında özellikle ihlal edebilirler. Yapılan ihlallerin hızlı ve yeterli yaptırımlarla karşılanmadığında sözleşmelerin güvenilirliği zarar görecektir. Bu tür davranışların çoğalması, piyasalarda güvenilirliğin azalmasına ve taraflar arasında işlem maliyetlerinin artmasına yol açacaktır.
Oliver Williamson (1985) işlem maliyetlerini tanımlarken, insanların sınırlı rasyonelliğinin ve fırsatçılığının bir sonucu olduğunu belirtmiştir. Bireylerin herhangi bir değişimi gerçekleştirmek için kurdukları sözleşmelerden doğan maliyetlerin ex ante olabileceği gibi ex post olabileceğine de dikkat çekmektedir. Ex ante maliyetler tarafların anlaşmasından önce gerçekleşen pazarlık ve sözleşme kurma maliyetlerini içerir. Ancak maliyetler bununla sınırlı değildir. Sözleşme oluşturulduktan sonra da sözleşme koşullarına uyulduğunun gözlemlenmesi ve sorun çıktığında tarafların sözleşmeye uyması yönündeki yaptırımlar yer almaktadır.
Piyasalarda pozitif işlem maliyetlerinin varlığı, toplumların iktisadi etkinlikleri ile ilgili olarak hukuk kurallarını düzenleyiş biçimini fark yaratan bir unsur olarak karşımıza çıkaracaktır. Hakların taraflar arasındaki dağılım biçimi etkisini bireylerin pazarlık güçlerinde ve dolayısıyla bireylerin kazançlarında gösterecektir. Tam da bu nedenden dolayı hukuk kuralları oluşturulurken, onların yaratacağı iktisadi sonuçların da farkında olunmalıdır (Coase,1988). Kuralların istenmeyen sonuçlar doğurması halinde oluşan verimsizliğin giderilmesi için taraflar sürekli mahkemelere taşınarak işlem maliyetlerinin artmasına neden olacak ve süreç büyük bir olasılıkla en sonunda kuralların değiştirilmesi ile sonuçlanacaktır. Bireyler rasyonel olduklarından, karşılaştıkları hukuk kurallarını fayda maliyet çerçevesinden değerlendirerek davranışlarını buna uydurarak, kurallara uyup uymamaya karar vereceklerdir. Elbette bireylerin kanunlara uymalarının ardında yatan tek neden ekonomik bir hesaplamanın ötesine geçer. Örneğin insanlar kurallara ahlaki olduğunu düşündükleri için veya merkezi otoriteye boyun eğmenin doğru olduğunu düşündükleri için de uyabilirler (Tyler, 1990). Ancak çoğu birey bunların da fayda maliyet içerisinde değerlendirilebileceğini belirtmektedir (Hodgson, 2014;14).
Yeni Kurumsal İktisat Okulunun, hukuk ile ortak paydalarından bir diğeri Mülkiyet Haklarıdır. Mülkiyet hakkına sahip kişi mülkiyetinde olan nesneyi kullanma, başkalarına devretme, yok etme, ürünlerinden yararlanma yetkisine sahiptir ve mutlak bir hak olduğundan herkese karşı ileri sürülebilir. Mülkiyet ancak devlet tarafından tanınınca tamamlanacak ve taraflara karşı korunacaktır. Bu nedenle devletten önce mülkiyet haklarının varlığından bahsedemeyiz. Devletin yaptırım gücü sayesinde koruduğu haklar, kişi ve nesne arasındaki ilişkinin ötesinde, kişilerin nesneler üzerinden birbirleriyle olan ilişkilerini biçimlendirmektedir (Commons, 1924). Devletin hak gözetiminde yapılan mülkiyette dair tüm işlemler bu nedenden dolayı devletin de taraf olarak yer aldığı sözleşmeler haline gelmektedir. Devletin yer alma biçimi sonucunda vatandaşları ile devletin ilişkisinin tanımlanma biçimi hakkında bizlere bilgi verecektir.
