Napoleon Bonaparte Fransız Bilim Akademisini Nasıl Ele Geçirmişti? – Hasan Ersel (İTD 11)


27 Ağustos 2011 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan ve aynı gün yürürlüğe giren Kanun Hükmünde Kararname ile Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) üyelerinin üçte birinin hükümet, üçte birinin de YÖK tarafından atandığı bir düzene geçildi. Bunun özerk bilimler akademisi kavramı ile bağdaşmadığı açık. Düzenlemeyi yapanların bunun farkında olmamaları söz konusu olamayacağına göre, hata yaptıkları söylenemez. Ancak kanımca yanlış yaptılar. İki nedenle: Bir kere tarihteki örnekler, bilim ve sanatın ciddiye alındığı ülkelerde, bu mücadeleyi sonunda hep bilim akademilerinin kazandığını gösteriyor. İkinci olarak bugünün dünyasında, hele demokratik ülkelerde, artık böyle bir konu gündemde bile değil. Gerçi çağdışı olmak da az rastladığımız bir durum değil ama yine de yadırgatıcı.

Bu düzenlemeye epeyce tepki geldi. Ben sayın Rıza Türmen “Faşist İtalya dışında özerk olmayan bilimler akademisi yoktur” biçiminde görüşünden hareketle önce bu denemeyi ele alacağım. Asıl üzerinde durmak istediğim ise daha eski ama, diğer örneklere oranla çok daha incelikle tasarlanmış olan, Napoleon Bonaparte’ın (1769-1821; I. Napoleon) Fransız Bilimler Akademisine yaptığı müdahale. Aslında her iki müdahale de Türkiye’deki uygulamaya oranla çok daha dikkatle, hiç olmazsa görünüşte oyunun kurallarına uyularak yapılmış. Ama I. Napoleon’un hamlesinin entelektüel boyutu çok daha derin ve ilginç. Bu nedenle, Faşlist İtalya’da neler yapıldığının öyküsünü anlatmakla yetinip, I. Napoleon’un müdahalesini analitik bir çerçeveye oturtması üzerinde etraflı olarak duracağım.

1.Faşist İtalya’da Bilimler Akademisinin Özerkliği Nasıl Kaldırıldı?

İtalyan bilimler akademisi, bugünkü adıyla Accdemia Nazionale dei Lincei, 1603 yılında kurulmuştu. XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren de özerk bir kurum olarak çalışıyordu. Kurum, bağımsızlığını Faşist Hükümetin ulusal kültüre ilişkin aldığı önlemleri eleştirerek de kanıtladı. Bunun üzerine Faşist Parti iktidarı 7 Ocak 1926’da çıkan bir yasa ile Reale Accademia d’Italia adlı yeni bir kurum oluşturdu. Burada ilginç olan nokta, Faşist hükümetin mevcut bilimler akademisini (o zamanki adıyla Accdemia dei Lincei) kapatamaya çalışmak şöyle dursun, onun yerleşmiş üye belirleme yöntemini bile değiştirmeye kalkışmamasıydı. Hatta çıkan yasanın bir maddesi Accdemia dei Lincei’ye ilişkin hiçbir değişiklik olmadığını da hükme bağlıyordu. Bunun siyasal bir manevra olduğu bir süre sonra anlaşıldı. 11 Ekim 1934’de yayınlanan bir kararname ile tüm Accdemia dei Lincei üyelerinin de Faşist rejime bağlılık yemini yapması zorunluluğu getirildi. Ayrıca hükümet başkanına yeni üyeler atama yetkisi verildi. Aynı yıl Hükümet başkanın Eğitim Bakanıyla birlikte akademi başkan ve başkan yardımcısını ataması kabul edildi. Nihayet 1939’da Accademia dei Lincei’nin Reale Accademia d’Italia birleştirildi. Böylece özerk bilimler akademisi ortadan tamamen kaldırıldı.

Faşist hükümetin Temmuz 1943’den devrilmesinin hemen ertesinde Benedetto Croce (1866-1952; İtalyan felsefeci ve eleştirmen) Reale Accademia d’Italia’nın ortadan kaldırılıp Accademia dei Lincei’nin kurulmasını önerdi. Bu öneri İtalya’nın Nazi Almanya’sı tarafından işgali nedeniyle hemen yürürlüğe konulamadı. Ancak 1944’de Roma’nın müttefik kuvvetler tarafından kurtarılmasından sonra yayınlanan iki kararnameyle Croce’nin önerileri yaşama geçirildi. 1946’ya kadar Croce başkanlığındaki bir komite tarafında yönetilen akademi, bu tarihte 1920 yılında yürürlüğe girmiş olan yönetmeliğini yeniden benimsedi. O tarihten bu yana da özerk kimliği ile çalışmalarına devam ediyor.

