Salgında Daralma ve Toparlanma – Osman Aydoğuş ( İTD 117)


Covid-19 salgınına karşı alınan önlemler nedeniyle dünya ekonomilerinin şiddetle daraldığı küresel bir buhranın içindeyiz. Salgının ilk başladığı Çin’de ve ilk sıçradığı Batı Avrupa ülkelerinde daralmalar büyük ölçüde 2020’nin ilk çeyreğinde ortaya çıktı. Buna karşılık, aralarında Türkiye’nin de yer aldığı bazı ülkelerde salgının ekonomik tahribatı ilk çeyrekte oldukça sınırlı kaldı. Özellikle gelişmiş ülkeler, adeta Keynes’i yeniden keşfederek, buhranla baş edebilmek için tarihte benzeri görülmemiş boyutlarda genişlemeci para ve maliye politikaları geliştirdiler ve hızla uygulamaya soktular. Buna rağmen, şiddetli bir ikinci dalga nedeniyle ekonomilerin tekrar kapanmayacağı iyimser senaryolarda bile, salgının neden olduğu muazzam belirsizlik ortamında toparlanma sürecinin çok yavaş olacağı ve büyümenin gelecek yıla kalması bekleniyor.

Bu yazımızda önce Türkiye’nin ilk çeyrekteki büyüme perfomansını ele alacağız; ardından ekonomi yönetimince hazırlanıp uygulamaya sokulan kriz-karşıtı politika önlemlerini değerlendireceğiz; son olarak da, ikinci çeyrekteki kaçınılmaz olarak gerçekleşecek şiddetli daralmadan sonra ekonomik toparlanmanın nasıl bir seyir izleyebileceği üzerinde duracağız.

Beklentilerin ve potansiyelin altında ama dünya ikincisi büyüme performansı

Türkiye ekonomisinde ilk çeyrekteki büyüme beklentilerinin altında kaldı. TÜİK’in ilk dönemsel GSYH tahminlerine göre, Türkiye ekonomisi yılın ilk çeyreğinde önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 4,5 oranında, bir önceki çeyreğe göre ise yüzde 0,6 oranında büyüdü. Büyüme hızları 2019’un ilke çeyreğine ve bir önceki çeyreğe göre, son on yılın ilk çeyrek ortalama büyüme hızlarının (bundan sonra kısaca ortalama) gerisinde kaldı (Şekil 1).

Şekil 1 – GSYH Dönemsel Büyüme Hızının Gelişimi: 2018.I-2020.I

Kaynak: TÜİK verilerinden kendi çizimimiz.

İlk çeyrekte ulaşılan büyüme hızının ortalama (potansiyel) büyüme hızının epeyce gerisinde kaldığı ve geçen yılın üçüncü çeyreğinde başlayan toparlanmanın hala çok zayıf olduğu çok açık. Buna karşılık, Türkiye ekonomisinin, yılın ilk çeyreğinde dünyada en yüksek büyüme hızına eriştiği ve bu parlak büyüme performansıyla pozitif ayrıştığı medyada sıklıkla dile getiriliyor. Gerçekten de OECD verilerine göre, dünyada 2020’nin ilk çeyreğinde yalnızca 18 ülkede pozitif büyüme kaydedildi. Türkiye 2019’un ilk çeyreğine göre (arındırılmış) yıllık yüzde 4,4 oranındaki büyüme hızıyla yüzde 4,5 hızıyla büyüyen İrlanda’nın ardından ikinci sırada yer aldı. Önceki çeyreğe göre büyüme hızında ise Türkiye pozitif ayrışan 8 ülke içinde dördüncü oldu. Türkiye’nin dünyanın diğer ülkeleriyle karşılaştırıldığında parlak bir performans sergilediği açık. Ancak, yakından bakıldığında, bu yüksek karşılaştırmalı performansın çok önemli bir bölümünün i) yüksek baz etkisinden ve (ii) Türkiye’de ekonominin diğer ekonomilere göre daha geç kapatılmasından kaynaklandığı görülüyor.