Toplumların kalkınmasında mülkiyet haklarının etkin biçimde korunmasının fark yaratan bir unsur olduğunu görmekteyiz. Altı çizilmesi gereken bir nokta kişilerin mülkiyetinin sadece üçüncü kişilere karşı değil aynı zamanda devletin-hükümetin keyfi müdahalelerine karşı da kişilerin mülkiyetinin korunmasının önemidir. Konu genellikle hukukçular özellikle Anayasa Hukukçuları tarafından incelenen bir konu olmasına rağmen yarattığı sonuçlar açısından iktisatçıların da ilgisini çekmektedir.
Mülkiyet Hakları ve sözleşme koşullarının uygulatılması piyasanın varlığı için en önemli kurumlardır. Rodrik (2004) kurumları piyasa ile bağıntılı olarak alt başlıklara ayırmışlardır. Yaptıkları ayrıma göre, mülkiyet haklarını koruyan ve sözleşmelerin uygulatılmasını sağlayan kurumlar piyasa yaratıcı; dışsallıklar ölçek ekonomileri ve eksik bilgi sorunlarını çözmeye çalışanlar piyasa düzenleyici kurumlar; düşük enflasyon ve makroekonomik istikrarı sağlamaya yönelik olanlar piyasa istikrarını sağlamaya yönelik kurumlar, son olarak da yeniden dağıtımı sağlayarak sosyal çatışmaların önüne geçmeye çalışan kurumlar piyasayı meşrulaştıracı kurumlardır. Toplumların sahip oldukları bu yapılar, tarihi geçmişleri ve toplumsal güç dengeleri uyarınca farklılıklar gösterebilir.
Hukukun Egemenliği ve Politik Kurumlarla İlişkisi
Modern hukuk sistemlerinin merkezi otoriteyi güçlendirdiğini benzer biçimde güçlü merkezi otoritelerin de hukuk sistemlerini sağlamlaştırdığını kabul etmek gerekir. Başka bir ifade ile hukuk ve devlet arasında karşılıklı bir ilişki bulunmaktadır. Hukuk sistemlerinin devlet yapısını güçlendirdiği kadar etkin bir devletin varlığının da hukuk sistemini desteklediğini görebilmek gerekir. Burada kanunların egemenliği ifadesi toplumdaki tüm bireylerin, hükümet dâhil olmak üzere kanunlarla sınırlandırıldığını belirtmektedir. Herkesin kanunlar karşısında eşit ve sınırlandırılmış olması ise bize genellikle demokratik toplumlara işaret etmektedir. Bazı teorisyenler demokrasi ve kanunların egemenliği arasında asimetrik bir ilişkinin varlığından bahsederler. Demokrasi olmadan kanunların egemenliği mümkün olsa da, tersi mümkün değildir (Tamanaha, 2004). Konu ile ilgili yapılan çalışmaların genellikle demokrasi, güçlerin dağılımı ve yönetişim konularına odaklandığını görmekteyiz.
Bireylerin aynı toplum altında yaşamayı kabul etmelerinin ardından ortak kurallar ve sosyal düzen belirlemek zorunluluk haline gelmiştir. Bu noktada hem hukuk kuralları hem de politik kurallar bireyler arasında uzlaşı sonucunda belirlenmelidir. Bireyler en basit haliyle kurallar sayesinde kendi özgürlüklerinin kısıtlandırılmasını aynı kuralların başkalarına da uygulanacağı varsayımı altında kabul eder. Kanunların egemen olduğu bir toplum öncelikle bireylere sadece diğer bireyler açısından değil yönetim açısından da öngörülebilir olmayı sunar. En basit haliyle yöneticilerin keyfi davranışını engellemektedir. Yöneticilerin sınırlandırılması ise onların kanunları amaçlarına ulaşmak için bir alet olarak görmesini engelleyerek başlamaktadır.