Faşist hükümetin kurduğu Reale Accademia d’Italia’nın ilk başkanı (1930-37) saygın bir bilim adamı olan Gugliemo Marconi (1874-1937) idi. Radyoyu keşfeden kişi olarak bilim tarihine geçen Marconi, 1909’da Fizik dalında Nobel ödülü almıştı. Faşist rejimin önde gelen savunucularından birisiydi. Ondan sonra bu göreve gelen, Faşist eğilimli, ünlü İtalyan şairi Gabriele D’Annunzio (1863-1938) oldu. Ancak vefatı nedeniyle bu görevi çok kısa bir süre üstlenebildi. 1938-1943 döneminde kurumun son başkanı olarak görev yapan Luigi Federzoni (1878-1967) ise, bilim ya da sanat alanlarında hiçbir katkısı olmayan ama önde gelen bir Faşist politikacı idi. İç işleri bakanlığı ve senato başkanlığı görevlerinde bulunmuştu. Bu kişiye bakarak, akademinin zaman içinde nasıl bir dönüşüm içine sokulduğunu çıkarmak zor olamasa gerek!

Faşist yönetimin kurduğu Reale Accademia d’Italia’nın üyelerinin niteliksiz kişilerden oluştuğunu düşünmek yanıltıcı olur. Tam tersine Faşist yönetim, kendisine bağlılık yemini etmek koşuluyla, ülkenin önde gelen bilim ve sanat adamlarını bu çatı altında toplamak için epeyce uğraşmıştı. Nitekim bu kurumun üyeler arasında yer alan

I.Enrico Fermi (1901-1954; kuantum kuramı, nükleer ve partikül fiziğine önemli katkılar yapmış olan ve 1938 Nobel fizik ödülü sahibi fizikçi; aynı yıl ABD’ye göç etti ve ilk nükleer santralın yapılmasına katıldı.),

II.Umberto Giordano (1867-1948; İtalyan besteci, en ünlü yapıtı Andre Chénier operasıdır.),

III.Filippo Tommaso Emilio Marinetti (1876-1948; İtalyan şair, gelecekçi akımın [futurism] kurucusu, Faşist ideolog.),

IV.Pietro Antonio Stefano Mascagni (1863-1945; İtalyan besteci, en ünlü yapıtı Cavaleria Rusticana operasıdır.),

V.Luigi Pirandello (1867-1936; İtalyan roman ve hikaye yazarı, 1934’de Nobel edebiyat ödülü aldı.)

gibi isimler dünya ölçüsünde tanınmış bilim ve sanat adamlarıydı.

2.Napolyon Bonaparte’in Fransız Bilimler Akademisine Müdahalesi

Fransız Akademisi 1666’da Jean-Baptiste Colbert (1619-1683) Fransız politikacı, XıV. Louis’in maliye bakanı) tarafından kurulmuştu. Fransız devrimi sırasında akademinin faaliyetleri durduruldu. 1792’de yeni üye seçimi yasaklandı. Rejim daha da ileri giderek 8 Ağustos 1793’de ise tüm kraliyet akademileri ortadan kaldırdı. 1795’de  bunlar yerine l’Institut National des Sciences et des Arts kuruldu. Eski akademinin üyeleri, üyeliği kabul etmeyen birisi hariç, yeni kurumun üyesi oldu. Öte yandan üyelik, bilim insanı olmayanlara da açıldı. I. Napoleon bundan yararlanıp 1798’de üye oldu ve birinci konsül olduktan sonra kurumu kendi görüşlerine göre biçimlendirdi.[1] Kurum bu haliyle I. Napoleon’un iktidarı sona erinceye kadar devam etti. 1816’da akademi özerkliğine kavuştu ve bugünkü duruma gelmesini sağlayan evrim süreci başladı.