İlk olarak baz etkisine bakalım. OECD’nin önceki yılın aynı çeyreğine göre arındırılmış büyüme hızı verilerine göre, 2019’un ilk çeyreğinde 37’si OECD üyesi toplam 47 ekonomi içinde küçülen tek ekonomi Türkiye ekonomisi oldu. 2019 yılının ilk çeyreğinde diğer ekonomiler büyürken, Türkiye ekonomisinin yüzde -2,1 oranında küçülmüş olması, 2020 yılının ilk çeyreğinde Türkiye’de baz etkisinin diğer ülkelerin hepsinden de daha büyük olmasına yol açtığı çok açık.

Büyüme performansı karşılaştırmalarında Türkiye’nin performansını yükselten bir diğer önemli etmen de salgına karşı önlemlerin diğer ülkelere göre daha geç alınmış olmasıdır. Türkiye Covid-19 salgınına karşı önlemleri Mart ayının ortasından itibaren almaya başladı ve bu nedenle salgının birinci çeyrekteki ekonomik etkileri son derece sınırlı oldu. Buna karşılık, salgına karşı önlemleri daha önce alan Çin ve başlıca Avrupa ülkelerinde yılın ilk çeyreğinde daha şiddetli daralmalar ortaya çıktı. OECD verilerine göre, daralmada Çin bir önceki çeyreğe göre yüzde -9,8 oranındaki küçülmeyle başı çekti. İtalya, Fransa ve İspanya yüzde 5’in üzerinde küçülürken, OECD ekonomileri yüzde -1,8, AB yüzde -3,2, Avro Bölgesi yüzde -3,6, Almanya yüzde -2,2, Birleşik Krallık yüzde -2 ve önlemlerin çok daha geç alındığı ABD ise yüzde -1,3 oranında küçüldüler. Yalnızca 7 ülkede pozitif büyüme gerçekleşti. Türkiye’nin büyüme hızı (yüzde 0,62), Şili (yüzde 3), İrlanda (yüzde 1,2) ve Hindistan’ın (yüzde 0,66) ardından dördüncü sırada yer aldı. Ekonomilerini geç kapattıkları için ilk çeyrekte pozitif ayrışan bu ülkelerde şiddetli daralmaların ikinci çeyrekte ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Yıllık ve önceki çeyreğe göre büyüme hızları potansiyelin altında kaldılar

Birinci çeyrekteki yüzde 4,5 oranındaki büyüme hızı, beklentilerin kabaca 1 puan, ortalama (potansiyel) büyüme hızının ise 1,4 puan altında kaldı. Üstelik, potansiyel büyüme hızının altındaki bu büyümenin büyük bir bölümü yukarıda da belirttiğimiz gibi baz etkisinden kaynaklandı. Öte yandan, mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış önceki çeyreğe göre büyüme hızı sadece yüzde 0,62 oldu. Bu büyüme hızı, dünyanın en yüksek dördüncü büyük büyüme hızı olsa da Türkiye ekonomisinin son beş çeyrekteki en düşük büyüme hızıdır; ortalamanın (yüzde 1,7) çok altındadır ve ilk çeyrekte büyüme performansının son derece cılız kaldığının açık bir göstergesidir (Şekil 1).

Hizmetler başta olmak üzere tüm sektörler ortalamanın altında büyüdü

Tarım (yüzde 3) ve sanayi (yüzde 6,2),  ortalamalarının altında büyüdüler, ancak büyümeye önemli katkı sağladılar. İnşaat sektöründe küçülme (yüzde -1,7) devam etti. Bilgi-iletişim ve mesleki-idari hizmetler dışında, ticaret-ulaştırma-turizm başta olmak üzere, tüm hizmet sektörleri potansiyellerinin altında büyüdüler ve büyümeye katkıları daha sınırlı kaldı.