Bireylerin haklarının korunması onları güçlendirerek daha demokratik devlet sistemlerinin oluşmasına da olanak sağlayacaktır. Ancak, demokratik sistemde, çoğunluğun seçimi ile başa gelen hükümet azınlığı istismar edecek güce sahip olmamalıdır. Demokratik bir sistemin de ötesinde yönetimde güçler ayrılığını sağlayabilmek gerekmektedir. Medya gibi bazı dış güçler de devletin sınırlandırılmasında kritik öneme sahip olabilirler. Bu nedenle de son dönemlerde ülkelerin politik yapısı ile ilgili yapılan çalışmalara medyanın gücü bir değişken olarak katılmaya başlanmıştır. Ancak kuralların kolaylıkla değiştirilebildiği ülkelerde oyunun kuralları baştan aşağı değişebileceğinden sermayenin ve medyanın el değiştirmesi çok zor olmayacaktır. O halde ülkelerin hukuk sistemleri, kanunların nasıl yazılacağını belirlediğinden fark yaratan bir unsur olarak karşımıza çıkabilir. Yapılan bazı çalışmalar farklı hukuk sistemlerine sahip ülkelerde farklı kalkınma oranlarının görülmesinin hukuk sisteminin bağımsızlığı ile ilgili olduğunu savunmaktadır (Klerman et al, 2009). Hukukun daha bağımsız kabul edildiği Anglo Sakson (common law) ülkeleri daha güçlü ve bağımsız kurumsal yapılara sahiptir.
Hukuk sistemi ile devlet arasında tekrar tekrar altının çizilmesini gerektiren nokta belki de devletin bireylerin karşılıklı kurdukları anlaşmalarda sözlerini tutmalarını beklerken, politikacıların verdikleri sözleri yerine getirmediklerinde herhangi bir yaptırımlar karşılaşmamalarından kaynaklanmaktadır. Demokratik yapılarda politik gücü elinde tutan aktörlerin, yönetim sürelerinin sınırlı olduğunu bilmesi onlara kurumları yeniden şekillendirerek, yönetim sürelerini uzatma yönünde müşevvik sağlayabilir. Yapılması gereken yönetimde mümkün olduğunca kontrol ve denetim mekanizmalarının bulunduğu, politik gücün nispeten geniş bir kesime yayıldığı bir sistem oluşturabilmektir.
Bir toplumdaki hukuk kurallarını incelediğimizde bireylerin birbirleriyle olduğu kadar devletle olan ilişkilerinin nasıl düzenlendiğini de görebiliriz. Bazı temel kuralları evrensel olarak kabul etsek de vatandaşların devlet olan ilişkileri çeşitli ülkelerde çok farklı biçimlerde düzenlenmiştir. Kuralların herkes için büyük bir titizlikle uygulatılması egemenin gücünü halkın geneline yayılmasını sağlayacaktır. Gücün halkın geneline yayılması ise beraberinde otoritenin gücünü sınırlandırılmasına beraberinde getirecektir. Bireyler sınırlandırılan devlet gücünün de etkisiyle yapılan işlemlerde daha fazla şeffaflık talep eder hale gelirler. Ülke içinde mülkiyete dair yeniden çizilen sınırlar taraflar arasında kaynakların dağılımını da etkileyecektir.
Tam rekabet sisteminin geçerli olması ekonominin bir yanıyla politik kurumların müdahalesinden bağımsızlığını gerektirir. Ancak günümüzün toplumlarına baktığımızda hemen hepsinin az ya da çok ekonomiye müdahale ettiklerini görmekteyiz. Mevcut devlet yapılarının tümünde kaynak dağılımı tamamıyla piyasada gerçekleşmediğinden, dağılımın bir kısmı devletin yönetim sistemi sayesinde gerçekleşmektedir. Devletin kaynaklarından faydalanmak isteyen çıkar grupları bir araya gelerek devletin kararlarını etkilemeye çalışırlar. Bu nedenle devletin kontrolünde ne kadar az kaynak bulunursa onun için mücadele eden kişi sayısı da o oranda az olacaktır. Yeni Kurumsal İktisatta güçlü mülkiyet hakları, dürüst ve etkin bir yargı sistemi öne çıkarken, hükümetler küçük ve temiz kalmalıdır.