1.Napoleon, konuşkan bir üye değildi. Toplantılarda anımsanan tek konuşmasını 1800’de yaptı ve akademinin, Jean Charles Chavelier de Borda (1733-1799; Fransız matematikçi, fizikçi, siyaset bilimci ve denizci) tarafından önerilen ve 1774’den itibaren kullandığı üye seçim yöntemine itiraz etti.[2] 1804’de akademi, I. Napoleon önerisine uyarak, Borda yönteminden vazgeçti ve salt çoğunluk (oyların yarıdan fazlasını alan adayın seçilmesi) yöntemine geçti.

1.Napoleon’un bu girişimini anlayabilmek için Borda’nın sorununu açıklamak gerekiyor. Borda, halen de sıkça başvurulan basit çoğunluk (plurality) yönteminin, toplumun tercihlerini yansıtmayabileceğine dikkati çekmişti. Basit çoğunluk sisteminde, en çok oy alan toplumun tercih ettiği kabul edilmektedir. Borda, ikiden fazla seçenek (örneğin aday) söz konusu olduğunda bu sonucun doğru olmadığını gösterdi. Toplumsal tercihler kuramında bu sonuç “Borda Karşıtlamı” olarak adlandırılır. Bir örnek yardımıyla Borda’nın basit çoğunluk sistemine eleştirisinin ne anlama geldiğini gösterelim

ÖRNEK: [Aleskerov, Ersel & Sabuncu (2010 s. 47-50)dan alınmıştır.]

Bir görev için 3 aday (A, B ve C) başvurmuş olsun. 19 kişiden (seçmenler) oluşan bir komite bu adaylar arasından birisini seçmekle görevlendirilsin. Komite üyelerine adayları kendi tercihlerine göre sıralamaları istensin. Tercihleri aynı olan üyeleri bir araya toplayalım ve her birisini grup olarak tanımlayalım. Komite üyelerinin, tercihleri itibariyle dört grup içinde toplanmış olduklarını varsayalım. Buna göre tercihklerin dağılımı Tablo I’de verildiği gibi olsun:

Tablo I

Grup I (3 Kişi) Grup II (5 kişi) Grup III (6 Kişi) Grup IV (5 Kişi)
I. Tercih A A B C
II. Tercih B C C B
III. Tercih C B A A

Basit çoğunluk kuralı adayları birinci tercihlerine dayanmaktadır. Bu örnekte A 8 oy, B 6 oy ve C 5 oy almıştır. Dolayısıyla komite üyeleri bu üç adayı A’yı birinci, B’yi ikinci ve C’yi üçüncü biçiminde sıralamışlardır.

Ama tabloya biraz daha dikkatle bakıldığında başka bir sonuç daha çıkmaktadır. Adayları ikili karşılaştırmaya tabi tutalım. Üç aday olduğu için bu türlü üç karşılaştırma yapılabilir. Komite üyeleri “A ile B’yi karşılaştırdıklarında hangisini tercih edeceklerdir?” sorusuyla başlayalım. Yukarıdaki tablodan C’yi çıkarıp tekrar yazalım.

Tablo II

Grup I (3 Kişi) Grup II (5 kişi) Grup III (6 Kişi) Grup IV (5 Kişi)
I. Tercih A A B B
II. Tercih B B A B

Dikkat edilirse burada B 11 oy alırken A 8 oy alıyor. Yani üyeler B’yi A’ya tercih ediyorlar. Bu defa B’yi dışlayarak A ile C’yi karşılaştıralım:

Tablo III

Grup I (3 Kişi) Grup II (5 kişi) Grup III (6 Kişi) Grup IV (5 Kişi)
I. Tercih A A C C
II. Tercih C C A A

Bu defa da C 11 oy alıyor, A yine 8 oyda kalıyor. Yani komite C’yi A’ya tercih ediyor.

Son karşılaştırma için de A’yı çıkaralım ve B ile C’yi karşılaştıralım:

Tablo IV

Grup I (3 Kişi) Grup II (5 kişi) Grup III (6 Kişi) Grup IV (5 Kişi)
I. Tercih B C B C
II. Tercih C B C B

Bu durumda ise C 10, B ise 9 oy almış oluyor. Bu üç karşılaştırmadan çıkan sonuç ise basit çoğunluğa dayalı sıralamanın tam tersi. Komite üyeleri C’yi B’ye ve B’yi de A’ya tercih ediyorlar. Yani basit çoğunluk kuralına göre seçilen A, bu sıralamada sonuncu durumda. (Nitekim ilk tabloya bakılırsa, komite üyelerinin en az tercih ettiği, yani en çok üçüncü sıraya koydukları, aday A.).