Ekonomi tüketimle büyüdü

Dönemsel GSYH’deki artış büyük ölçüde özel ve kamu tüketiminden kaynaklandı.  Net ihracat ve sabit sermaye yatırımlarındaki düşüşler büyüme hızını aşağıya çekti. Özel tüketim harcamaları ortalamanın biraz altında ve (yüzde 5,1) artarak, 3 puanla büyümeye en büyük katkıyı sağladı. Bütçe açığında çok büyük artışlar vermek pahasına, devletin nihai tüketim harcamaları, ortalamanın üstünde ve yüzde 6,2 oranında artarak büyümeye 0,9 puan katkı verdi. Son on yılda birinci çeyrekte ortalama yüzde 9 oranında büyümüş olan gayrisafi sabit sermaye yatırımları ise yüzde -1,4 oranında küçülerek büyüme hızını -0,4 puan aşağı çekti. İnşaat yatırımları bu çeyrekte de yüzde -10,2 oranında azaldı. Makine-teçhizat yatırımları yüzde 8,4 oranında arttı. Böylece, makine-teçhizat yatırımlarında 6 çeyrek sonra ilk kez artış kaydedildi. Bununla birlikte, yeni sınıflamada makine-teçhizat yatırımları içinde silah sistemi alımlarının da yer aldığına bir kere daha dikkat çekerek, bu artışın ihtiyatla yorumlanması gerektiğini belirtelim. Son olarak, ihracat hacmi yüzde -1 gerilerken, ithalat hacminin yüzde 22 artması nedeniyle net ihracat hacminde büyük bir düşüş oldu ve bu gerileme büyüme hızını tam -4,3 puan aşağı çekti.

Stok değişmeleri büyümeye yine orantısız katkı verdi!

TÜİK harcamalar yoluyla GSYH tahminlerinde stok değişmelerini kalıntı olarak hesaplıyor. Stok değişmeleri değişkeni istatistiki hatayı da içeriyor. İTD’nin Mart 2020 sayısındaki yazımızda 2019’un son çeyreğindeki yüzde 6 oranındaki büyümenin 8,4 puanının (!) stok değişmelerinden kaynaklandığına dikkat çekmiştik. Sorun, 2020’nin ilk çeyreğinde de devam etti. Özel tüketim, devletin nihai tüketimi, sabit sermaye oluşumu ve net ihracatın katkılarının toplamı -0,8 puandır. TÜİK üretim yoluyla tahmin ettiği büyüme hızını (yüzde 4,5) esas aldığından, aradaki farkı (5,3 puan) stok değişmelerinin katkısına atfediyor. Birinci çeyrekte cari fiyatlarla stoklardaki artış yalnızca 51 milyar TL, üretim yoluyla hesaplanan dönemsel GSYH ise 1071 milyar TL’dir. Yani, stok artışlarının göreli payı yalnızca yüzde 4,7’dir. Nasıl oluyorsa, cari değerlerden hacimlere geçilirken, göreli payı çok küçük olan stok değişmeleri 4,5 puanlık büyüme hızına tam 5,3 puan katkı veriyor! Burada sistematik bir sorun olduğu muhakkaktır. Büyüme hızı istatistiklerine gölge düşüren bu sorunun giderilmesinin yolu TÜİK’in de stok değişmelerini ve istatistiksel hatayı, gelişmiş ülkelerin istatistik kurumlarının yaptığı gibi, ayrı ayrı vermesidir.

Ekonominin ikinci çeyrekte şiddetle daralması kaçınılmaz

Bu yıl Türkiye ekonomisinin daralacağı muhakkak. Kesin olmayan, daralmanın boyutunun ne olacağı. Nisan ve Mayıs aylarında öncü göstergelerdeki gelişmeler ikinci çeyrekte ekonominin adeta çakıldığına işaret ediyor. Çok büyük bir olasılıkla Türkiye ekonomisi dönemsel büyüme hızlarının ölçülmeye başlandığı 1987 yılından bu yana en şiddetli daralmayı bu çeyrekte yaşayacak. Sanayi üretim endeksinden ülkeye gelen turist sayısına kadar pek çok öncü göstergede özellikle Nisan ve Mayıs aylarında önceki yılın aynı aylarına göre daha önce hiç görülmemiş boyutlarda düşüşler ortaya (Tablo 1). Bazı göstergelerde Mayıs ve Haziran aylarında bir önceki aya göre artışlar gözlense de bu göstergeler hala 2019 yılının aynı aylarının çok altında seyrediyorlar. Bu durumda, ikinci çeyrekte ekonominin yıllık bazda yüzde 20 civarında daralması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.