Hukukun Egemenliği ve İktisadi Kalkınma İlişkisi
İktisadi kalkınma ve hukuk düzeni arasındaki ilişki uzun bir zaman sonunda yeniden ayrıntılı incelenen konuların başında gelmiştir. Özellikle Raphael La Porta, Florencio Lopez-de-Silanes, Andrei Shleifer ve Robert Vishny’nin (LLSV) bu alandaki katkısı göz ardı edilemez. Yazarlar bireysel olarak ve beraber yazdıkları çok sayıda makalede ülkelerin seçtikleri hukuk kuralları yapısının, yatırımcının güvenliğini, iş ve işveren düzenlemelerini, işsizliği, kamu bankalarının varlığını ve sermaye piyasalarının derinliği gibi ekonominin pek çok farklı unsurlarını açıklamaya çalışmışlardır. Konu son dönemlerde LLSV tarafından dile getirilmesine rağmen kökenleri ondokuzuncu yüzyılda Marx ve Weber gibi düşünürlerin de üzerinde durduğu bir konudur.
Weber neden endüstrileşmenin Avrupa’da başladığını açıklamaya çalışırken, üç temel sonuca ulaşır. İlk olarak rasyonel-akılcı hukuk sistemlerinin varlığı halinde kapitalizmin veya endüstrinin gelişmesine daha olanak sağladığını düşünmektedir. Vardığı ikinci sonuç Avrupa’daki hukuk sistemlerini diğer toplumlarla karşılaştırıldığında daha rasyonel olduğudur. Son sonucu ise endüstrinin dünya çapında tam etkisini göstermeden önce dahi Avrupa’da büyük oranda mevcut olduğudur (Trubek, 1972:12). Weber’in rasyonellik-akılcılığın altını çizmesinin en önemli nedeni kuralların belirli bir amaç için akıllıca düzenlenmesidir. Burada hukuk aslında serbest piyasaların gelişmesine olanak sağladığı için iktisadi kalkınmayı mümkün kılmaktadır.
Ülkelerin tarihi gelişimlerine baktığımızda, nispeten devlet gücü zayıf bağımsız mahkemeleri olduğu ülkelerde, kurumların iktisadi değişimi ve finansal gelişmeyi desteklediği görülmektedir (North ve Weingast, 1989). Büyüme oranları ile hukuk yapıları arasındaki ilişkiyi incelediğimizde özellikle 1960’lardan sonra Anglo Sakson (teamül) hukukunu seçen ülkelerin daha yüksek büyüme oranlarına sahip olduklarını ifade edebiliriz (Klerman et, al. 2009). Ancak birkaç yüzyılı kapsayan daha uzun bir zaman aralığını aldığımızda bu tür bir ilişkinin varlığını iddia etmek zorlaşacaktır. Temelinde ülkelerin sahip oldukları hukuk sistemi bilinçli olmanın ötesinde rastlantısaldır. Her ne kadar ayrıntılı olarak incelendiğinde her ülkenin hukuk sisteminin kendine has bazı özellikleri olduğu görülse de, Kıta Avrupası (medeni hukuk) ve Anglo-Sakson (teamül) hukuku olarak iki ana gruba ayrılmaktadır. Ülkeler daha sonra finansal yasalarını da sahip oldukları hukuk sistemine göre düzenlediklerinden, yatırımcılar üzerindeki etkileri farklı olmuştur. Devletin kuralları daha baskın olarak kontrol ettiği yerlerde, yönetici pozisyonda elit kesim finansal piyasaları kontrol ederek, kalkınma fırsatlarının azalmasına neden olmuştur.