Borda bu sorunu çözmek için şu yöntemi öneriyor. Her adaya sıralamada aldığı yere karşılık gelen bir puan verilsin. Adaylar aldıkları bu puanlara göre sıralansın. Bu yönteme Borda Sayımı (Borda Count) adı veriliyor. Yukarıdaki örnekte bu yöntemi uygulayabilmek için ilk sırada yer alana 3, ikinciye 2 ve üçüncüye ise 1 puan veriliyor. Tablo V’de, her gözde puan ile grup üye sayısı çarpımından elde edilen puanları  belirtiliyor:

Tablo V

Grup I (3 Kişi) Grup II (5 kişi) Grup III (6 Kişi Grup IV (5 Kişi)
I. Tercih A (3×3=9) A (3×5=15) B (3×6=18) C (3×5=15)
II. Tercih B (2X3=6) C (2×5=10) C (2×6=12) B (2×5=10)
III. Tercih C (1×3=3) B (1×5=5) A (1X6=6) A (1X5=5)

Her adayın aldığı toplam puana, “Borda Puanı” deniliyor: Tablo V2deki sonuçlara göre adayların Borda puanları şöyle:

A: 9+15+6+5=35

B: 18+6+10+5= 39

C: 15+10+12+3=40

C’nin Bordo puanı en yüksek, A’nınki ise en düşük. Dolayısıyla Borda Sayımı yöntemi, ikili karşılaştırmalarda elde edilen sonucu vermekte, adayları basit çoğunluk yönteminin tersine sıralamaktadır.

Aslında basit çoğunluk sisteminin toplumsal tercihleri yansıtmayabileceğini ilk ileri süren kişi değildir. İspanyol teolog ve felsefeci Ramon Llul (1232-1315) bu yöntemin gerçeği yani “tanrının isteğini” ortaya çıkarmakta yetersiz olduğunu düşündüğü için yeni oylama yöntemleri önermişti. Daha sonra Alman Katolik kilisesinde kardinal olan Nicholaus Cusanus (1401-1464; felsefeci, teolog, hukukçu, matematikçi ve astronom) de seçim konusuyla ilgilenmiş ve bir seçim sistemi geliştirmişti. Ama Borda bu konuyu analitik bir bütünlük içinde ele alan ve ortaya koyduğu sorunun çözümü için bir yöntem öneren ilk kişidir. Borda önerdiği yönteme “éléction par ordre de mérite (liyakat sıralamasına göre seçim)” adını vermişti.[3]

 III. Napolyon Bonaparte’in Borda seçim yöntemine yönelttiği eleştiri neydi?

Borda’nın önerdiği yöntem, 1784 yılında akademi tarafından kabul edildi ve yeni üye seçimi bu yöntmle yapılmaya başlandı. Aslında Borda, dürüst bir seçim sisteminin nasıl olması gerektiği konusundaki görüşlerini, çok daha önce, bilimler akademisinde 1770 yılında verdiği bir konferansta ortaya koymuştu. Kendisi sonraki yıllarda askeri konularla uğraştığı için bunu yazılı bir metin haline getirip yayınlaması 1781 yılını buldu. Borda’nın Mémoire sur les élections au scrutin başlıklı yazısı, akademi tarafından yayımlanan Histoire de l’academie royale des sciences’da yer aldı. Yazının girişinde imzasız bir övücü bir giriş yer alıyordu. Bu yazıyı Borda’dan hiç hoşlanmayan Marquis de Condorcet olarak bilinen Marie Jean Antoine Nicolas de Caritat’nın (1743-1794; Fransız felsefeci, matematikçi ve siyaset bilimci) yazdığı sanılıyor. Condorcet bu yazı yayımlandığında akademinin genel sekreteri idi ve yayım işlerinin sorumluluğu ondaydı. Sevmediği rakibinin yazısını yayımlaması bu açıdan ilginç. Bir görüşe göre, bu konuda kendi geliştirdiği yöntemin tartışmaya açılabilmesi için bu yola gitmişti. Condorcet’nin kendi yöntemini 1785’de yayımlanan Essai sur l’application de l’analyse à la probabilité des décisions rendues à la pluralité des voix  adlı kitapta ortaya koydu.[4]