Tablo 1 –  Seçilmiş Göstergelerde 2109’un Aynı Aylarına Göre Değişim Oranları (%)

Sanayi üretim endeksi Otomotiv üretimi İmalat KKO Elektrik tüketimi İlk el konut satışı
Nisan -31,4 -90,7 17,9 -15,4 -60,7
Mayıs -53,1 -18,0 -16,7 -54,7
Haziran -14,4 -4,5
 
  İhracat İthalat Sanayi ciro endeksi Yatırım malı üretimi Turist sayısı
Nisan -41,4 -25 -24,9 -42,5 -99,3
Mayıs -40,9 -27,7 -99,3

Kaynak: TÜİK, TCMB, Ticaret Bakanlığı verilerinden kendi derlenemez.

İkinci dalga gelse bile ekonomiler kapatılmayacak

Yılın ikinci yarısında ekonominin nasıl gelişeceği konusunda büyük belirsizlikler var. Haziran ayının başından itibaren normalleşme süreci başlamış, idari kararlarla kapatılan veya kendiliğinden kapanma yoluna giden işletmelerin büyük bölümü (düğün salonları, barlar, eğlence yerleri, sinema ve tiyatrolar, vb. istisnalar dışında) yeniden açıldılar. Dolayısıyla, Haziran’dan itibaren ekonomide bir toparlanma başladı. Bu noktada salgında ikinci bir dalga yaşanıp yaşanmayacağı sorusu gündeme geliyor. Son zamanlarda yapılan açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla, ikinci bir dalga gelse bile, dünyada pek çok ülke ilk salgındakinin aksine, ekonomiyi sağlığa tercih ederek, ekonomileri kapatmayacaklar. İkinci dalga çok şiddetli olmadığı takdirde, Türkiye’nin tercihinin de bu yönde olacağı kanaatindeyiz.

Kriz-karşıtı politikalar nitelik ve nicelik olarak göz doldurmuyor

Toparlanmanın nasıl gelişeceğine ilişkin ikinci bir önemli husus hükümetlerin hızla hazırlayıp uygulamaya soktukları kriz-karşıtı politikaların nitelik ve niceliğiyle yakından ilintili. ABD, Japonya ve AB ülkeleri başta olmak üzere tüm gelişmiş ülkeler bir yandan daha önce hiç görülmemiş büyüklükte parasal genişleme politikaları geliştirip uygularken, bir yandan da GSYH’nin yüzde 20’si gibi olağanüstü büyüklükte mali destek-teşvik paketlerini hayata geçiriyorlar. Örnek olsun, ABD’de FED sıfıra yakın faizlerle sınırsız parasal genişlemenin önünü açtı ve firmalara sağladığı doğrudan FED’ten borçlanma olanağını küçük firmalara kadar genişletti. Öte yandan da ABD yönetimi de toplamı 3,9 trilyon dolara ulaşan (GSYH’nin kabaca yüzde 20’si) mali destek, teşvik ve altyapı yenileme paketleri oluşturdu.

Gelişmiş ülkelerde durum böyleyken, Türkiye’de de ekonomi yönetimi salgının yol açtığı ekonomik çöküntüye karşı hızla önlemler aldı; paketler açıkladı ve uygulamaya başladı. Ne var ki biraz plansız, programsız ve bütünsellikten uzak bir biçimde geliştirilen kriz-karşıtı politika önlemleri, nitelik ve nicelik olarak beklentileri karşılamaktan uzak kaldı.

İlk olarak ve en önemlisi, olasılıkla durumun aciliyetinin de zorlamasıyla yönetim, kriz-karşıtı önlemler oluşturulmasında yeterince şeffaf ve katılımcı bir yaklaşım sergilemedi. İşveren örgütlerinden işçi sendikalarına, esnaf örgütlerinden meslek odalarına ve çiftçi örgütlerine çeşitli toplum kesimleri, o nedenle politikaların oluşturulması sürecine gereğince katkı veremediler. Oysa şeffaflık ve geniş katılım, politikaların etkili bir biçimde tasarlanabilmesi ve uygulanabilmesi açısından çok önemlidir.