Konuyla ilgili yapılan diğer çalışmalarda, hukuk kurallarının yeniden düzenlenmesi ile gelişmekte olan ülkelerde kalkınma hızının arttırabilmenin mümkün olduğu ağırlık kazanmıştır. Kalkınma politikaları ülkelerin geleneksel yapısını ve ekonomisini değiştirmede devletin rolüne ağırlık vermeye başlamışlardır. Kalkınma ajansları bu doğrultuda kuralları değiştirerek, bir tür sosyal mühendislik projesine soyunmuşlar fakat sonrasında yazılı kurallar ve pratikte geçerli olan kuralların farklı olduğunun da kabulüyle projenin başarısız olduğu açıklanmıştır (Trubek ve Galanter,1974). Hukuk kurallarının değiştirildikten sonra yapılan reformların toplumsal kabulünün zaman alması belki de konunun yeni ampirik veriler ışığında tekrardan incelenmesini gerekmektedir.
Son dönemlerde dünya genelinde yaşadığımız iktisadi krizler, ülkelerin yaşadığı finanslar iflaslar ve istikrarsızlıklar piyasaların bazı yapısal sorunlarla karşılaşabildiğini göstermiştir. Piyasalarda karşımıza çıkan dışsallık, asimetrik bilgi ve işlem maliyetleri çoğu zaman devletin müdahalesini gerektirmiştir. Devletin sorunlarla başa çıkmak için uygulamaya koyacağı kurallar ülkelerin tarihsel kurumları ile uyumlu olmalıdır. Tarihsel anlamda başka ülkelerden kopyalanan kurallar sisteminin genellikle başarısız sonuçlar doğurduğu görülmektedir.
Sonuç
Karşımıza çıkan iktisadi sorunların çözümünde, kurumların önemini göz ardı etmemiz mümkün değildir. Kurumlar bireylere karşılaştıkları bilgi sorunu çözmede yardım eden ciddi bir klavuz olma özelliğini taşımaktadır. Kurumların dışarıdan, tepeden inme biçimde oluşmaması her toplumun kendi tarihsel yapısı içerisinde evrim göstermesi, etkinlikleri açısından önemlidir. Burada hatırlamamız gereken nokta ülkelerin sahip olduğu kurumların kimi zaman en etkin kurumlar olmadığıdır. Zaman zaman iktidarda olan kesimler kendi çıkarları uyarınca belirli kurumsal yapıların seçiminde önayak olabilirler. Ancak kurumlar değişmektedir; oyundaki aktörlerin pazarlık güçlerinin değişmesi onların kurallar koyucu olarak etkilerini değiştirebilmektedir. Bunun sonucu olarak da yeni denge oluşumlar ve yeni kurallarla karşılaşmaktayız.
Günümüzde hala belirli bir hâkimiyet alanı bulan Neoklasik iktisat yaptığı analizlere kuralların etkisini katmamakta, onları göz ardı etmektedir. Söz konusu bu boşluğu dolduran Yeni Kurumsal İktisat Okulunun analizleri gerçek hayatta daha çok karşılık bulmaktadır. Makale boyunca da değindiğimiz gibi devletlerin, bireylerin hayatındaki etkisi göz ardı edilemez. Kurallar, bireylere karşı karşıya oldukları fırsat sepetini sunduğundan, onların davranışlarını biçimlendirerek iktisadi açıdan onları çalışmaya/çalışmamaya yönlendirecektir. Kurallar sadece ülkelerin kendi vatandaşlarının davranış biçimlerini değil aynı zamanda yabancı yatırımcıların davranışlarını etkilediği için de önemlidir. Çok sık değiştirilen, tarafların haklarının etraflıca korunmadığı ve güvenilirliğini kaybetmiş sistemler başarısızlığa mahkûmdur. İktisadi ve hukuki hakları, kapsamını ve değişimini anlayabilmek, karşımıza çıkması olası sorunların çözümü için şarttır. Geleceği öngörebilmek ve mevcut sorunları çözebilmek ise büyük oranda geçmişe bakarak, geçmişten bazı dersler çıkartılarak, gerçekleştirilebilir.