Borda’nın önerdiği yönteme sıcak bakmayan bir başka akademi üyesi daha vardı. O da ünlü matematikçi Pierre Simon [Marquis] de Laplace (1749 -1827) idi. Laplace 1795 ilkbaharında École Normale de Supérieure’de verdiği konferanslarda, Borda ve Condorcet’in, basit çoğunluk kuralının toplumsal tercihleri yansıtmada sorunlu olduğu biçimindeki değerlendirmelerine tümüyle katılmıştı. Laplace’ın Borda yöntemine karşı çıkmasının arkasında yatan gerekçe ilginçti. Ona göre Borda’nın yöntemi ancak seçmenlerin tercihlerini samimi bir biçimde oylarına yansıttıkları takdirde beklenen sonucu verebilirdi. Oysa, seçmenler tercihlerini yansıtmak yerine işlerine gelen biçimde oy verme yoluna gidebilirlerdi. Yani, Borda yöntemi bu türlü bir “lehe çevirme”ye (manipulaton) karşı savunmasızdı. Laplace’in ne demek istediğini Tablo I’deki örnek yardımıyla açıklayalım. Tablo I’deki bilgiler seçmenlerin gerçek tercihlerini ifade etsin ve Borda kuralı uygulansın. Grup I’dekilerin, bu durumda kendilerinin en istemedikleri adayın, C’nin, kazanacağını tahmin ettiklerini düşünelim. Bu gruptakiler C’nin kazanmasını engellemek için, kendi sıralamalarını değiştirip B’yi en tercih ettikleri aday olarak gösterme yoluna gitsinler. Bu durumda adayların Borda sayıları değişmekte B, 42 puan alıp en üst sıraya çıkarken, C ise 40 puan ile ikinciliğe düşmektedir. Böylece seçimi B kazanmaktadır. Laplace, Borda’nın yönteminin sakıncası olarak “sıradan” adayları öne çıkarmasını göstermişti.[5] Çünkü, Laplace’a göre, seçmenler öne çıkan kendi görüşlerine yakın adayları sıralamada en yüksek yerlere, kendilerine ters düşen adayları ise düşük yerlere koyacaklar, sıradan adaylar ise orta sıralarda yer alacaklardır. Dolayısıyla sıradan adaylar hangi görüşte olursa olsun her seçmende orta düzeyde puan alırken, görüşleriyle öne çıkan adaylar onlara katılmayanlar tarafından cezalandırılmış olacaktır. Laplace, bu olasılığı göz ardı etmeyerek Borda’nın yöntemine karşı çıkmış ve salt çoğunluk yöntemini önermişti. Laplace’ın ortaya attığı “lehe çevirme” sorunu bugün de, toplumsal tercih kuramının gündeminde çok önemli bir yer tutmakta, “lehe çevrilemez” oy verme kurallarının olup olamayacağı yoğun bir biçimde tartışılmaktadır.[6]

Fransız Bilimler Akademisinin üye seçim sistemini değiştirmek için I. Napoleon’un başvurduğu yol ise Laplace’in bu güçlü eleştirisini gündeme getirmek olmuştur. Burada akla iki soru geliyor. I. Napoleon böyle bir eleştiriyi nereden biliyordu? Bunun bir yanıtı onun Laplace ile olan yakınlığı. Laplace, I. Napoleon’un Ecolo Militaire’den mezuniyet sınavını yapmış ve onu çok takdir etmişti. Napoleon da daha sonra Laplace’i senatoya tayin etmişti. Akla gelebilecek ikinci soru ise I. Napoleon’un bu eleştirinin özünü anlamış olup olmadığı. Başka bir değişle, Laplace’in eleştirisini bir bahane olarak kullanıp kullanmadığı. Buna yanıt vermek zor. Kuşkusuz Napoleon, Laplace’in önerdiği yöntemin kendi siyasal ağırlığını arkasına koymadığı bir adayı engelleyebileceğini kestirebilecek kadar akıllı bir adamdı. Ama I. Napoleon’dan, o kadar işinin arasında, ilgili bilim adamlarının ancak XX. yüzyılın ikinci yarsısından sonra önemini kavrayabildikleri “lehe çevirme” gibi karmaşık bir sorunu sindirmesini beklemenin haksızlık olacağını da kabul etmek gerek.

BİTİRİRKEN

İki noktaya değinmek istiyorum. İlki bilimler akademileriyle ilgili, ikincisi ise I. Napoleon ile.