Gelir destekleri son derece sınırlı kaldı

İkinci olarak, geliştirilen paketlerde esas itibariyle (i) vergi, sigorta primi, vb. yükümlülüklerin ötelenmesi ve (ii) firmalar ve hanehalkları için kredi olanaklarının artırılması önlemlerine ağırlıklı olarak yer verildi. Buna karşılık, en etkili destekleme yöntemi olduğu çok açık olan gelir ödemeleri son derece sınırlı tutuldu. Kapatmalar veya kapanmalar nedeniyle büyük gelir kayıpları yaşayan özellikle küçük işyerlerine kazanç kayıplarını kısmen de olsa telafi edecek gelir destekleri sağlanmadı. Yine, kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izne çıkarılan işçilere sağlanan ödenekler de son derece sınırlı kaldı. Aile, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Haziran ayı ortası itibariyle sosyal yardımlar dâhil nakdi yardımların tutarının 20,5 milyar liraya ulaştığını açıkladı. Dağılımı şöyle: i) 6 milyon kişiye yapılan biner liralık sosyal yardım ödemeleri için toplam 6 milyar lira, ii) 3,5 milyon işçi için verilen kısa çalışma ödeneği toplam 10 milyar lira ve iii) ücretsiz izne çıkarılan 1 milyon 358 bin işçiye yapılan toplam 1,7 milyar liralık nakdi ücret ödemesi. Kısa çalışma ödeneği ve nakdi ücret ödemesinin işsizlik fonundan yapıldığı bir yana bırakılsa bile, 20 milyar liralık desteğinin (GSYH’nin binde 5’inden bile az) son derece yetersiz olduğu çok açıktır. Üstelik bu desteklerin kaldırılacağı da ilan edildi ve bunların yerine geleceği açıklanan “İstihdamı Koruma Kalkanı”nın neler içerdiği ise henüz belli değil.

Yükümlülüklerin ötelenmesi, şirketlerin varlıklarını sürdürmeleri açısından yerinde ve önemlidir. Bununla birlikte, bu tür önlemlerin ekonominin canlanmasına fazlaca katkı sağlaması beklenmez. Kaldı ki, ileride ötelemeler sona erdiğinde, yükümlüler birdenbire çok uzun bir süre ödenmediği için birikerek büyük tutarlara ulaşmış borçlarla karşı karşıya kalacaklar. O nedenledir ki, şimdiden bir çıkış stratejisi geliştirilmemiş olması büyük eksikliktir.

Yalnızca kredi genişlemesiyle büyüme sürdürülebilir mi?  

Ekonomi yönetiminin ekonomiyi hızla toparlamak ve bir an önce canlandırmak için en fazla bel bağladığı politika önlemi kredi genişlemesi. Kredi genişlemesi yoluyla iç talebin artırılması ve büyümenin bu yolla sağlanması amaçlanıyor. Bu amaçla, yapılan düzenlemelerle ve özellikle kamu bankaları aracılığıyla hane halklarına ve şirketlere yönelik kredi olanakları artırıldı. Reel kredi hacminde 2019 yılının neredeyse tüm aylarında gerilemeler yaşanmışken, bu yılın ikinci çeyreğinde büyük artışlar oldu. Toplam kredi stoku önceki yılın aynı ayına göre Nisan’da yüzde 22, Mayıs’ta yüzde 24 ve Haziran’ın ilk yarısında da yüzde 27 oranında arttı. Toplam kredi hacminin beşte birini oluşturan ticari kredilerdeki artışların önemlice bir bölümünün geçen yıl kredi garanti fonu kapsamında yeniden yapılandırılmış olan sorunlu kredilerin bu yıl yeniden yapılandırılmasında kullanılacağını öngörebiliyoruz. Öte yandan, Haziran ortası itibariyle tüketici kredileri (yüzde 38) ve özellikle de ihtiyaç kredileri (yüzde 54) hızla artarken, konut (yüzde 19) ve taşıt (yüzde 25) kredilerindeki artışlar daha ılımlı oldu.

Konut kredilerindeki düşük faizler inşaat şirketlerine yarıyor

Kamu bankaları 1 Haziran’da yeni bir konut finansman paketi açıkladılar. Buna göre, 15 yıla kadar vadeli, 1 yılı ödemesiz konut kredilerinde faizi ilk el konutlarda yüzde 0,64; ikinci el konutlarda da yüzde 0,74’e çektiler. Kamu bankalarının bu sübvansiyonlu kredileri selektif olarak kullandıracakları ve oluşacak büyük görev zararlarının bütçeden karşılanacağı açıktır. Geçtiğimiz aylarda, muhtemelen geçen yıl üstlendikleri örtülü görev zararlarını karşılamak üzere üç kamu bankasına 20 milyar lira tutarında sermaye aktarıldığını anımsatmakla yetinelim. Yeterince şeffaflık olmadığından, büyüklüğünü bilemediğimiz yeni sübvansiyonun konut fiyatlarında ortaya çıkan yüksek fiyat artışları sayesinde büyük ölçüde inşaat şirketlerine aktarılacağı da muhakkaktır.