Kaynakça
Bentham, Jeremy, (1780), An Introduction to the Principles of Morals and Legislation, http://www.earlymoderntexts.com/assets/pdfs/bentham1780.pdf
Bilge Necip (2000), Hukuk Başlangıcı: Hukukun Temel Kavram ve Kurumları, Ankara: Turhan Kitabevi Yayınları.
Coase, Ronald (1988), The Firm, The Market, and The Law, Chicago: University of Chicago Press,.
Commons, John R. (1924), Legal Foundations of Capitalism, New York, Macmillan.
Hayek, Friedrich A. (1945), “The Use of Knowledge in Society”, American Economic Review, XXXV, No.4 pp.519-30.
Hodgson, Geoffrey M. (2014), “The Economics of Property Rights’ is about neither Propoerty nor Rights”, http://web.law.columbia.edu/sites/default/files/microsites/law-economics-studies/ 20141104_ec_prop_rights_about_neither.pdf
Klerman, Daniel, Paul Mahoney, Holger Spamann, Mark Weinstein (2009), “Legal Origin and Economic Growth”, http://weblaw.usc.edu/assets/docs/Klerman_Origin.pdf
La Porta, Raphael, Florencio Lopez de-Silanes, Andrei Shleifer (2008) “Economic Consequences of Legal Origin”, Journal of Economic Literature, 46(2): 285-332.
La Porta, Raphael, Florencio Lopez de-Silanes, Christian Pop-Eleches, Andrei Shleifer (2004), “Judicial Checks and Balances”, Journal of Political Economy, CXII (2004), 449-470.
La Porta, Raphael, Florencio Lopez de-Silanes, Andrei Shleifer, Robert W.Vishny (1999), “The Quality of Government,” Journal of Law, Economics and Organization, XV: 222-279.
La Porta, Raphael, Florencio Lopez de-Silanes, Andrei Shleifer, Robert W. Vishny (1998) “Law and Finance”, The Journal of Political Economy, vol.106 (6): 1113-1155.
North, Douglass C. (1994), Institutions, Institutional Change and Economic Performance, Cambridge, Cambridge University Press.
North, Douglass C. and Barry R. Weingast (1989), “Constitutions and Commitment: The Evolutions of Institutional Governing Public Choice in Seventeenth Century England”, The Journal of Economic History, Vol.49, no. 4, pp.803-832.
Posner, Richard A. (1993), “The New Institutional Economics Meets Law and Economics”, Journal of Institutional and Theoretical Economics, vol. 149, no.1, (Mar.1993), pp73-87.
Rodrik, Dani (2004), Getting Institutions Rights, CESIFO DICE Report, c.2.
Stephan, Frank ve Stefan Van Hemmen (2008), “Laws, Enforcement, Legality and Economic Development”, Washington University Journal of Law & Policy, vol.26 http://openscholarship.wustl.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=1147&context=law_journal_law_policy
Tamanaha, Brian Z. (2004), On the Rule of Law: History, Politics, Theory, Cambridge:Cambridge University Press.
Trubek, David M. (1972), “Max Weber on Law and the Rise of Capitalism”, Faculty Scholarship Series, Paper 4001, http://digitalcommons.law.yale.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=4993&context=fss_papers
Trubek, David M. And Marc Galanter (1974), “Scholars in Self-Estrangement: Some Reflections on the Crises in Law and Development”, Wisconsin Law Review, pp.1062-1101.
Tyler, Tom R. (1990), Why People Obey the Law, New Haven: Yale University Press.
Weber,Max (1978), Economy and Society, Berkeley, University of California Press.
Williamson, Oliver (1998), The Economic Institutions of Capitalism, New York, The Free Press.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.