1) Bilimler akademileri, işlevleri gereği alanlarındaki konuları derinlemesine inceler ulaştıkları sonuçları da günlük kaygılar ve çıkarları göz ardı ederek kamu oyuna duyurular. Bu nedenle de iktidarlara, hatta içinde yer aldıkları topluma bile ters düşerler. Eğer bir bilim akademisi, uzun süre böyle bir sorunla karşılaşmadan yaşamını sürdürmüşse, işlevini yerine getirmemiş demektir. Bilimsel düşüncenin değerini takdir eden toplumlar, bu tür sıkıntıları kaçınılmaz ve gerekli olduğu noktasında birleşmişler ve bilimler akademilerinin bağımsız fikir üretebilecek konumda, yani özerk olmaları noktasında birleşmişlerdir. Bu yakınsamada birincil etmenin siyasal sistem olmadığı görülüyor. Çünkü, demokratik sayılamayacak toplumlarda da bilimler akademilerinin bağımsızlığına saygı gösterilebiliyor. Buna karşılık, bu saygının gösterilmediği bir demokratik toplum bulmak olanaksız. Dolayısıyla bu  eğilimin arkasındaki birincil itici güç toplumun bilime önem vermesi olarak ortaya çıkıyor. Bilimler akademilerinin bağımsız çalışmasının sonuçlarını hazmedemeyen toplumlar bilimden uzak, başkalarının yarattıklarından onlara aktardıkları kadarıyla yaşamaya razı olmak zorunda kalırlar.

2) I. Napoleon’un Fransız Bilimler Akademisine üye seçimine bir siyasetçi olarak karışmasını, bugünkü anlayış içinde hoş görmek kuşkusuz olanaksız. Ancak bunu ince bir biçimde yaptığı, müdahalesinin arkasında yatan mantığı okumanın iki yüzyıl sonra bile insana bir şeyler öğrettiğini de kabul etmek gerek. O yüzden de I. Napoleon, sevenler için de sevmeyenler için de, büyük bir tarihsel kişilik.

KAYNAKLAR:

Aleskerov, F., H. Ersel ve Y. Sabuncu (2010): Seçimden Koalisyona, İkinci Baskı, Ankara: Efil Yayınevi.

Szipo, G.G. (2010): Numbers Rule, Princeton: Princeton University Press.

SON NOTLAR

[1] I. Napoleon bilim adamı değildi ama bilime karşı duyarlığı olan bir insan olduğu anlaşılıyor. Kendisi topçu subayı olmak üzere Ecole Militaire’de eğitim görmüştü. 1798’de Mısır seferine çıktığında aralarında doğa bilimciler, matematikçiler, kimyagerler ve yerölçümcülerin de olduğu 167 bilim adamını beraberinde götürmüştü.

[2] I. Napoleon’un bu itirazını Borda’nın vefatından bir yıl sonra yapmış olduğuna da dikkati çekeyim. Bunu Borda’yı üzmemek için mi yaptığına ilişkin bir bilgiye ulaşamadım.

[3] Toplumsal tercihler konusundaki katkıların tarihsel bütünlük içinde ve rahatlıkla anlaşılabilir bir biçimde ele alan çok yararlı bir kaynak olan Szipo (2010)’a dikkati çekmek istiyorum.  Llull ile Cusanus’un çalışmaları konusunda da Szipo (2010, s. 33-59)’a başvurulabilir.

[4] Toplumsal tercih kuramında büyük önem taşıyan Borda ve Condorcet’in bu katkıları için Türkçe kaynak olarak, Aleskerov, Ersel ve Sabuncu (2010, s.47-63)’e başvurulabilir.

[5] Laplace’ın eleştirileri için Szipo (2010, s. 93-98)’de ele alınmaktadır.

[6] Oy vermede stratejik davranış ve lehe çevirme sorunu,  Aleskerov, Ersel ve Sabuncu (2010, s. 63-72)’de ele alınmaktadır.

Hasan Ersel 1971’de iktisat dalında doktorasını aldığı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, 1983 yılına kadar öğretim üyesi olarak çalıştı. Daha sonra, sırasıyla, Sermaye Piyasası Kurulu’nda Baş İktisatçı, T.C. Merkez Bankası’nda Araştırma, Planlama ve Eğitim Genel Müdürü ve daha sonra Başkan Yardımcısı, Yapı Kredi’de Genel Müdür Başyardımcısı ve daha sonra Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. Hasan Ersel’in iktisat, siyaset bilimi ve matematik alanlarında çok sayıda makale ve kitabı bulunmaktadır.

Bir cevap yazın