Kredilerde gözlenen bu artışlara bağlı olarak konut ve taşıt başta olmak üzere, özel tüketim harcamalarında Haziran’da başlayan artışlar sonraki birkaç ayda da devam edebilir. Ancak, tüketim harcamalarındaki artışların, salgın nedeniyle ertelenmiş olan talepler karşılandığında ve cazip kredi olanaklarının sonuna gelindiğinde önce yavaşlaması sonra da durması olasılığı çok yüksektir. Başka bir ifadeyle kredi genişlemesinin sürdürülebilirliği ve iç talepte bu yolla sağlanacak canlanmanın kalıcılığı kuşkuludur.

Sabit sermaye yatırımlarındaki gerileme eğilimi daha da derinleşecek

Sabit sermaye yatırımlarında son yıllarda çok belirgin hale gelen gerilemenin bu yıl da artarak devam etmesini bekliyoruz. Dünya ekonomisinin ve Türkiye ekonomisinin daraldığı ve belirsizliğin olağanüstü boyutlara ulaştığı bir konjonktürde, firmalar kesiminin yatırımlarını artırmasını beklemek iyimserlikten öte, tam bir hayalcilik olur.

Burada akla hemen devletin yatırımları artırmaya yönelik aldığı önlemlerin boyutu ve ne ölçüde etkili olabileceği sorusu geliyor. Hemen tespitimizi yapalım: Ekonomi yönetimi yatırımları canlandırmak için de kredi genişlemesine bel bağlamış durumda. TCMB 1 Haziran’da 20 milyar TL büyüklüğünde bir reeskont avans kredisinin uzun vadeli yatırımların finansmanı amacıyla kalkınma ve yatırım bankaları aracılığıyla, yatırım teşvik belgesine sahip ve selektif sektörlerde yatırım yapacak firmalara kullandırılacağını açıkladı. Bu kredilerle “… (i) verimliliği yüksek, ithalatı azaltan ve ihracatı destekleyen yatırımların teşvik edilmesi, (ii) dışa bağımlılığın ve cari açık sorununun azaltılması ve (iii) sürdürülebilir büyümenin desteklenmesi amaçlanmaktadır.” Bu, doğru yönde atılmış son derece önemli bir adımdır. Açıklanan amaçlar da gayet yerindedir. Bununla birlikte, ekonomi yönetiminin kaynak tahsisatında çok uzun bir süredir inşaat (komut, altyapı, şehir hastahanesi) ve enerji sektörlerine çok belirgin bir öncelik verdiği biliniyor. O nedenle, ekonomi yönetiminin bu kez kaynak tahsisatında inşaata verdiği önceliği bir yana bırakarak merkez bankası kaynaklarından sağlanacak bu fonların gerçekten de yukarıda sıralanan amaca tam olarak uygun alanlara tahsis edilmesi son derece önemlidir. Eğer bu yapılabilirse, yatırım alanlarının daha spesifik olarak belirlenmesi ve ayrıntılı bir plana bağlanması koşuluyla, TCMB’nin yatırım için çok daha büyük fonlar ayırması yerinde olacaktır.

V şeklinde hızlı toparlanma olasılığı oldukça düşük

Dünya ekonomisinin yüzde 5’lere varan oranlarda daralmasının beklendiği, ticaret savaşlarının aleniyet kazandığı ve her cephede olağanüstü kızıştığı bir küresel iklimde ticaret hacminin daralması da kaçınılmazdır. Nitekim dünya ticaret hacmi bu yıl Dünya Bankası’na göre yüzde -13,7; DTÖ’ye göre iyimser senaryoda yüzde -12,9, kötümser senaryoda yüzde -31,9; OECD’ye göre iyimser senaryoda yüzde -9,5, kötümser senaryoda yüzde -11,4; UNCTAD’a göre de yüzde -20 oranında daralacaktır. Türkiye’de Nisan ve Mayıs aylarında, önceki yılın aynı aylarına göre mal ihracatı sırasıyla yüzde -41,4 ve yüzde -40,9 oranlarında; mal ithalatı ise yüzde -25 ve yüzde -27,7 oranlarında geriledi. Eğilim çok açık: İhracat ithalattan çok daha hızlı düşüyor.

Bundan daha vahim olanı, Türkiye’nin hizmet ihracatının en büyük bileşeni olan turizm gelirlerindeki çarpıcı düşüş. Nisan ve Mayıs aylarında neredeyse hiç yabancı turist gelmediği için turizm gelirleri kayıtlara sıfır olarak geçti. Hem mal ihracatında hem de turizmde en büyük pazarımız olan AB’de ekonominin bu yıl yüzde 10 civarında daralacağı dikkate alındığında, yılın geri kalan bölümünde net mal ve hizmet ihracatında ciddi artışlar olması ve kriz öncesi düzeylere yaklaşması pek olanaklı gözükmüyor. Tam tersine, bu yıl net turizm gelirlerimizde en az 15-20 milyar dolara ulaşabilecek bir gerileme olması olasılığı çok yüksek. Yalnızca bu düşüş bile GSYH büyüme hızını 2-3 puan aşağı çekecektir.

Sonuç olarak, olası ikinci dalgada ekonomilerin yeniden kapatılmayacağı, kredi genişlemesi ve kamu harcamalarındaki artışlar sayesinde yılın ikinci yarısında tüketim harcamalarında ılımlı bir toparlanma olacağı, buna karşılık sabit sermaye yatırımlarındaki gerilemenin devam edeceği, net mal ihracatında ciddi bir toparlanma olmayacağı ve özellikle turizm gelirlerinde büyük düşüş yaşanacağı beklentileri altında, yılın ikinci yarısında baz etkisinin küçüleceğini de dikkate alarak, ekonominin üçüncü çeyrekte başlayan ılımlı bir toparlanma sürecine gireceğini öngörüyoruz. Türkiye ekonomisi 2020’de büyük olasılıkla yüzde 5 civarında küçülecek. Daha açık bir ifadeyle, ekonominin V şeklinde bir toparlanma patikası izleyeceği beklentisini fazla iyimser buluyoruz. Covid-19 salgınının yol açtığı büyük ekonomik daralma ortada iken, nitelik ve nicelik olarak çok da yeterli olmayan kriz-karşıtı politika önlemleriyle ekonomide hızlı bir toparlanma sağlanması olasılığı ne yazık ki çok yüksek değil.

1954 yılında Afyonkarahisar, Çakırköy’de doğdu. Burdur Lisesinde parasız yatılı öğrenci olarak okudu. Lise eğitimi boyunca TÜBİTAK bilim adamı yetiştirme bursunu aldı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ekonomi Bölümünden lisans (1979) ve yüksek lisans (1983), Gazi Üniversitesi İktisat Bölümü’nden doktora (1988) derecelerini aldı. 1980 yılında A.İ.T.İ.A. Ekonomi fakültesinde Kantitatif İktisat Kürsüsü’nde asistan olarak akademik kariyerine başladı. 2000-2001 döneminde Fulbright bursu ile Maryland Üniversitesi Tarım ve Doğal Kaynak Ekonomisi Bölümü’nde ziyaretçi araştırmacı olarak bulundu. 2001 yılında geçtiği Ege Üniversitesi’nde İktisat Bölüm Başkanı ve senatör olarak görev yaptı. Makro iktisat, büyüme-kalkınma, girdi-çıktı analizi, tarım ekonomisi ve uygulamalı iktisat alanlarında çok sayıda makale, araştırma, kitap ve çevirileri vardır. Radyo Ege Kampus’te ve Ege Üniversitesi Televizyonu’nda uzun yıllar Egenomi adlı haftalık ekonomi programını yaptı. İktisat ve Toplum Dergisi’nde Hal ve Gidiş köşesinde yazmaya devam etmektedir. Evli ve bir kız babasıdır.

Bir cevap yazın